Herhangi bir şeyi “hatırlama” faaliyetinde, insanın mizacından tutalım sosyo-kültürel çevreye kadar uzanan geniş bir etki sahası vardır. Alışkanlıklar, eğitim durumu, zekâ ve hayal kabiliyeti vs… “Spor” denildiğinde, hiçbir vasfı olmayan herhangi birisinden tutalım bunun felsefesini yapan herhangi bir kimseye kadar uzanan genişlikte bir hatırlama, tedâî zinciri oluşur; bu kelime söylendiğinde hatırımıza ilk gelen şey ve kimseden branşlarına, alâkasız olan hususlara kadar uzanan bir genişlik… Sosyo-kültürel ortam ve mizaç bu hatırlama işinde büyük etken sahibidirler. Meselâ, Türkiye’de “spor” denildiğinde akla ilk gelenin “futbol” olması gibi…

Verdiğimiz misaldeki gibi sporun ve günümüz sporlarının branşlarından bahsettiğimizde ise bu branşların önde gelenleri, tabiri caizse “parlayan yıldızlar”ı, tarihte hatırlanan bir yer edinmiş isimler hatırımıza gelir. Çoğu zaman bu hatırlama hâdisesi bahsettiğimiz sosyo-kültürel yapının zırhları içerisinde cereyan eder; “atletizm” denildiğinde ABD’li birisinin (Karl Lövis), Türkiye’li birisinin ise “Mehmet Terzi”yi hatırlaması gibi… Bununla beraber bazı branşlar telaffuz edildiğinde ise bir “ortak hafıza”dan bahsedilebilir sanırız. Buna en belirgin misâl olarak Futbol’u gösterebiliriz ve tabii ki“Pele” ismini… (Niv Orlins)lı bir Amerikalı ile İstanbul’daki bir Türk genci için futbol bahsinde “Pele” ismi bir “ortak hafıza” mevzuudur. İşte bunun gibi, “boks” denildiğinde ise Türkiye’de ve dünyada istisnaları hariç neredeyse tek bir isim o ortak hafızada öne çıkar: Muhammed Ali!

“Şairler ve romancıların sporu boks”un prensi bu adam, otoriteler tarafından tüm zamanların en iyi ağır siklet boks şampiyonu olarak kabul edilmektedir. İsminin ortak bir hafızada yer etmesinin ve ondan böylesine övgü ile bahsedilmesinde boks sporuna kattığı yeniliklerin yanı sıra içinde bulunduğu bozuk sisteme karşı muhalifliği de vardır; itilip-kakılan zencilerin ve Afrika’daki renkdaşlarının, Müslümanların sesi olmuş, işte bu ses sembolleşmiş ve bir isim etrafında toplanmıştır. Hor görülen insanlara onurlu bir şekilde nasıl mücadele etmeleri gerektiğini de göstermiş bir sanatçıdır da Muhammed Ali…

Cassius Marcellus Clay

17 Ocak 1942’de (Kentaki, Luizvil)de doğan Cassius Afro-Amerikan ve İrlanda kökenlidir. Annesi Odessa, hamile haliyle bile evlere temizlik yapmak için giden, babası ise elinde çantası tabela boyamak için sokakları arşınlayan insanlardı. Yaşadıkları şehir tabiri caizse fakirliğin “dizboyu” olduğu ve ırkçılığın şiddetli bir biçimde uygulandığı bir şehirdi. Babası “havalı” olması sebebiyle bir imparator ismi seçer çocuğu doğduğunda (Marcellus). Bu durum bir yönüyle bize, her türlü aşağılanmanın yaşandığı (negro)ların dünyasından bir (done) verir; “Ezilenler ve Hor Görülenler”in bir başkaldırışıdır da bu isim! Öyle ya! Eski Yunan’ı tahrip edip kendine hamleden Roma’nın bir imparatorudur Marcus Claudius Marcellus. Roma İmparatorluğu gibi zamanının imparatoru olan Amerika’nın zenci mahallesindeki “Marcellus”tu (Kesyüs).

Her Şey Nasıl Başladı?

(Alber Kamü)nün “bütün büyük eylemlerin, bütün büyük düşüncelerin önemsiz bir başlangıcı vardır. Büyük eserler çoğu kez bir sokağın dönemeçlerinde yahut bir lokantanın kapısında doğar” dediği gibi bir hâdise... Küçük (Kesyüs Kley) bisikletleri çok seviyordur. Oğlunun isteğini reddetmeyen babası maddi durumu zorladığı hâlde ona kırmızı bir bisiklet alır. İşte bu basit hâdise, bu, bir babanın yüreğinin yufkalığından doğan eylem, bu çocukça isteğin şevkiyle başladı herşey…

Polis Memuru Joe Martin

Arkadaşı (Con Vils) ile birlikte günlerden bir gün panayıra giderler. Bedava mısır ve sosis dağıtan palyaço ile eğlenirlerken iki küçük çocuğun bisikletini alıp gittiklerini görür ve çok üzülürler.

