Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor; Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

Hava yağmurlu olduğu için gürültü var burada ve konuşmak da biraz zor olacak bu yüzden, ama neyse. Şimdi konuşabiliriz, değil mi?

(Av. Yılmaz, konuşabileceklerini söylüyor.)

Türkiye’den haberler neler?

(Av. Yılmaz, herşeyin yolunda olduğunu söylüyor.)

Tamamdır. Bana soracağınız herhangi bir soru var mı peki?

(Av. Yılmaz, herhangi bir sorusu olmadığını söylüyor. Peşinden, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun yeniden yargılanması için, Mirzabeyoğlu’nun avukatları olarak “dün” -27 Haziran 2014- mahkemeye başvurduklarını ifâde ediyor. Mahkemenin “gelecek hafta” bir karar vermesini ve bu kararın da olumlu olmasını ümid ettiklerini ilâve ediyor.)

Öyle olsun diye umalım, inşallah öyle olur. Güzel bir haber bu.

(Av. Yılmaz da “inşallah” diyerek mukabele ediyor.)

Peki, özel olarak hakkında konuşmamı arzu ettiğiniz herhangi bir şey var mı?

(Av. Yılmaz, şayet dilerse, 100 yıl önce “bugün” başlayan I. Dünya Savaşı’yla ilgili olarak konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Elbette konuşabilirim. Bu konu üzerinde hiç hazırlanmadım gerçi ama bakalım neler söyleyebilirim.

Bugün, I. Dünya Savaşı’nın başlamasının 100. yıldönümü. Bu savaşın önemi ise, milyonlarca insanın, zehirli gazlar gibi kitle imha silâhları ve boyca küçük de olsalar binlerce avcı veya bombardıman uçağının kullanıldığı hava kuvvetleri dahil, modern silâhlarla öldürüldüğü ilk savaş oluşudur.

Bu savaş, aynı zamanda, an’anevî emperyal güçlerin o uzun tarih döneminin de sonu olmuştur.

Savaş, Avusturya-Macaristan imparatorunun [Franz Joseph] yeğeni ve hıristiyan oldukları tarihten bu yana bin yıldan fazladır Batı Avrupa’yı yöneten Alman kökenli imparatorluk tahtının vârisi olan kişinin [Franz Ferdinand] Saraybosna’da öldürülmesiyle başladı [28 Haziran 1914]. 

Avusturya-Macaristan imparatorunun oğlu [Rudolf von Habsburg-Lorraine], kendisiyle evlenmesi ve imparatoriçe olması uygun olmayan bir kadını sevmiş, sonuçta o kadınla birlikte intihar etmiştir ki, Avusturya-Macaristan imparatorluğu tahtının vârisi olarak tek kişi kalmıştı geriye: İmparatorun yeğeni.

İmparatorun karısı ise çok hoş bir kadındı ama serbest yaşantısı sebebiyle hanedan içinde tepki çekiyordu. O da, bir İtalyan anarşisti tarafından Cenevre’de öldürüldü. Neyse...

Evet, imparatorluğun tek vârisi olan yeğen [Franz Ferdinand], Bosna’yı ziyaret ederken, bir Sırb milliyetçisi tarafından öldürüldü. 

Yeri gelmişken, birkaç defa Saraybosna’da bulundum yıllar önce ve veliahdın Saraybosna’da öldürüldüğü yeri bu vesileyle ben de gidip gördüm. 

Tam sayısını bilmiyorum ama yaklaşık 15 veya 16 kişi birden hazırlanmıştı onu öldürmek için. Veliahdın mutlaka öldürülmesi gerekiyordu orada ve zaten Sırbistan hükümetiyle Rusya’nın askerî ataşesi vardı bu suikastin arkasında. Çarlık Rusya’sının isithbarat servisinin bir operasyonuydu bu. Çünkü, şayet veliaht öldürülebilirse, artık Avusturya-Macaristan imparatorluğunun bir vârisi kalmayacak, imparatorluk da bu yüzden dağılacaktı.

Sonuç olarak, tahtın vârisi olan kişi öldürüldü ve Avusturya-Macaristan imparatoru da Rusya’nın müttefiği olan Sırbistan’a savaş ilân etti. Ruslar da, Avusturya-Macaristan imparatorluğuna savaş ilân etti hemen peşinden.

