Osmanlı’nın ‘altın çağından’ yavaş yavaş teklemelerin başladığı bir çağa geçerken doğan Hasan Kâfî Akhisârî, Sultan Süleyman döneminde Ramazan 951’de (Aralık 1544) Bosna Hersek’in Travnik sancağına bağlı Akhisar kasabasında doğdu. Usûlu'l-Hikem fi Nizâmü’l-Âlem adlı ünlü eserinde otobiyografisini şöyle anlatmaktadır: “Soyum, Hasan b. Turhan b. Davud b. Yakup ez-Zeyyibî el-Akhisarî el-Kadî bi-Akhisarî’dir. Babamın anlattığına göre, ceddimiz merhum Yakup, h. 922’de İskenderiye yakınlarında doğmuştur. Sonra Akhisar yakınlarında Zeyyib’e göç etmiştir. Önceleri Hristiyan iken hidayet bulup Müslüman olmuştur. Sultan Mehmet Han, Akhisar dolaylarını fethedince Müslümanlarla birlikte yaşamaya başlamıştır. Babamdan duyduğuma göre ben 951/1544 senesinde Sultanü’l-Adil Sultan Süleyman devrinde, Ramazan ayında, cuma günü, ikindiden sonra dünyaya gelmişim.”

Hasan Kâfi, öğrenim hayatına on iki yaşında iken Akhisar’da başlamıştır. 974’te (1566) İstanbul’a giderek Sultan II. Selim’in ilk yıllarında Daru’s-Saadet’e girmiş ve dokuz yıl kadar medresede okumuştur. Kemalpaşazâde’nin talebesi, muîdi ve fetva emini olan Hacı Efendi Kara Yılan’dan ders görmüş ve hizmetinde bulunmuştur. Emeklilik döneminde Çatalca Ali Paşa Medresesi’nde müderrislik yapan Hacı Efendi ile birlikte bir süre Çatalca’da kalmıştır. Onun ölümünden sonra Rumeli Kazaskeri Molla Ahmed Ensarî’den tefsir ve usul-u fıkıh okumuştur. Bundan sonra müşkil hadisler konusunda yetkin âlimlerden olan Ebu’l-Mevali Mevlana Bâli b. Yusuf, sonra da Hint âlimlerinden Celalüddin Ekber’e talebe olmuş, bunlar dışında Kadıasker Şeyh Enver’den ve Gazanfer b. Cafer el-Hüseynî’den de ders almıştır. 983’te (1575) medrese tahsilini tamamlayıp doğum yeri olan Akhisar’a dönerek bir süre öğretim ve telifle meşgul olmuştur. Risale fî tahkiki lafzı çelebi ve el-Kâfî adlı kitaplarını bu dönemde kaleme almıştır. Daha sonra devletin Bosna ve çevresinde Hamza Bâlî mensuplarına karşı yürüttüğü takibat sırasında Bosna'ya kadı olarak tayin edilen ve İstanbul'dan hocası olan Bâlî Efendi'nin yanında nâiblik görevini üstlenmiştir.

990 (1582) yılında Akhisar'a ilk kadı olarak tayin edilen Hasan Kâfî 996'da (1588) İstanbul'a gidip mülâzemete başlamış ve 998 (1590) yılında Srem sancağına kadı tayin edilmiştir. Osiek'te de kısa bir süre kadılık yapmıştır. Ertesi yıl hacca gitmiştir. Bu münasebetle görüştüğü Kudüs, Hicaz ve Şam âlimlerine, en son yazmış olduğu Kitabu Sümtü’l-Vusul ila İlmi’l-Usul adlı eserini göstermiştir. 1000 (1592) yılında İstanbul’a dönmüş ve Daru’s-Saadet ulemasına da eserini göstermiştir. Beğenilen eserine bir de şerh yazmasını tavsiye etmişlerdir. 1001 senesinden itibaren Erdel dolaylarında karışıklıklar çıkınca kadılığı bırakıp Akhisar’a dönmüştür. Hasan Kâfî, 1596'da III. Mehmed'in Eğri seferine katılmak üzere Akhisar'dan ayrılmıştır. Arapça olarak yazdığı Usûlu'l-Hikem fi Nizâmü’l-Âlem adlı önemli eserini Eğri Kalesi'nin fethi ve Haçova zaferinden sonra (Safer 1005/ Ekim 1596) bazı devlet ve ordu ricaline sunmuştur. Kendisine eseri Türkçeye çevirip şerh etmesi tavsiye edilmiştir. Hasan Kâfî eserin açıklamalı tercümesini yaparak tekrar İstanbul'a gitmiştir. Kitap, Sadrazam Damat İbrahim Paşa vasıtasıyla Sultan III. Mehmet’e arz edilince müellif onun iltifatına mazhar olmuştur.

