İskelete kan vermek! İskelete kan vermek!

Bundan on-on beş yıl önce hayatımızın içinde var olmayan ama bugün yapmayı alışkanlık haline getirdiğimiz, uzağında kalamadığımız şeyler neler? Bugün bu kadar hayatımızın merkezinde olan bu ‘şey’ler hayatımıza nasıl, nereden girdi? Bu ‘şey’leri hayatlarımız için olmazsa olmaz temel ihtiyaçlar haline getiren ne oldu? Hayatın doğal akışı içinde gerçekten bizi bu araçlara yönelten gerçek bir ihtiyaç mı ortaya çıktı? Onlar olmadan rahatlıkla yaşayıp giderken nasıl onlarsız bir hayat düşünemez hale geldik? Hayatın doğal değişim seyri içinde mi oldu bunlar, yoksa bunların olması için bir yerlerde birileri düşünüp taşınıp bir kurgusal plan, bir senaryo mu oluşturdu? Yürüdüğümüz yolun taşlarını kendi ellerimizle mi döşedik, yoksa birileri önceden gidip istikametini kendi belirledikleri yeni güzergahlar mı çizdi?

Cal Newport’un bugün içine düştüğümüz dijital teknolojiler girdabından nasıl çıkılabileceğine dair fikirler barındıran kitabı ‘Dijital Minimalizm’den, akılda tutulması gereken bir tespit: “Bugün sürdürmekte olduğumuz dijital hayatları kendimiz seçmedik. Daha ziyade, bir avuç teknoloji yatırımcısının çıkarlarına hizmet etmek üzere şirketlerin toplantı odalarında tasarlanmış bir yaşam tarzı bu.”

Yakıtı insanlar olan bir devasa makineyi çalıştırıyoruz ömürlerimizden ayırdığımız vakitlerle. Dişlileri işleten hareketi biz sağlıyoruz. Bu devasa makine bizim faaliyetlerimiz olmadan işleyemez. Biz bu makinenin işlemesini sağlayacak eğilimleri göstermesek, onlara bu kadar itibar etmesek, bu kadar bağımlısı olmasak bu dev kara ticaret para kazanamaz. Para kazandıkça büyüyemez. Büyüdükçe küreselleşemez. Küreselleşemese dünyanın karar mekanizmalarına etki edemez. Biz bu makineyi işletecek gayreti göstermesek dünya bu kadar sermayenin, sermayenin oluşturduğu lobilerin, lobilerin oluşturduğu şer odaklarının tekelinde dönen bir gezegen olmaz, olamaz.

Her gün tek başımıza onlarca kez ekranlara dokunarak dünyayı değiştirebilir miyiz? Aslında bunu yapıyoruz. Ama maalesef bunu güç simsarlarının istediği yöne doğru yapıyoruz. Hepimiz tek başımıza günde onlarca kez ekranlara dokunarak dünyayı kendi menfaatlerince yönetmek isteyenlerin kirli çarkını döndürüyoruz. Bugün teknoloji üreten dev küresel şirketler ve onları elinde tutan sermaye sahipleri ‘kahrolsun’ diyerek meydanları doldurduğumuz her türlü melanetin perde arkasındaki aktörler olarak görünüyor. Gazze bu konuda bir turnusol kâğıdı oldu. Küresel teknoloji şirketlerinin neredeyse hiçbiri Gazze’de soykırım bu kadar gözler önündeyken insanlığın, iyiliğin, haklının, ezilenin yanında yer almadı. Yer almadı çünkü bu teknoloji şirketleri ve onların patronları zalimle, soykırımcıyla, bozguncuyla, teröristle, yani siyonist İsrail ve arkasındaki karanlık yapılarla organik ilişki içinde… Küresel sermaye aslında bir şer ittifakı… Bunu duyuyorduk, okuyorduk, şimdi gözlerimizle de gördük.

Nereden geliyor güçleri? Bizden… Dünyanın onlar kadar kötü olmayan koskoca çoğunluğundan. Elimizden bırakamadığımız oyuncaklar, vazgeçmemek için her gün bahaneler ürettiğimiz yeni alışkanlıklarımız milyarlarca şer doları/avrosu olarak ceplerine giriyor bu haydutların. Dünyada bütçesinin en kocaman parçasını teknoloji üreten şirketlere akıtmayan tek bir devlet bile yok. Milyarlarca teknoloji bağımlısı, teknoloji tüketicisi insan yaşıyor dünyada. Ekrana her dokunuşumuzdan pay alıyor, bunu da şer ittifakının hesabına geçiriyorlar.

“İçimiz yanıyor ama ne yapabiliriz ki!” diyoruz ya hani; yaptıklarımızı yapmayarak bile bozabiliriz belki de bu oyunu. Birkaç dişlinin lafı mı olur dememek lazım, birkaç dişli durunca stop ediyor bazen koskoca bir makine!

“Ama çok alıştık biz bu oyuncaklara, nasıl bırakacağız, onlarsız nasıl yaşayacağız?” mı diyoruz?

Bir avuç teknoloji yatırımcısının çıkarlarına hizmet etmek üzere şirketlerin toplantı odalarında tasarlanmış yeni yaşam tarzının çıkış noktası ve temel dayanağı tam da buydu aslında: İnsanları nasıl bırakacağız diyecekleri şeylere alıştırmak ve bunlara ihtiyaçları olduğuna inandırmak!

Keşke başaramadılar diyebilseydik!