İbn Haldun'un Mukaddime’sini Türkçe'ye ilk defa çevirmeye başlaması ile şöhret bulmuş Osmanlı şeyhülislamı Mehmed Sâhib Efendi, 1085/1674 yılının başlarında İstanbul'da doğmuş, 10 yaşında Kur'an-ı Kerim'i okumayı öğrenmiş ve devrinin önde gelen âlimlerinden ders alarak yetişmiştir. Bir süre Şeyhülislam Mirzazade Efendi'nin hizmetinde bulunmuş, 1106/1695'de Sultan II. Mustafa'nın cülusu esnasında mülazemete nail olmuş ve bir süre de Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin kitapçılık hizmetini yapmıştır. Feyzullah Efendi'nin tavsiyesiyle Sadrazam Daltaban Mustafa Paşa'ya ve daha sonra Rûmi Paşa'ya imamlık yapan Mehmed Sâhib Efendi, 1113/1701'de müderrisliğe başlamıştır. Sırasıyla İbrahim Ağa Medresesi Darülhadisi, Halil Paşa Medresesi, Abdullah Ağa Medresesi, Hafız Paşa ve Koca Mustafa Paşa medreseleri, Haydar Paşa, Kılıç Ali Paşa, Kalenderhane medreseleri ve son olarak da Şehzade Medresesi'nde müderrislik yapmıştır. 1127/1715'de Evkaf-ı Harameyn müfettişliğine getirilen Mehmed Sâhib Efendi bu arada Süleymaniye Darülhadisi'nde reisü'l-müderrisin ünvanını almıştır. Bir süre Mahmud Paşa Mahkemesi'nde naiblik görevini yürüttükten sonra 1135/1722-1723'de Selanik kadısı olmuş, daha sonra Yenişehir Fenar kazası kadılığına nakledilmiştir.

I. Mahmud döneminde 1140/1727-1728'de ikinci sultan imamlığına ve şehzade hocalığına getirilen Mehmed Sâhib Efendi, Bursa payesi aldıktan sonra 1142/1729-1730'da fiilen Bursa kadılığına tayin edilmiştir. Ardından aynı yıl içinde Mekke payesi almış, 1143/1731-1732'de Arabzade Abdurrahman Efendi'nin yerine birinci sultan imamlığına getirilmiştir. Ayrıca İstanbul kadılığı da kendisine verilerek Anadolu payesi almış ve 1146/1733'te fiilen Anadolu kazaskerliğine getirilmiştir. 1149/1736-1737'de Rumeli payesi alan Mehmed Sâhib Efendi, 1150/1737'de de Rumeli kazaskeri olmuştur. Şevval 1151/0cak 1739'da azledildikten sonra Muharrem 1156/Şubat 1743'te tekrar Rumeli kazaskerliğine getirilmiştir. 30 Muharrem 1158/4 Mart 1745 tarihinde vefat eden Feyzullah Efendizade Seyyid Mustafa Efendi yerine şeyhülislamlığa tayin edilen Mehmed Sâhib Efendi, bir yıl bir ay kadar şeyhülislamlık yaptıktan sonra hastalığı nedeniyle 13 Rebiülevvel 1159/5 Nisan 1746'da bu görevden ayrılarak Beşiktaş'taki yalısına çekilmiştir.

Şemdanizade müellifine göre azil sebebi İstanbul kadılığına getirdiği oğlu Osman Sâhib Efendi'nin uygunsuz davranışlarıdır. Hac yapmak niyetiyle aynı yıl oğluyla birlikte Üsküdar'dan hareket etmiş, hac dönüşünde ise Gelibolu'da ikamet etmesi uygun görülmüş, daha sonra Tekfur Dağı’nda ikametine müsaade edilmiş ve ancak birkaç ay sonra Üsküdar'daki evine dönmesine izin verilmiştir. Kısa bir süre sonra, 9 Recep 1162/25 Haziran 1749 Salı günü Üsküdar'da Balaban iskelesi civarında bulunan ve Yılanlı Yalı olarak bilinen yalısında vefat etmiştir. Cenaze namazı ertesi gün Üsküdar'daki Valide Sultan Camii'inde kılındıktan sonra Karacaahmet Mezarlığı’nda bulunan babasının mezarının yanına defnedilmiştir. Mezar yeri Çiçekçi mevkiinde Selimiye Dergâhı karşısında ve 8. adanın ortalarında yer almaktadır. Mehmed Sâhib Efendi güzel konuşması ile şöhret bulmuştur. Muhtelif ilimlerde birikimi olan ilim ve fazilet sâhibi bir kişiydi. Bir süre İstanbul'da kurulan Müteferrika Matbaası'nda görev yaparak basılan kitapların tashih işleriyle de meşgul olmuştur. Bu dönemde Osmanlı devlet adamları ile ulema arasında gündeme gelerek tartışma konusu olan Caferiliğin beşinci mezhep olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi'nin de görüşünün alındığı tarihi kaynaklarda anlatılmaktadır.

Yeni buluşlara meraklı olan ve her fende mahareti olan Mehmed Sâhib Efendi Üsküdar'da kurulan Hendesehane'nin ilk hocası Yenişehir Müftüsüzade Mehmet Sait Efendi'nin icad ettiği ve iki cisim arasındaki mesafeyi uzaktan ölçmeye yarayan Rub-i müceyyib-i zü'l-kavseyn adlı aleti inceleyerek doğrudan Sultan Mahmud'a takdim etmiştir. Padişahın da teşvikiyle alet düzeltilerek geliştirilmiş ve bir üçgenin bir kenarı ile iki açısı bilindiğinde diğer açıları ve kenarları da bulunabilecek şekilde kullanılır hale getirilmiştir. Pîrîzâde'nin bir süre, Müteferrika Matbaası'nda basılan kitapların tashih işleriyle meşgul olduğu da kaydedilmektedir.

Ama onun asıl asıl ünü İbn Haldun’un Mukaddime adlı eserini Türkçe’ye ilk kez çevirmesinden gelmektedir. İbn Haldûn’un eserini Türkçe’ye ilk defa Pîrîzâde çevirmeye başlamış, ancak eserin başından itibaren beşinci faslın sonuna kadar olan kısmını tercüme edebilmiştir. Pîrîzâde eserin girişinde tercümeye 1138 (1725) yılında başladığını ve beş yıllık süre sonunda ancak üçte ikisini çevirebildiğini, Rebîülevvel 1143’te (Eylül 1730) I. Mahmud’un isteği üzerine takdim ve dîbâcesinin tertip edildiğini belirtmektedir. Pîrîzâde’nin tercümeyi yaparken zaman zaman geniş açıklamalara da yer vermesi sebebiyle onun tercümenin ötesinde tarihçiyi yorumladığı belirtilir. Özellikle girişte ilmin kısımları ve tarih ilminin diğer ilimler arasındaki yeri hakkında verdiği bilgiler kıymetlidir. Yapılan ilâve ve izahlar sebebiyle çevirinin aslından daha değerli olduğu şeklinde değerlendirmeler yapılır.

Kaynakça:

Tahsin Özcan. “Nesiller Boyu Üsküdarlı Bir Şeyhülislam Ailesi: Pîrîzâdeler”. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu V: 1-5 Kasım 2007, c. II, s. 379-390.

DİA