Asıl adı Ali olan Âşık Paşa, 1272 (H. 670) yılında Kırşehir yakınlarındaki Arapkir'de doğdu. Onun hayatı hakkındaki bilgiler sınırlı olmakla birlikte, daha çok Garib-nâme adlı eserine ve oğlu Elvan Çelebi'nin yazdığı Menâkıbu'l-Kudsiyye Fî Menâbi'l-Ünsiyye'ye dayanmaktadır. Buna göre anne ve babası yönünden önemli bir aileye mensup olan Âşık Paşa, Şeyh Baba İlyas'ın torunudur. Âşık Paşa'nın dedesi Baba İlyas, Horasan'dan Anadolu'ya göçmüş ve Amasya'ya yerleşmiştir. Müritlerinin çok olması ve etki alanının geniş olmasından dolayı Baba İlyas, öğrencilerinden Baba İshak'ın başlattığı ayaklanmadan sonra 1241 yılında şehit edilmiştir. Nitekim Elvan Çelebi'nin verdiği bilgilere göre Baba İlyas'ın bu isyana karşı çıktığı ve katılmadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında, Âşık Paşa'nın babası Muhlis Paşa, Baba İlyas'ın dört çocuğundan biri olup II. Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde bir takım zulümlerle karşı karşıya kalmıştır. Ömrünün son demlerini Kırşehir Arapkir'de geçiren Muhlis Paşa, oğlu Âşık Paşa'yı babasının halifelerinden Şeyh Osman'a emanet etmiş ve vefat etmiştir. Bundan sonra Şeyh Osman'dan ilim ve terbiye öğrenen Âşık Paşa, babasının vasiyeti üzerine onun kızıyla evlenmiştir.

İlim ve tarikat çevresinde yetişen Âşık Paşa, küçük yaştan itibaren zahirî ve batınî ilimlerde kendini geliştirmiştir. Garib-nâme'de "Âşık" ismini Hızır'dan aldığını söyleyen Âşık Paşa, ilim, ahlak ve edep sahibi olması nedeniyle devrinde saygı görmüştür. Bunların yanında şuara tezkirelerinde aşık, kâmil, arif ve veli olarak nitelendirilen Âşık Paşa, pek çok şair ve mutasavvıfı etkilemekle birlikte Anadolu'nun İslamlaşması ve Türkleşmesi'nde önemli bir yere sahiptir. Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna katkı sağlamakla birlikte Kırşehir'in Osmanlı topraklarına katılmasını kolaylaştırmış ve Kırşehir beyi olarak tayin edilmiştir. Bunun yanında Mısır'a elçi olarak gittiği ve Anadolu valisi Timurtaş Paşa'nın veziri olduğu da rivayet edilmektedir. Çocukluk çağlarını Selçuklu döneminde III. Gıyaseddin Keyhusrev; gençlik yıllarını Sultan II. Mesud ve Alâeddin Keykubad; olgunluk dönemini Osmanlı döneminde Osman Gazi ve Orhan Gazi zamanında geçiren Âşık Paşa, 1332 (H. 733) yılında Kırşehir'de ruhunu teslim etmiştir.

Âşık Paşa dedesi Baba İlyas'ın kurduğu tarikatın XIV. yüzyıldaki en önemli temsilcisi olmuş ve Anadolu'da Vefâiyye tarikatının başı olarak anılmıştır. Küçük yaştan itibaren tarikat ve ilim kültürünün içinde yetişen Âşık Paşa, Mevlevîlerle de irtibat kurmuş ve o dönemde Kırşehir'in kültürel bir havza olmasından faydalanmıştır. Bu anlamda Mevlânâ gibi vahdet-i vücud mektebine bağlı bir Ehl-i Sünnet âlimi olan Âşık Paşa, tasavvuf anlayışıyla da dikkat çekmektedir. Kur'an'dan, hadisten ve İslam tarihinden alınmış pek çok örnek ve alıntıyla dolu olan Garib-nâme, onun tasavvufî ve ahlakî öğretisine en güzel örnektir. Anadolu'nun sosyal ve siyasî anlamda karışık olduğu bir dönemde yazılan bu eser, halka ve yöneticilere pek çok konuda nasihat ve bilgi vermektedir. Nitekim F. Köprülü bu yüzden onun, kendi zamanında Anadolu’da çok çetin bir tarzda sürüp giden Ehl-i Sünnet ve dışında kalan mutasavvıflar arasındaki mücadelede Ehl-i Sünnet dairesi içerisinde bulunduğunu ve Garibnâme’yi bu yolda yazdığını söyler.

Bu anlamda sosyal, siyasî ve tarikat ilişkileri açısından pek çok kaynak ihtiva eden Garib-nâme, Türk edebiyatının ve tasavvufun gelişimi adına önemli bir yere sahiptir. Ayrıca eserinde ana, baba, hoca ve esnaf hakkını gözetmeyi tavsiye eden Âşık Paşa, bunlara hizmeti, ilim öğrenmeyi, bir hocaya bağlanmayı, malı mülkü insanların yoluna feda etmeyi, halkın sıkıntısını paylaşmayı ve yol gösterici olmayı oldukça önemsemiştir. Bunların yanında Âşık Paşa'da birlik fikri, Allah'ın birliğinden siyasî ve sosyal birliğe kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu anlamda ona göre birlik, siyasî ve sosyal hayatı kuşatmalıdır. Ayrıca Âşık Paşa'nın ele aldığı meseleyi hem dünya hayatı için hem de ahiret hayatı için değerlendirdiği görülmektedir. Bu anlamda onun gözünde pek çok mesele maddî ve manevî olarak iki yönlü değerlendirilmektedir. Tüm bunların yanında Âşık Paşa'nın en önemli yönü hiç şüphesiz Türkçeye verdiği önemdir. Bu anlamda Garib-nâme, adlı eserinde Türkçe yazmaya özendiren ve tercümeden yakınan bir tavrı vardır. Dilin yapısı ve gramerle de ilgilenen Âşık Paşa, Türklerin kendi dillerinde yazmalarını önemsemiş ve kendi eserini bu amaçla yazmıştır.

Kaynakça:

Günay Kut ve Ahmet Yaşar Ocak. "Âşık Paşa". DİA. İstanbul: TDV, 1991.

Ahmet Gülşen. İlk Türkçecilerden Kırşehirli Âşık Paşa (Hayatı-Edebî Kişiliği ve Eserleri). Kırşehir: Kırşehir Valiliği, 2006.

Dursun Özyürek. "Âşık Paşa". İslam Düşünce Atlası.

Baran Dergisi 759. sayı