Bütün kronoloji ve biyografilerde (Kesyüs) ve arkadaşının karakola gittikleri ve bu durumu bildikleri yazılıdır. Siyahların içinde bulundukları ortam göz önüne alındığında bunun pek ihtimâl dahilinde olmadığını söylemek isteriz. Büyük ihtimâl işin aslı şu ki, siyahi polis memuru Co Martin’i çevrelerinin tavsiyesi ile bulduklarıdır. (Co) iki küçük çocuğu dinledikten sonra eliyle “giden gitti” anlamında bir işaret yapar ve “eğer boks bilseydiniz bisikletinizi çalamazlardı, demek ki sizden korkmadılar” diyerek onları başka türlü bir yöne sevk eder, tetikler. Aslında bu sevk ediş, tetikleme “öylesine” yapılmış akla ilk geldiği gibi söylenmiş değildir.(Kesyüs Kley)in geniş omuzlarını ve uzun kollarını fark etmiştir. Ve (Co Martin) daha sonraları bütün dünyanın “şampiyon” olarak kabul edeceği bir yeteneği görmüş ve halka ait o üstün seziş ile bunu fark edebilmiştir. Çocukları kendilerinin çalıştığı salona götürür ve onları ringlerle tanıştırır. Küçük (Kesyüs)ün ringlerle tanışması ve o ringlerin gelmiş-geçmiş en iyi ağır siklet boks şampiyonu olmasının hikayesi, hepimizce sıradan sayılabilecek bu kaba hâdise örgüsü ile başlar.

Ringlerin Yeni Prensi

(Kesyüs)ün evinden boks salonuna koşarak gittiği ve otobüslerle yarışmaya başladığı günler… Otobüsle yarışması, sadece bir idman değil aynı zamanda siyahların otobüslerde arka koltuklara oturma zorunluluğunun olduğu, ayrımcılığın ayyuka çıktığı bir dönem.

12 yaşında olan (Kesyüs Kley) altı hafta içinde boksun kurallarını öğrenmiş ve ringlere çıkmıştır. İlk üç rauntluk maçını hakem kararı ile kazanır. Toplamda 108 amatör boks maçı yapar. Bu maçlar içinden altı defa Kentaki Altın Eldiven Şampiyonluğu, 2 Ulusal Altın Eldiven orta sıklet şampiyonluğu ve AAU ulusal hafif sıklet ünvanını elde etmiştir. 18 yaşında geldiğinde Roma’da 1960 Olimpiyatları’nda altın madalya kazanır. (Kesyüs Kley)in gerçek mizacının, hırçın kişiliğinin de öne çıktığı senelerdir bu dönem. Kabına sığmayan ve ringlere yeni bir hava getiren mizacı boks sporunun da yitirdiği cazibeyi yavaş yavaş geri toplar. 1.91’lik boyuna rağmen seri bir şekilde hareket edebilmesi antrenör ve boks otoritelerini şaşırtmaktadır. Fakat en mühim özelliği ise gardını alış biçimidir. Bütün boksörler klasik bir biçimde gardlarını alırlarken (Kley)in elleri göğüs hizasında durmaktadır. O güne kadar düz gard, sol gard, sağ gard olarak belirlenen klasik gardlar içinden kendine yol bulan boksörler onun bu gardsız duruşu karşısında şaşkınlık yaşarlar. Elleri boşta ringlere çıkan ve herkesi deviren bu “yeni çocuk” hem otoriteler hem de seyirci için “akıl almaz” bir tiptir. Gardını bütün vücudu ile alıyor, sağa-sola seri hareketler yaparak yumrukları savuşturuyordu. İlk başta dezavantaj gibi görünen bu durum (çünkü rakipleri için suratı hazır hedef hâlindedir) onun en büyük avantajı olur

Ringlerdeki bu yeni stile alışkın olmayan bütün rakiplerinin (abandone) oluşuna, olayı kavrayamamalarına onun uzun kollarını, iyice sertleşen sağ yumruğunu ve yepyeni dans stilini de katarsak herhâlde ringlerden bir manzara gözünüzde canlanıverir? Otoriteler onun ringlere taşıdığı bu stile şüphe ile yaklaşıyorlar ve yaptığının bir “çılgınlık” olduğunu düşünüyorlardı ve ona “çılgın” lakabını takmışlardı. Neredeyse dar bir çevre içine sıkışıp kalmış olan boksun Muhammed Ali ile kaybettiği cazibesini tekrar yakaladığını söyleyebiliriz.

“They All Fail, in The Raund”

“They All Fail, in The Raund- Benim Söylediğim Round Gelecek ve Hepsi O Zaman Düşecek” diye bağırıyordu kameralara... Amerika’nın hem iç hem de dış politikada hareketli zamanlarıydı. Bir yandan Kominist avı sürerken diğer yandan siyahlarla Afro-Amerikalılar dışlanıyordu. Malcolm X siyah Müslümanlar hareketini bir huzurevi görüntüsünden çıkarıp aksiyoner hâle getirmiş ve Amerika toplumunda yükselmesi gereken bir sesin öncülüğünü yapıyordu.