O dönemde, iki zıd kutub vardı Avrupa’da: Bir yanda, Rusların, İngilizlerin ve Fransızların oluşturduğu “İtilaf Devletleri”; diğer yanda ise, Avusturya-Macaristanlıların, Almanların ve Türklerin oluşturduğu “İttifak Devletleri”. Bu iki grub arasında, çatışan emperyalist çıkarlar mevcuttu. Kendi içlerinde homojen de değildi bu grublar. Müttefik ülkelerin, dinî, lisanî, kültürel veya tarihî bakımdan öyle çok ortak noktaları yoktu.

Meselâ, o dönem Sırbistan’a karşı saldırıya geçildiğinde, Balkanlar’daki tek müttefiği olan –çoğunluğu- ortodoks Sırbistan’ın yanında yer almıştır laik katolik Fransa. Yakın zamanlara kadar da sürüyordu bu ittifak. Ne var ki, Fransız ordusu ve hava kuvvetleri, Sırbistan’ın yakın zamanlarda Amerikan bombardımanıyla tahribinin bir parçası olunca, bu ittifak da böylece sona erdi, Fransa Balkanlar’daki son müttefiğini kaybetti.

Almanlara gelince; ilk başta savaşa dahil olmak istemiyorlar, bunun yanlış olduğunu düşünüyorlardı. Ancak, “İttifak Devletleri” çerçevesinde Avusturya-Macaristan’ın müttefiği oldukları için, onlar da savaşa iştirak etti bir süre sonra.

Derken, Türkler takib etti Almanları.

Bu arada, Japonlar da, Almanların safında değil, aslında düşmanları olan Rusların yanında katıldılar savaşa.

(Carlos, sözün burasında, kendisini “biraz önce” ziyarete gelmiş olan protestan kalvinist bir papazdan bahsediyor ve Avusturya veya Macaristan’da katolikler çoğunluktayken, Almanya’da protestanların baskın olduğunu, buna rağmen bu zıd ülkelerin geçmişte aynı imparatorluğun veya ittifağın bir parçası olduğunu vurguluyor.)

I. Dünya Savaşı, Avrupa ve Asya’da yaşananlar bakımından, modern tarihte bir değişime sebeb olmuş; dünyanın yapısını değiştirmiştir.

Örnek olarak; Avusturya-Macaristan imparatorluğu ortadan kalkmış; Macaristan, önce çok kısa bir dönem cumhuriyet, sonra bir Macar amiralin idaresi altında diktatörlük olmuştur. Bu arada, denize ulaşımını da kaybetmiştir Macaristan.

Aynı şekilde, Avusturya da küçük bir ülke olmuş; topraklarının çoğu gibi, denize ulaşımını da kaybetmiştir. 

Tüm bunların sonucu olarak; Balkanlar’da Yugoslavya gibi birçok yeni ülke ortaya çıkmış; Rus imparatorluğu patlamış, 1917’de Sovyet Devrimi gerçekleşmiş ve bu Sovyet dönemi de 70 yıldan fazla sürmüştür. Almanlar ise, savaşı kaybetmelerine rağmen, doğuda Çarlık Rusyası’ndan yeni topraklar kazanmışlardır. Ruslar da, Baltık denizine doğru birçok bölgeyi kaybetmiş; meselâ Finlandiya bağımsız bir ülke olmuştur. Ve bunlar gibi başka birçok değişiklik olmuştur dünyada.

Böylece, o dönemde dünyanın merkezi olan “siyasî Avrupa”da, “jeopolitik Avrupa”da tam bir değişim gerçekleşmiş; Japonya yine bu sırada bir güç hâline gelmiş; nihâyet Amerikalılar, 1917’de Avrupa’ya müdahale etmiştir.

Almanların kendilerinden üstün askerî kurmaylığına karşı Fransa büsbütün bitkin düşmüş, İngilizler de binlerce değil milyonlarca insanı sömürgelerinden taşıyıp savaşa sokmuştur. 

Bu savaş yüzünden, iktisadî olarak mahvolmuştur İngiltere ve bankalara borçlanmak zorunda kalmıştır İngilizler. Artık kimseden para alamayacak duruma düştüklerinde ise, siyonistlerle 1917’de bir anlaşma yapmak zorunda kalmışlar ve onlara henüz bir devlet değil ama İngilizlerin Türklerden alıp işgal ettiği Filistin’de bir “yahudi topluluğu” kurma iznini vermişlerdir. 

