“Hayvanlardan Tanrılara Sapiens” isimli kitabı neredeyse tüm dünya dillerine tercüme edilen Yuval Noah Harari, isminden de anlaşılacağı üzere “İsrailli-Yahudi” bir dünya tarihçisi. 1976’da doğdu. 2002’de Oxford Üniversitesi’nde tarih doktorasını tamamladı. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde “Dünya Tarihi” dersleri verirken yazdığı kitapla birden tüm dünyada tanınan bir yazar haline geldi. İkinci kitabı da, “Homo Deus – Yarının Kısa Bir Tarihi” adını taşıyor. Dünya tarihini ve günümüzü karşılaştırdığı ve bir gelecek tasavvur ettiği yazılarında, ekonominin “din” yerine geçtiğini, geleceğin dininin ise “teknik-teknoloji” olduğunu vurguluyor. Elbette bunları bir “bilim adamı soğukkanlılığı” ile anlatıyor, kendi düşüncesi nedir, onu pek anlamıyorsunuz (!). Evrimci bir bakış açısıyla yazdığı “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens”te şöyle yazıyor:

- “Tamamen bilimsel bir bakış açısıyla bilebildiğimiz kadarıyla, insan yaşamının hiçbir anlamı yoktur. İnsanlar belirli bir amacı olmayan ve körlemesine ilerleyen evrimsel süreçlerin sonucudur ve faaliyetlerimiz ilahi bir kozmik planın parçası değildir. Dünya yarın patlayarak yok olsa, evrende hiçbir değişiklik olmazdı; tahmin edebileceğimiz kadarıyla insanların kendilerine dair anlam arayışı ve öznelliklerinin eksikliği de pek hissedilmezdi. Bu yüzden, insanların yaşamlarına atfettiği herhangi bir anlam sadece sanrıdan ibarettir.” (s. 382)
“Homo Deus”ta bu temel düşüncesini açıyor:

- “Serbest piyasa kapitalizmi, sebep olduğu kaygıları büyük ölçüde yatıştırma gücüne sahip olduğu için bu kadar yaygın bir ideoloji hâline geldi. Kapitalist düşünürler durmadan bize telkin etti: “Merak etmeyin her şey yoluna girecek. Ekonomi büyüdüğü sürece piyasanın görünmeyen eli her şeyin çaresine bakacak.” Böylece kimse ne olduğunu, nereye gittiğimizi anlamadan göz açıp kapayıncaya kadar büyüyen, gözü doymayan bu kaotik sistem kutsandı. (…)

Serbest piyasa kapitalizmine sövmek bugünlerde entelektüel çevrelerin gündeminde. Dünyamız kapitalizmin hakimiyeti altında olduğuna göre, gelecekte bir kıyamete yol açmadan eksiklikleri tespit etmeli ve anlamaya çalışmalıyız. Kapitalizmi eleştirirken faydalarını ve marifetlerini de görmezden gelemeyiz. Gelecekte yaşanacak muhtemel ekolojik felaketi saymazsak ve ölçütümüz üretim ve büyümeyse kapitalizmin şu âna dek harikalar yarattığını kabul etmeliyiz. 2016’da stres dolu ve karmaşık bir dünyada yaşıyor olabiliriz, ancak yıkım ve şiddetle geleceği söylenen kıyamet alametleri henüz belirmedi. Daimi büyümenin ve küresel işbirliğinin abartılı vaatleriyse yerine getirilmiş durumda. Ara ara ekonomik krizler ve uluslararası savaşlar yaşasak da kapitalizm uzun vadede kıtlığı, salgınları ve savaşları engellemekle kalmadı, onları yenmeyi başardı. Binlerce yıl boyunca din adamları insanların bu illetleri kendi başlarına yenemeyeceklerini öne sürdüler. Yeni dönemin aktörleri bankacılar, yatırımcılar ve sanayicilerse iki yüzyıl içinde tümünün üstesinden gelmeyi başardılar.
Sonuç olarak modern sözleşme eşi benzeri görülmemiş bir kudret vaadinde bulundu ve sözünü de tuttu. Peki bedeli ne oldu? Modern sözleşme güce karşılık anlamdan vazgeçmemizi istiyor. İnsanlar bu korkutucu taleple nasıl başa çıkabilir? Anlamdan vazgeçmek dünyayı ahlak, güzellik ve merhametten mahrum, karanlık bir yere dönüştürecektir şüphesiz. Ancak insan evladının bugün sadece hiç olmadığı kadar güçlü değil aynı zamanda bir o kadar da uyum ve işbirliği becerisine sahip olduğu gerçeği de ortada. İnsanlar bununla nasıl baş ediyor? Ahlak, güzellik, hatta merhamet; tanrıların, cennetin ve cehennemin olmadığı bir dünyada nasıl var olacak? Kapitalistler bu soruyu yanıtlarken, her zaman olduğu gibi, piyasanın görünmez elini övmekten geri kalmıyor. Ne var ki piyasanın eli sadece görünmez değil aynı zaman da kör de; bu yüzden insan toplumunu tek başına kurtarması mümkün değil. Tek bir ülke pazarı bile bir tür tanrı, kral ya da dini kurum olmadan kendini idame edemez. Mahkemeler ve polis dahil olmak üzere her şey satılığa çıktığında güven uçar gider, krediler çarçur olur, işletmeler batar. Peki modern toplumu çökmekten ne kurtardı? İnsanevladı aslında arz ve talep kanunu tarafından değil, devrimsel nitelikte yeni bir dinin yükselişiyle kurtuldu: Hümanizm. (…)

