Beni Öfkelendiren Yalan Rüzgârı Nasılsınız? Bişkek’ten bir haber var mı? Ali Osman Zor hâla cezaevinde mi? (Av. Güven Yılmaz, Ali Osman Zor’un Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’teki gözaltı durumunda yeni bir gelişme olmadığını, hükmedilen iki aylık tutukluluk müddetinde son bir aya girdiklerini söylüyor.) Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl? (Av. Yılmaz, Mirzabeyoğlu’nu ziyarete gidemediğini, ancak meslektaşı Ali Rıza Yaman’ın gittiğini, kendisinin iyi olduğunu ifade ediyor.) Mahkûmiyet durumunda, cezaevinden çıkma ihtimali bakımından herhangi bir gelişme yok mu hiç? Uzun zamandır cezaevinde, hep böyle mi gidecek? (Av. Yılmaz, Mirzabeyoğlu’nun mevcut kanunlara nazaran “müebbed hapis cezası” aldığını, bu çerçevede maalesef yeni bir gelişme olmadığını ifade ediyor. Akabinde, “yarın” -12 Haziran 2011- Türkiye’de genel seçimlerin yapılacağını hatırlatıyor Carlos’a.) Seçimleri biliyorum. Erdoğan kazanacak görünüyor. Akıllı adamlar. Halkla ilişkiler sahasında iyi Amerikalı danışmanları var. Paraları da var tabiî. Hâdiseleri nasıl kanalize edeceklerini biliyorlar. İnsanlarla irtibat, insanlara hitab ve haberleşme tarzı, şu güya demokrasi dedikleri çerçevede çok önemli. Tüm vakit televizyonlarda görünmek, orada burada haberler falan işe yarıyor elbette. Sadece olumsuz yönlerini öne çıkarmak da istemem. Güzel şeyler de yaptılar çünkü. Bunları inkâr edemezsiniz. Soracağınız birşey yoksa, dün veya evvelki gün gördüğüm Türkiye’yle ilgili bir haber üzerine konuşacağım ilk olarak. Suriye rejiminden kaçanların sınırdan geçip Türkiye’ye sığındıklarıyla ilgili bir haberdi bu. Suriye güvenlik güçlerinden 130 küsur kişinin öldürülmesi akabinde, Suriyeli askerlerin herkesi öldürdüğü, bundan dolayı da insanların komşu Türkiye’ye kaçtığına dair bir haber. Burada tuhaf şeyler dönüyor. Yaşanan hâdiseler manipüle ediliyor. Bu haberle bağlantılı olarak, cep telefonuyla çekilmiş bir de görüntü yayınlandı. Orada güya bir Suriye güvenlik görevlisi var, kalaşnikoflu ve beyaz gömlekli bir gizli polis. Ateş etmiyor ama elindeki kalaşnikofla, kalabalıklara yâni sivillere doğru gülerek nişan alıyor. Yalnız burada öyle bir tuhaflık farkettim ki, anlatayım. Adamın elindeki türden kalaşnikofların bildik tarzda bir dipçiği yoktur, ya ileriye doğru tutarak ateş edersiniz yahud seyyar dipçiğini omzunuza yaslar ve öyle ateş edersiniz. Fakat bu adam, kalaşnikofu neredeyse sağ gözüne sokacak kadar iyice yüzüne yaklaştırmış, güya atışa hazırlanıyor. Şakanın bu kadarı da fazla. O adam o hâlde ateş ederse ne olacağı belli değil mi? Kalaşnikof tepip kendisine çarpar, yüzü gözü dağılır. Bu derece sırıtan bir manipülasyon yapılıyor kısacası. Diğer yandan, ben, Suriye güvenlik güçleri kimseye ateş etmez demiyorum. Ederler kuşkusuz, ancak o videodaki kişi gibi de davranmaz ve giyinmezler. Silah kullanmayı bilen hiç kimse tüfeği öyle tutmaz ve öyle de ateş etmez. Tabiî buradaki mesele, Suriye güvenlik güçlerinin sivillere nasıl ateş açtığıyla ilgili bir mizansen oluşturup dünyaya sunmak, bunun manipülasyonunu gerçekleştirmek. Biliyorsunuz, bu manipülasyonların Libya versiyonu da var. Neymiş, Kaddafî genç askerlere Viagra veriyor, muhalif aşiretlerin kızlarına tecavüz etmelerini teşvik