İşte şimdi yaşadığımız “yeni dünya”, I. Dünya Savaşı’nın getirdiği bütün bu değişimlerin bir sonucudur.

Japonya, artık kabul edilen bir güç seviyesine yükselmiş; hernekadar Çarlık imparatorluğuyla objektif bir müttefik olsa da, devrim Rusya’sıyla savaş içerisinde olmuş ve Çin’de bir pozisyon kazanmışlardır.

İngiltere ise, dünyanın birinci büyük gücü olma mevkiini kaybetmiş ve yerini Amerikalılara bırakmıştır. Bu noktadan sonra sterlin de tahtını kaybetmiş ve o da Amerikan dolarına bırakmıştır yerini.

Diğer bir deyişle, yol açtığı ekonomik, malî ve kültürel değişimler yanında, yeni ülkelerin, yeni cumhuriyetlerin ve birçoğu 20-25 yıl yaşayan yeni krallıkların da kurulmasına sebeb olmuştur I. Dünya Savaşı.

İtalya da bu savaştan “birleşik” bağımsız bir İtalya olarak çıkmış; oluşturdukları “tek” ve muzaffer ordu, İtalya’da faşizmin yolunu açmıştır. Unutmayınız ki, I. Dünya Savaşı’nın kahramanlarındandır Mussolini. Genç bir radikal sosyalist milletvekili olduğu kadar, aynı zamanda bir pilottur kendisi. Mussolini’nin faşist hareketinin etkisi, aynen Fransa’da olduğu gibi, bugün bile sürmektedir hâlâ. Fransa’daki Millî Cebhe’nin ideolojik bağları vardır faşizmle.

Rus istihbaratının Sırb milliyetçileri yönlendirdiği veya kullandığı aptalca bir provokasyon sebebiyle başlatılan bu savaş yüzünden, tüm dünya değişmiş, muazzam imparatorluklar bir hiç olmuştur.

Alman halkı ise, Almanya’nın yenildiği bu savaş dolayısıyla çok berbat bir bedel ödemiş; büyük acılar ve açlık çekmiştir. Yiyecek ve benzin kıtlığı yaşanmıştır. Savaş sırasında olmamıştır bunlar. Zaten savaşta yabancı orduların işgali altında kalmamıştır Almanya. Varılan anlaşmanın peşinden, savaştan sonra olmuştur. 

Türklere geldiğimizde; bir imparatorluğun bitmesi iyi olmuştur bir bakıma, ancak sultanın aynı zamanda “halife” olması bakımından ise, bu, olumsuz bir sonuç doğurmuştur. General Kemal Atatürk, ülkeyi –Türkiye’yi, Anadolu’yu- kurtarmak üzere son bir hamle yapmış; ama bu arada halifelik yıkılmış; bir cumhuriyet kurulmuş; bu kurucular da sabetayist kökenli oldukları ve pek İslâmî tarafları da olmadığı için, sultanın ve hanedanın “halife” sıfatını taşımasına artık izin verilmemiştir.

Maalesef bunu söylemek durumundayız: O vakitten, I. Dünya Savaşı’ndan bu yana, biz müslümanların bir halifesi yoktur artık.

Her zeminde, her seviyede yaşanmıştır bu değişimler.

Arab dünyası da işgal edilmiş ve sun’i cumhuriyetlere bölünmüştür. Tarihte hiçbir zaman şimdiki sınırları içerisinde sözkonusu olmamış bir Filistin sınırı çizilmiş –ki şimdi Filistin denilen yer bile daha büyük bir Filistin’in parçasıdır yalnızca-; yine, Lübnan dağından dolayı tarihte yalnızca bir coğrafya isminden ibaretken, şimdi Lübnan diye bir başka sınır çizilmiş; tarihte Fırat’tan Akdeniz’e uzanan büyük bir toprağın ismiyken, şimdi Suriye diye bir diğer küçük sınır çizilmiş; neticede, bugün bölgede yaşanan tüm çatışmalar, hep I. Dünya Savaşı’nın sonuçları olarak ortaya çıkmıştır.