Tarih boyunca peygamberler ve felsefeciler; büyük kozmik plana duyulan inanç olmazsa düzen ve birliğin yok olacağını iddia etmişlerdi. Bugünse kozmik bir tasarıya inanmaya devam edenler; küresel düzen karşısındaki en tehditkar unsurlardır. Allah’tan korkan Suriye, seküler Hollanda’dan çok daha şiddet dolu.” (s. 347, 348, 349)

Böylece bizdeki “din düşmanlarının” nerelerden beslendiğini de görmüş olduk. Şu argümanı bizim muhalif medyada çok görmüştük çünkü: “Allah’tan korkan Suriye, seküler Hollanda’dan çok daha şiddet dolu.”

Çok “akıllı bir tasarım” ile karşı karşıyayız. Ahlâk, din ve maneviyatın yerine “Kapitalizm” dininin koyduğu şey Hümanizm. Böyle diyor yazar. Tabiî bu bakış açısında, Yahudi kökenlerinin etkisini gayet rahat söyleyebiliriz. Çünkü, “Homo Deus” kitabı boyunca, Hristiyanlığı ve Müslümanlığı tenkit ederken Yahudilikten hiç bahsetmemesi de kendisini ele veriyor.
Hümanizmini de şöyle açıklıyor:

- “Anlamsız ve kanun tanımaz varlığımızın panzehri, dünyayı geçtiğimiz yüzyıllarda fethetmiş yeni bir devrimci öğreti olan hümanizmin ta kendisidir. Hümanizm dini insanlığa tapınarak, Budizm ve Taoizm’de doğa kanunlarının, Hıristiyanlık ve İslam’daysa Tanrı’nın oynadığı rolü insana devretmek istiyor. Büyük kozmik plan insanların hayatına bir anlam kazandırırken, hümanizm bu ilişkiyi tersine çevirerek insan deneyimlerinin kâinatı anlamlandırmasını bekliyor. Hümanizme göre insanlar kendi iç deneyimleri üzerinden sadece kendi yaşamlarının değil tüm evrenin anlamını devşirebilmelidir. Hümanizmin ilk emri de budur: Mânâdan yoksun dünyaya bir anlam kazandırınız.” (s. 358)

Farkettiyseniz yine “Yahudilik” yok.

Gerek kitabında, gerekse konuşmalarında öyle şeyler söylüyor ki, tüm felsefeyi, metafiziği, insanın varoluşuna dair “endişe”leri, ruha ve ruhiliğe dair her şeyi kökünden silip atıyor: “Yok öyle bir şey! Sen bu dünyada varken veya yokken, hiçbir şey değişmeyecek.” Sonra da insandaki bu “anlam arayışı” ihtiyacının varlığını kabul edip, nasıl tatmin edebileceğini izah ediyor. Bir yandan insanın “fert” olarak “anlamsız” olduğunu söylüyor, birlikte hareket etmenin, topluluğunun bir değer ürettiğini söylüyor, diğer yandan insanın teknik ve teknolojik gelişmelerle ulaşacağı yerin varlığının da anlamsızlaşması olacağı iddiasını savuruyor. Türkiye’de verdiği bir röportajda da şöyle diyor:

- “Eski tanrıların ötesine geçeceğiz. İncil’deki tanrının yapabildiği tek şey organik canlılar. İnsanlar, 4 milyar yıllık evrimden sonra organik olmayan canlıları üretmeye, yaşam formlarını üretmeye çalışıyor. Bu artık bir metafor değil. Ama tanrısal yetenekler kazanıyorsanız tanrısal sorumluluklar da elde etmelisiniz.”

Görüldüğü üzere, “akıllı bir tasarım” olarak pazarlanan, hatta “proje” olduğunu düşündürten bu Yahudi’nin düşüncesindeki “basit ve yüzeysel” çıkarımları okuyup hoşlanan çok insan var. Bu kadar popüler bir “bilim adamının”, “evrim teorisini” insanın kökenini açıklamada kullanması ve insanın “anlam arayışının anlamsızlığını” savunması, bir yandan “kapitalizmi” eleştirir gibi yaparken yüceltmesi, diğer yandan “insanın tanrılaşması”nı yererken idealleştirmesi, kitabını okuyan gençlerde bir “hayranlık” uyandırıyor. Gençlerin yoğunlukla takip ettiği blog ve sözlüklerde bunu müşahede etmek mümkün. Tüm dünyada milyonlarca satan kitaplar yazmasının altında da, “herkesin ağzına bal çalması” yatıyor. Tabii, kullandığı “dil”in basitliği de çok satmasında en büyük etken.

Ucuzcu Yahudinin beş para etmez ve her biri diğeriyle çelişkili fikir çöplerinin bu kadar rağbet gördüğü bir memlekette biz de “Büyük Doğu-İBDA” gibi gerçekten pahalı ve nadide “bütün” bir fikri savunuyoruz. Deli miyiz, neyiz!..
 
Kaynak: Yuval Noah Hariri, Homo Deus - Yarının Kısa Bir Tarihi, Kollektif Kitap, İstanbul 2016

Baran Dergisi 526. Sayı