ediyormuş. Yâni ne diyeceğimi bilemiyorum. Artık yalanın bu kadarı nasıl yorumlanır, gerçekten kestiremiyorum. Bu sözlerimden, Suriye rejimini falan savunduğum çıkarılmasın sakın. Halka ateş açmalarını savunmak mümkün mü? Ancak, istediğim tek şey var, o da az biraz da olsa “objektiflik”. Yalanın bu kadar büyük ve bu derece absürd olanına cidden katlanamıyorum. Hiç de utanmıyorlar. Arab dünyasındaki insanlar, daha iyi bir hayatı, daha iyi hükümet ve rejimleri gerçekten hakediyorlar. Kuşkusuz Suriye’de de aynı şekilde. Bu rejim, artık böyle daha fazla gidemez. 1963’ten başlayarak gerçekleştirdikleri ve başarıya ulaştırdıkları birkaç askerî darbeden sonra, rejim belli bir noktaya ulaştı ama öylece de kaldı. Belli ki artık böyle gitmiyor. Bazı değişiklikler yapma, rejimde bazı şeyleri düzeltme ve geliştirme zamanı şimdi. Beşşar Esad’ın da bunun farkında olduğunu sanıyorum. Yalnız, Suriye’de bir “rejim değişimi” talebi bahsinde, özellikle tek bir şey söyleyeceğim: Suriye’de bir “ihtilâl-devrim” olmaz. Orada olabilecek yahud olması gereken yegâne şey, “tekâmül-evrim”dir. Bu noktada, insanların böyle bir “evrim”e değil de, bilhassa yabancı mihraklarca “devrim”e yönlendirilmeleri, muhtelif yollarla bu istikamette manipüle edilmeleri, aslında Beşşar Esad’ın halledebileceği birtakım müsbet değişim ve düzenlemeleri, yâni sözünü ettiğim rejimdeki “tekâmül”ü sabote etmeye yöneliktir. Böylesi manipülasyonlarla, Suriye’de daha temsiliyetçi bir rejim ve hükümetin tesisine, sosyal adaletin teminine, 1963’ten hemen sonra sözkonusu olmuş gerçekten sosyalist tedbirlerin yeniden hayata geçirilmesine ve Arab topraklarını işgal etmiş siyonistleri reddeden “son kale” ve “ön cebhe” kıymetindeki bir devletin ayakta kalmasına engel olmak amaçlanmaktadır. Bu nevî iyileştirmelerin, sivil halktan sayısız insanın hayatına mâlolacak bir ihtilâl şakşakçılığıyla önüne geçmeyi istemektedirler. Öbür yanda, Suriye rejimine bağlı güçlerin halka karşı silah kullandığı da açık, bunu bilmek için de basına ihtiyacım yok. 1970’den itibaren 20 yıllık bir misafirliğim oldu orada, oldukça iyi bildiğim ve sayısız dost kazandığım bir ülke orası. Neyin ne olduğunu bilirim. Suriye’de olan bitenlere gerçekten çok üzülüyorum. Halkın hayat tarzı ve ülkedeki siyasî sistem inşallah düzelir, inşallah. Bunlar gerekli. Bu çerçevede, durumun farkında olduğuna inandığım Beşşar Esad’ın ordudaki aşırı unsurları kontrol edebilmesini, rejimde arzuladığı iyileştirmeleri yapabilmesini, halkın ihtiyaçlarını karşılayabilmesini, halka lâyık oldukları hakları verebilmesini ve Suriye’yi topraklarında hükümran bir ülke kılabilmesini dilerim. Aynı şey, Yemen’de de devam ediyor, biliyorsunuz. Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’e en ufak bir sempatim yok. Şahsen de tanıştığım bu Makyavelist adam, iktidarda kaldığı müddetçe, bize, bana, örgütümüze ihanet etmiş bir insandır. Ne var ki, bu hain adamın iktidarda kalmasını, yine hain el-Ahmar şeyhinin iktidara gelmesine tercih ederim. Gayri İslâmî, gayri ahlâkî vasıf ve görüşleri bulunan, Zeydî Şiî olmalarına rağmen Suudî Vahhabîlerle müttefik olabilen, insanlara camide saldırabilecek kadar gözü dönen bu sapık el-Ahmar şeyhi ve çevresini iktidarda görmektense, Ali Abdullah Salih gibi