Hasan Kafi'nin devlet düzeni hakkında kaleme aldığı Usûlu'l-Hikem fi Nizâmü’l-Âlem adlı kitap esasen Osmanlı Devleti'nde 1572 yılından itibaren birbiri ardınca meydana gelen felaketlerin, başarısızlıkların ve karışıklıkların ortaya çıkmasının sebeplerini tespit ederek bunlara çare bulmaya matuftur. Hasan Kafi'ye göre adalet bozulmuş, idarede ihmal ve su-i istimaller meydana gelmiş, dürüst ve işinin ehli olmayan kimseler çeşitli görevlere getirilmiştir. Devlet adamları ulemanın görüşlerine itibar etmez olmuş, askeri alanda özellikle savaş aletlerinin kullanılmasında ihmalkâr davranılmış, rüşvet yaygınlaşmıştır.

Hasan Kafi'nin en dikkat çekici tespiti, yeni savaş teknikleri ve silahların ortaya çıkışı ile Avrupa'nın üstünlük kazanması ve Osmanlı askerlerinin buna uyum sağlayamamasıdır. Bir başka önemli konu da, eski sınıflandırmaya uyularak Osmanlı toplumunun dört gruba ayrılmasıdır (padişah ve idareciler, ulema, ziraat erbabı/ reaya, zanaat ve ticaret ehli). Hasan Kafi, bunların dışında kalanların da bu sınıflardan birine girmesi gerektiğini söylemektedir. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, müellifin savaş ve barış hakkındaki görüşleridir. Ona göre, savaş acı ve zordur. Barış ise emniyet ve rahatlık sağlar; barış isteyen bir milletle savaş yapmak büyük hatadır; ahdi bozmak da aynı şekilde hata olduğu gibi büyük bir günahtır. Hasan Kâfî’nin üzerine dikkat çektiği mevzular bu eserinin kaleme alınmasında temel sâikler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu eser daha sonra Koçi Bey’in ve Evliya Çelebi’nin bu türden yazmış oldukları eserlerin bir öncüsü, bir filozof ve devlet adamı bakış açısının bir semeresidir. Vezîriâzam Lala Mehmed Paşa'nın Estergon Kalesi'ni muhasarası sırasında orduda bulunmuş ve bazı önemli görevler üstlenmiştir. Osmanlı-Habsburg mücadelesinin sona ermesinin (1606) ardından Akhisar'a dönen Hasan Kâfi, bundan sonraki yıllarını eser yazmak, daha önce yazdığı eserleri temize çekmek ve ders okutmakla geçirmiştir. Kaynaklarda Hasan Kâfi’nin 15 Şaban 1025 (28 Ağustos 1616) tarihinde vefat ettiği kaydedilmektedir. Akhisar'da yaptırdığı caminin yanında bulunan medresenin bitişiğindeki türbeye defnedilen Hasan Kâfî'nin kabri bugün de halk tarafından ziyaret edilmektedir. Usûlu'l-Hikem fi Nizâmü’l-Âlem, Küre Yayınlarından Nizâm-ı Âlemi Sağlayan Sebeplerin Temelleri tercümesiyle de yayınlanmıştır.

Kaynak: Muhammed Aruçi. “Hasan Kâfî Akhisârî”. DİA. İstanbul: TDV Yayınları; Abdulkadir Macit. "Hasan Kâfi Akhisarî". İDA.