Aldığı altın madalyonun ardından profesyonel olan (Kesyüs Kley)işte bu hızlı ortamda kameraların odağı haline geldi. 1960-1964 yılları arasında profesyonel ligde 19 maç yapmıştır. Bu 19 boks maçının dördünü hakem kararı ile diğerlerini ise nakavt ile kazanmıştır ki, bu maçlar onun kendini boks dünyasına kabul ettirdiği ve onu görmezden gelmeye çalışan otoriteleri de nakavt ettiği maçlardır bir anlamda.

Sırasıyla değil de, önemlilerin altını çizmek gerekirse, (Jimmy Robinson, Sonny Banks, Archie Moor, Daog Jones ve Henry Cooper gibi o dönem ringlerin önemli isimlerini alt ederek şöhretini dünya çapına çıkartmıştır. 1964 yılına geldiğinde 22 yaşındaydı ve gözünü o zaman dünya ağır siklet boks şampiyonu Sonnny Liston’a dikmişti.

“I Am The Greatest - En büyük Benim”

(Kesyüs Kley) zirveye doğru ne kadar istikrarlı çıkarsa çıksın, o günün boks otoriteleri ve önemli bir saha olan spor yazarları dünyasında “çok konuşan bir çılgın”dan öte görülmüyordu. Onu gelip geçici bir parlama, bir anlık heves gibi görüyorlar, (Soni Listın) gibi önüne geleni deviren bir boksörü yenebileceğine ihtimâl vermiyorlardı. Ona bakışları bundan öte bir öngörüye açık değildi ve zamanın hızı içerisinde bunu görebilmeleri de mümkün gözükmüyordu. Ama öyledir; 16. Lui de böylesine kaynayan memleketine, Fransa’ya bakıp boks otoriteleri gibi davranmış ve bedelini de kellesi ile ödemiştir. Otorite ve spor yazarları böyle düşünürken o ne düşünüyordu? (Kesyüs Kley), teşkilatının başında Elijah Muhammed isimli ırkçı bir sahte peygamber olan Nation Of İslâm hareketine katılmış ve bu hareketin o zamanlar toparlayıcısı -güdücüsü olan Malcolm X’in (bilindiği üzere Şehid Malik El-Hac El-Şahbaz-Malcolm X, İlayca Muhammed’in sahtekârlıklarını ortaya çıkarmış ve sonrasında Hacca giderek gerçek İslâma geçtiğini bir basın toplantıyla açıklamıştı, 21 Şubat 1965’te ise Audubon Dans Salonu’nda düzenlediği konferansında İlayca Muhammed’in adamlarının da dahil olduğu bir FBI suikasti ile şehid edilmiştir.) tesiri altına girmişti. Sonrasında (Kesyüs Kley)in dilinin, fikrinin bu kadar çatallı olması, hazır cevaplıkta da usta bir kelamcıya dönüşmesi esâsında hep Malcolm X’in tesiriyledir.

Peki siyah Müslümanlar hareketine nasıl katılmıştı? İlk kırılma ânı olimpiyatlarda altın madalya aldığı gün olmuştur; bir gazetecinin “Amerika’da yaşamaktan mutlu musun?” sorusuna, Elbette, Afrika’da ne var? Yılanlar, çiyanlar ve yalınayaklı çocuklar” cevabını verir. Ve onları dinleyen bir Nijerya’lı “öyle mi, ben kardeş olduğumuzu sanıyordum” der. Kesyüs şaşırır, bir şey diyemez, utanır.

Daha sonraları bir dostunu lüks bir restoranda misafir etmek istediğinde yaşadığı hâdise, yolunu çizmesini sağlar:

Garsonlar o ve misafirini gece boyunca görmezden gelirler. Bu mekanda sıkılan( Kley) “bakar mısınız?” diye seslenerek dikkat çekmek istese de aniden bütün garsonlar üzerine çullanarak tekme-tokat dışarı atarlar. Hem boks kariyerini düşünerek ve hem de polislerin aleyhine karar vereceğini bildiğinden o gece bir karşılık vermez. Bu hâdisenin ardından, kuru şöhret için göz diktiği yüksekler ona başka türlü gözükmeye başlar. Ve kazandığı altın madalyayı aynı gece (Ohayo) nehrine atar.

Ali, Malcolm X

Artık, onun içinde bulunduğu sistemle bir sorunu vardır ve güttüğü bir davası… Malcolm X ise onun en iyi hocası olmuştur; hiç göz önünde olmamasına rağmen Ali’nin bütün taktiklerinin teorisyeni hep şehid Malcolm X’tir.

1964 yılında devrin dünya ağır sıklet boks şampiyonu (Soni Listın)dı. Rakibi 30 (Kesyüs) ise 22 yaşındaydı. (Niv York Tayms) gazetesi (Mayami)de yapılacak bu karşılaşmanın galibinin (Listın) olabileceğine o kadar emindi ki mühim boks yazarlarından hiçbirisini o geceki maça yollamadı.

Fatih Turplu, Aylık Dergisi, 130. Sayı, Temmuz 2015