bir Amerikan müttefiğinin yeniden San’a’ya dönüp Yemen’in başına geçmesini isterim. Çünkü bu “şeyh” ve çevresi, Ali Abdullah Salih gibi bir kötüden bile daha kötüdür. Hiç olmazsa Ali Abdullah Salih, bunlar gibi bir cinsî sapık değildir ve gençliğinde Baas Partisi mensubu bir insandır. Libya’yla ilgili de söylemek istediğim bir şey var. Şimdi tarihe bakacağız. Herkesin bildiği ama bildik okul kitablarında geçmeyen ve pek kimselerin konuşmadığı bir tarihî hâdiseyi dile getireceğiz. İngiliz ordusu, 1940’ların başında yâni bundan 70 yıl önce, şimdiki Libya topraklarında bir saldırı düzenler. İngiliz ordusunun başındaki general, İtalyanları mağlub etmiş ve Bingazi’nin olduğu bölgeyi işgal etmiştir. Üstelik, elindeki kuvvet sınırlıdır, yavaş ve gürültülü İngiliz tanklarıyla, yâni aslında pek de şaşaalı olmayan bir silah gücüyle başarmıştır bunu. Emrindeki asker mevcudu da yeterli büyüklükte değildir. Yine de İtalyanları yener ve o dönem 250 bin kişinin yaşadığı Bingazi’yi ele geçirir. Bingazi, İtalyanlar tarafından 1911’den itibaren “Libya” olarak adlandırılacak olan bölgenin o dönem en büyük şehridir. Evet, bu savaşta yenilen İtalyanlar, geride yaralılarını bırakarak Bingazi’yi terkeder. Çok sayıda yaralı İtalyan askeri, Bingazi hastahânelerinde kalmıştır. Tabiî, hastahânelerde siviller de vardır ama çoğunlukla İtalyan askeridir bunlar. Herneyse, İngilizler, ele geçirdikleri bu İtalyan sömürgesinin başkentine girer. Ne var ki, İtalyan kuvvetlerinin yeniden geliyor olduğunu duyduklarında ve Alman generali Mareşal Rommel İngilizlere karşı bir saldırı başlattığında, asker ve silah bakımından yetersiz İngiliz ordusu Mısır sınırına doğru kaçmak zorunda kalır. Peki kaçmadan önce ne yapar bu İngiliz ordusu? Aldıkları emir gereğince, gerek esir aldıkları gerekse yaralı hâlde hastahânelerde yatan tüm İtalyan askerlerini katlederler. Ne kadar fecî bir savaş suçu! Sadece bu da değil. Bir de oradaki tüm su kuyularını zehirlerler. Bingazi, zaten su sıkıntısı çeken, su kaynakları yetersiz bir bölgedir. İşte böyle bir yerde yaşayan onca insanı susuzluktan ölüme terkedercesine, tüm su kuyularını zehirlerler. Bunu niçin anlattım? Çünkü bugün olanlarla alâkası var da ondan. Savaşın ilerleyen dönemlerinde, İngiliz ordusunun başına geçen General Montgomery, Rommel’den apardığı ve kendisine adapte ettiği kimi savaş taktikleri ve ikmâl ettiği silah gücüyle Rommel üzerine saldırır ve bölgeyi yeniden işgal eder. İngilizler ve bilâhare Amerikalılar tüm Libya’yı işgal ettikten sonra, 1951 yılında burada tesis ettikleri ve bağımsızlığını tanıdıkları krallığın başına Senusî tarikati şeyhi İdris’i geçirirler. Kral İdris, aslında çok da kötü bir adam değildir ama burada kurulan devlet aslında yeni bir sömürge niteliğindedir, “neo-koloniyal” bir rejimdir. İngiltere ve özellikle Amerika, burada çok stratejik askerî üsler kurar. Hattâ Amerika’nın buradaki üslerinden biri, dünyadaki en büyük üç elektronik istihbarat üssünden biridir. Fakat 1969 yılında Kaddafî gelir, Kral İdris’i devirir ve Libya’daki tüm yabancıları ve yabancı askerî üsleri ülke dışına atar. Gelmek istediğim yer şurası ki, Amerikalıların, ama özellikle İngilizlerin Libya’daki tarihi, tek kelimeyle korkunç bir niteliktedir. Bırakınız Cenevre