İskilipli Muhammed Âtıf Hoca 1876 tarihinde Çorum iline bağlı İskilip'in Tophane köyünde doğdu. Babası Akkoyunlu aşiretinden Mehmet Ali Ağa'dır. Annesi Nazlı Hanım'ın vefatıyla altı aylıkken öksüz kalmıştır. İskilipli Atıf Hoca, ilköğrenimini tamamladıktan sonra Abdullah Efendiden ders alıp tahsilini tamamlamak üzere de İstanbul'a gelmiştir. Bir medresede eğitime başlamış ve 1902 yılında mezun olmuştur. Darülfünun'un İlahiyat şubesine kaydolmuş, Fatih Camii'ndeki Ders-i âmlık ile beraber Kabataş Lisesi Arapça muallimliğine tayin olmuş ve aynı yıl içinde Fatma Zahide hanım ile izdivaç eylemişlerdir. Bir yandan Müderrislik yaparken diğer yandan ise Sebilürreşad mecmuasında yazılar tefrika etmiştir. İslam âlemine bir nevi ses getiren Atıf Hoca, Balkan Harbi'nde donanmaya duyulan ihtiyaç nedeniyle milleti donanmaya teşvik etmiş, fakat Mahmut Şevket Paşa suikastını fırsat bilip bütün muhaliflerini toplayan zihniyet, Atıf Hoca’yı da bu gruba dâhil ederek Sinop'a sürgüne göndermiştir. Oradan Çorum'a ve Sungurlu'ya havale edilmiş güya "yanlışlık yapıldı" özrüyle geri İstanbul'a dönmesine izin verilmiştir. Kemalist sistemin Müslümanlara yaptığı zalimlikler, başladığından beri hiç durmadı ve İskilipli Atıf Hocanın hüznüne de hüzün katacak, onu ipe kadar götürecekti bu hain zihniyet. Medresedeki Müderrisliğine kaldığı yerden devam etmiştir tekrar. Amerika'dan gelen bir heyet Hocanın ilmine hayran kalmış, ilminden faydalanmak için Amerika'ya da davet etmişlerdir. Atıf Hocanın ilmi bütünlüğü ve zekâsı ülkelerce de tanınmış ve müsteşrik hayran kitlesi de olmuştur.

1920 yıllarında Mustafa Sabri Efendi, Mustafa Saffet Efendi ve Said-i Nursi'nin de bulunduğu üyeler arasında "Müderrisler Cemiyeti"ni kurmuştur.

1924 yılında, kompleksli Batı taklitçilerinin, toplumun örfüne alenî olarak uymayanların, İslam mefhumunu kaybetmiş kişilerin, statükocu memurların, üstlerindeki kölelere köle olanların, halk ve emniyet mensuplarının hoş karşılamadığı ve zalimane işlerde bulunulduğu bir dönemde "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı eserini neşretmiştir kahraman Atıf Hocamız. Atıf Efendi, 32 sayfalık bu eserinde; Avrupa’nın ilim ve fennini almanın caiz, hatta lüzumlu bulunup, ama bizde yapılanın ise daha çok şuursuz bir Batı taklitçiliği olduğunu, kılık kıyafette onlara benzemenin aslında ruhtaki bir bozuluşa alamet veya onun bedene aksetmesine sebebiyet vereceğini, bunun ise müstakil (bağımsız) bir şahsiyet inşa eden İslam düşüncesine zıt düştüğünü, Resul-i Ekrem’in Ebu Davud gibi sünen kitaplarında geçen “Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır.” hadis-i nebevisi ışığında izah etmeye çalışıyor ve şu hükmü veriyordu:

“Bir Müslüman şiar (simge) ve alamet-i küfür addolunan (sayılan) bir şeyi zaruretsiz giymek ve takınmak suretiyle gayr-i Müslimleri (müslüman olmayanları) taklit etmesi ve kendini onlara benzetmesi şer’an (dinen) memnûdur (yasaktır.)”

Atıf Efendi kitabını neşrettikten sonra eseri için şunları söylemiştir: “Risalede şapkaya dair olan bahisleri Fetava-i Hindiyye, Kadıhan, Bezzaziye, Muhit-i Burhani gibi muteber fıkıh (hukuk) kitaplarından ahz ile (almakla) tercüme ettim. Meselenin ruhuna kendiliğinden bir şey ilave etmedim.”

1925 yılı sonlarında çıkan "Şapka kanunu"na muhalefetten ise tutuklandı. Giresun'daki engizisyon ihtilal mahkemesinde sorgulanan Atıf Hoca, eserinin "şapka kanunu"ndan bir sene sonra çıktığını ispat edince, İstanbul'a getirildi, fakat 1926 yılında Ankara'ya İstiklal Mahkemesi'nce tekrar yargılanmak üzere gönderildi. O zamanlar da Erzurum, Giresun, Sivas ve bir kaç ilde şapkaya karşı hareketler yapılmıştı. Bu hareketlerde Atıf Hocanın rolü olduğu düşünülerek soruşturmalar başlatılmıştı. Burada devrin mütefekkir kahramanlarına yapılan ithamların aynı yerden yapıldığını göstermek ve kaderlerinin de aynı acıda olduğunu bir nebze gösterebilmek babından şu iki hadiseye değineceğim: Üstad Necip Fazıl Kısakürek, arkadaşının işlediği suçtan dolayı mahkemede yargılanmaktadır. Üstad, hâkime şu cevabı verir: Şekspir'in kıskançlık eseri olan Othello eserini okuyan bir adam, o eserden etkilenerek hanımını öldürse, bundan Şekspir mi suçludur? Üstadın hapis hayatında zalimce karşılaştığı birçok yargılar olmuştur. Aynı şekilde Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu da İskilifli Atıf Hoca gibi eserleri ve fikirlerinden dolayı bugün zindandadır. Bazılarında "devrin İskilipli Atıf'ı" denilen Mirzabeyoğlu'nun eserleri de bugün gizli şekilde büyük bir ilgi görüyor ama bu komplekslerinden, korkaklıklarından, Müslüman bir mazlumun yanında olamadıklarından dolayı dışarı aksettirilmiyor, çıkarılmıyor. Evet, Atıf Hocanın kıymetini Batı'dan gelen müsteşrikler bilirken, Kemalist rejimin diktalığı ve Mirzabeyoğlu'nun eserlerine -kimler gerçek manada talib olur bilemeyiz ama- şimdiki rejimin de Kemalist rejimin yaptığı şekilde bizzat zatına ve eserlerine değer vermemesi de hâlâ robotlaşmış algıların aynı hegemonya içerisinden çıkamadığını, İslama muhatab olmayan kof bir sistemle yine resmi ideolojiyi beslediğinin farkında olmadıklarını gösterir. İskilipli Atıf Hoca’yı ilk defa kamuoyuna tanıtan Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” adlı eseri olmuştur. Oradan kısa levhalar takdim edelim: “Atıf Hoca’ya belki makamların en üstünü olan üç ayaklı sehbanın hazırlanmakta olduğu günlerde, Kırım Müslümanların reisi İstanbul’a gelmiş, Atıf Hoca’yı Kırım’a davet etmiş ve kendisine Evkaf Nezaretiyle beraber Kırım’daki bütün dinî müessiselerin ıslahı işini sunmuştu. Fakat Atıf Hoca, bu teklife, benzerlerine verdiği cevabla mukabele etmişti: -Vatanımdan ayrılamam! İslami kalkınma davasının ilk merkezi Türkiye’dir. Başka bir yer olamaz!

Yazının devamı için TIKLA