Oysa, I. Dünya Savaşı’ndan önce, –böyle dersek- Türklerin hâkimiyeti altındayken, Osmanlı sultanlarının devrindeyken, tüm bu ülkeler tek bir ülkeydi. Ortaasya’dan kalkıp, Akdeniz’e, Fas’a, Cezayir’e, Somali’ye, Eritre’ye, Sudan’a, Mısır’a kadar, vize yahut pasaport gerekmeden, Libya gibi –eskiden üç Osmanlı eyaletinden ibaret olan- sonradan imal edilmiş devletlerin sun’i sınırlarında durdurulmadan, sultanın tebaası olarak hür biçimde seyahat edebilirdiniz. Ne var ki, I. Dünya Savaşı’na doğru bunlar teker teker işgal edilmeye başlanmış, I. Dünya Savaşı da son bitirici darbe olmuş, tüm buraları kaybedilmiştir.

Bütün bunların sonucu ise, tam bir felâket oldu. Milyonlarca ama milyonlarca insan, gereksiz savaşlarda, kabile savaşlarında, din savaşlarında, mezheb savaşlarında ve emperyalistlerin müdahalelerinde öldü.

Bugün Irak’ta yaşananlar da hep bunun sonucu. 

Bu vesileyle; Şia’nın belli bazı özelliklerini kabul etmem, bence yanılıyorlar, ancak Şia karşıtı da değilim, saygı duyarım onlara. Kendi örgütümde de birçok yoldaşım Şiî idi. Öyle çok dindar veya fanatik değillerdi ama iyi insanlardı. Aile geleneklerinden dolayı Şiî idiler. Kim müslüman kim değil, bunu tâyin edebilecek merci ben değilim, sadece Allahtır bizi bu bakımdan yargılayabilecek.

Gelmek istediğim nokta, bugün yaşadığımız problemlerin hepsinin, I. Dünya Savaşı’nın ve dünyanın o dönem emperyalistlerce bölünmesinin sonucu olduğudur.

O berbat II. Dünya Savaşı da, aynı şekilde, I. Dünya Savaşı’nın ve onun yol açtığı adaletsizliklerin bir sonucudur ve burada 50 milyon, belki 60 milyon insan ölmüş, korkunç bir yıkım yaşanmıştır.

Kürtlere gelirsek; Versay Konferansı’nda [28 Haziran 1919] kendilerine tanınan haklar, Lozan’da [24 Temmuz 1923] geri alınmış; Türk ve Avrupalı hür masonların karşılıklı ve İslâm karşıtı mutabakatı sonucunda, o bölgede Türklerden, Arablardan ve Perslerden önce bile yerleşik bulunan Kürtlerin hakları maalesef tanınmamıştır. 

Sanıyorum, hâdiseler bundan sonra daha iyi yönde gelişecektir Kürtler için. Şayet mevcut Türk hükümeti bir yanlış yapmaz ve iktidarda kalmayı da başarırsa, Kürtler için olumlu yönde değişimler gerçekleşecek, “devlet” olarak demiyorum ama “millet” olarak Kürtlerin kültürel ve tarihî hakları tanınacaktır. Bütün bu gelişmeler de, 1920’lerden beri bölgede süregelmekte olan büyük bir çatışmayı sonlandıracaktır.

Sadece Karayipler’deki Amerikan işgalleri değil, Pasifik okyanusunda yaşanan tüm o problemler bile hep I. Dünya Savaşı’nın bir sonucudur.

Netice olarak söyleyeceğim şudur: I. Dünya Savaşı, sadece Avrupa’da değil, o günden bugüne tüm dünyada, her yerde yaşanan bütün problemlerin çıktığı düğüm noktasıdır.

Adaletin elbet hüküm süreceğine; halkların –kelimenin millî anlamı bakımından söylüyorum- haklarının tanınacağına; İslâmın –din değiştirme anlamında değil de örneklik teşkil etmek bakımından an’anevî, âdil ve muhteşem İslâm tarihinin- ilhâm ve rehberliğinin geçerli olacağına; problemlerin çözüleceğine ve yabancı emperyalistlerin doğrudan veya dolaylı olarak işgal ettikleri her yerden kovulacağına; zaferin gelecekte, hem de yakın gelecekte bizim olacağına inancım tam.

Allahü Ekber.

28 Haziran 2014

Baran Dergisi 390