Sözleşmesi’ne ve sâir uluslararası hukuk kurallarına uymayı, en temel insan telâkkisinin gereği olan ahlâkî esaslara bile riayet etmemişler, yendikleri yaralı askerleri bile acımasızca katletmişler, barbarca suçlar işlemişlerdir. Yetmemiş, bir de kuyuları zehirlemişlerdir. Ne demektir su kuyularını zehirlemek? Libya halkını nasıl bu şekilde cezalandırabilirsiniz? İşte bunlar, 1969’da Kaddafî gelene kadar iktidarda kalan o lafta Libya hükümetini başa geçirenlerdir. Kaddafî, iktidara geldikten sonra hernekadar bazı yanlışlar, hattâ stratejik yanlışlar yapmış olsa da, herkesin teslim etmesi gerektiği üzere, ilk günden bugüne halkı için en iyisini yapmaya çalışmış bir insandır. Oysa o hain Senusî rejiminin devamı olan Bingazililer, o İngiliz ve Amerikan ajanlarının bugünkü torunları, şimdi kalkıp Amerikan ve Fransız güçlerini davet edip ülkelerini bombalamalarını, kendi devletlerini yıkmalarını ve sivilleri katletmelerini isteyebiliyor. Bu, inanılmaz bir durum. Bingazi’deki herkesin, zamanında İngilizlerin dedelerinin içtiği su kuyularını zehirlediğini bilmesi gerekir. Nasıl yapabiliyorlar bunu, nasıl davet edebiliyorlar yine onları? Peki ya dünya basını nasıl oluyor da tüm bu insan hakları ihlâllerine, sivillerin katledilmesine sessiz kalabiliyor? İçimden gelen ne biliyor musunuz? Biz Allaha inanan ve bir vicdanı olanlar, bu Allahsız ve hiçbir şeye saygı duymayan suçlulara karşı hep birlikte savaş açmalıyız. Bunların savunduğu yegâne şey, büyük kapitalistlerin, bankerlerin ve siyonistlerin çıkarları, inanın başka bir şey değil. Türkiye, bugün Libya ve Suriye başta, şunun bunun aleyhine konuşuyor ama, dostlar söyler misiniz, hangi taraftayız biz? Emperyalistlerin, siyonistlerin, İsraillilerin, İngilizlerin ve Fransızların, yâni Müslümanları, Türkleri, Arabları katleden ve topraklarını işgal edenlerin safı olmasın sakın bu? Bunlar değil miydi zamanında Türkiye’yi işgal eden ve Türkleri tarihten kazımak isteyen? İnsanlar şimdi bunu unutuyor işte! Yaptıkları belli güzel şeylerden dolayı kendilerine sempatim olan Türkiye hükümeti, bugün bu işgalcilerle gidip işbirliği yapabiliyor! Amerikan üslerini muhafaza ediyor ve İsrail’le müttefikliğini resmî seviyede sürdürüyor. Üstelik, İsrail’e karşı yegâne ön cebhemiz olan Suriye’deki rejimin güya insan hakları mülâhazalarıyla değişmesine rıza gösteriyor. Peki Türkiye’deki insan hakları tamam mı? Türkiye’nin talebi sebebiyle Bişkek’te tutuklanan gazeteci Ali Osman Zor, hükümet için gerçekten bir tehdit mi? Şu ân hükümetinizde sanki “fırsatçı” bir dönüş gözleniyor. Bu süren, iyiler ve kötüler arasındaki bir savaştır ve biz iyi olanlarız. Bir ondan bir bundan bahsederek konuştum belki, biliyorum ama ciddi söylüyorum, şoktayım. Bu nasıl bir yalan rüzgârıdır dünyayı kasıp kavuran? Ümidim odur ki, orada büyük bir rolünüz olacak, sadece siz gönüldaşlarım, siz kardeşlerim de değil, tüm diğerleri, hattâ milliyetçi, vatansever, cumhuriyetçi Türkler, yine marksist-leninist gerillalar elele verip, tek bir ortak düşmana karşı birleşmeli ve bağımsız Türk gücünü tesis etmelisiniz. Bu güç, tüm mü’minlerin koruyucusu, çevresindeki tüm ülkelerin de müttefiki ve büyük ağabeyi olacaktır. Allahü Ekber. 11 Haziran 2011 İngilizceden Tercüme: Hayreddin Soykan