Amerika Birleşik Devletleri tarafından İkinci Dünya Savaşı’ndan başlayarak Soğuk Savaş dönemi de dâhil olmak üzere milletlerarası platformda cereyan eden hadiselere hep “oyun” gözüyle bakıldı. Orada insanlar ölüyormuş, açmış, sefilmiş hiç umurlarında bile olmadı. Onlar, uzak kıtalarından beri oynadıkları milletlerarası siyaset oyununda, kendilerinden geri kalan herkesi birer oyun figürü olarak gördüler.

Peki, bizim, milletlerarası münasebetler edebiyatına Amerika tarafından sokulan “oyun kurucu”, “oyun bozucu”, “oyun değiştirici” gibi kavramları artık terk ederek kendi kavramlarımıza geçmemiz gerekmez mi? Bir tarafıyla medeniyetler arasında süren bu mücadeleden muzaffer çıkmanın şartlarından biri de kendimizi hasmın dil dairesinden kurtarmaktan geçiyor. Son günlerde Türkiye için sıkça söylenen “oyun kurucu”, “oyun bozucu” yahut “oyun değiştirici” gibi tanımlamalar açıkçası mide bulandırıcı. Suriye’de 1 milyona yakın insanın öldüğü hadiseler bir oyun mu? Dünyanın dört bir tarafına sığınmak zorunda kalan mültecilerin içler acısı hâlleri hangi oyunun bir parçası? Afrika’nın bir çok ülkesinde zengin yeraltı ve üstü kaynakları Batı tarafından dikenli teller içinde sömürülürken, açlık ve susuzluktan ölen insanlar nasıl bir oyun peşindeler?

Eşref-i mahlukat olan “insan”ın hayatıyla oyun oynanmayacağı bedahet. Tarih defaatle şahitlik etmiştir ki, biz insan hayatıyla oyun oynamayız. Biz âleme nizam veririz ki, bu düzen içinde herkes insan gibi yaşayabilsin. Çağımızın en büyük meselesi de bu değil mi zaten? Yaşanmaya değer hayat...

Suriye’de cereyan eden hadiseler ve tarafların Suriye’de izledikleri siyaset, müesses dünya nizamının artık sürdürülemeyeceğini kan kırmızı harflerle dünyanın kalbi konumundaki Ortadoğu’ya yazarken, ne tevafuktur ki, yeni dünya düzenini kurmak, bunun ilk eseri olarak da Suriye’ye nizam verirken, Amerika’yı Ortadoğu’dan def etmek yine bize düşüyor.

Amerika’nın Yaslanma Gafleti
Amerika, Ortadoğu’daki varlığını PKK-YPG gibi bir unsura dayanarak tesis etmiş vaziyette. Bu vaziyet dezavantajmış gibi görünüyorsa da aslında geri tepilmemesi gereken bir fırsat sunuyor. Şöyle ki, belki bugün Amerika’ya vurarak onu dize getiremeyiz; fakat yaslandığı PKK-YPG’yi elinin altından çekecek olursak, kuvveti, büyüklüğü ne olursa olsun Amerika’yı dizlerinin üzerine çökertebiliriz. Bu sebeble Türkiye, PKK-PYD’nin bugün için hâkim olduğu yalnız Afrin ve Mümbiç değil, Kamışlı, Haseke, Ayn-el Arab da dâhil Deyr Ez Zor’a kadar inmek ve ABD’nin yaslandığı masayı elinin altından çekmek zorunda.

Geçtiğimiz günlerde milletlerarası çapta yapılan bir ankete göre insanların Amerika’nın liderliği ve güvenilirliğine olan inancı ciddi bir oranda düşmüş ve düşmeye devam etmekte. Türkiye’nin Amerika’yı Suriye’de bertaraf etmesi bu düşüşü hızlandıracağı gibi, devletlerarası münasebetler dengesinin de yeniden kurulmasında son derece önemli bir hamle olacaktır.

Türkiye’nin Yapması Gerekenler
Suriye’de Amerika’yı saf dışı bırakmak için biraz evvel dediğimiz gibi Amerika’nın yaslandığı dayanağın elinin altından çekilmesi gerekiyor. Bunun için de Afrin’e yönelik olarak başlatılan harekât PKK-PYD’nin diğer hâkimiyet alanlarına doğru genişletilmeli. Hattâ geçtiğimiz hafta bahsettiğimiz üzere Suriye’nin doğusu ve güneyinden bir koridor açılarak Golan Tepeleri’ne kadar PKK-PYD’ye verilmek istenen alanın tamamında Türkiye’nin hâkim olması gerekiyor.

Tüm bunlarla beraber İdlip’ten başlayarak PKK-PYD’den ele geçecek yeni alanlara doğru, tıpkı Cerablus ve El-Bab’da olduğu gibi Türkiye’nin gözetiminde Suriyelilerce bir “devlet düzeni” kurulmalı ve Türkiye’deki mülteciler de bu alanlara yerleştirilmeli. Biz sömürgeci değiliz ve milletlerin hayatlarıyla oyun da oynamıyoruz. Biz nizam peşindeyiz. Bununla beraber artık bu bölgeler mevcut hâliyle Suriye rejimine asla geri verilmemeli. Hizbullah ve Haşd-i Şabi militanlarını kullanarak senelerdir bölge halkına yaptıkları ortada. O sürekli ağızlarda gevelenen “milletlerarası hukuka” göre Türkiye’ye karşı tehdit unsuru barındıran bu bölgelere geçici bir süreliğine bile olsa hâkim olmamızda hiçbir sakınca yoktur.

Türkiye’nin, Anadolu ve onun tabiî uzantısı olan Irak ile Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Kürtlere karşı yeni bir söylem geliştirerek, İsrail-Amerikan işbirlikçisi PKK-PYD’den onları kurtarması gerekiyor. Kürt milletinin yeri bizim yanımızdır ve aramızda herhangi bir ayrılık yoktur. Bu anlaşılmalı ve bunun zemini meydana getirebilecek yegâne müşterek İslâm daha da ön plana taşınmalı.
Terörden arındıracağı bölgelerdeki alt ve üst yapı yatırımlarının finansmanı konusunda Avrupa’nın destekçi olacağı muhakkak. Avrupa, sınırları açmamız yahut bölgedeki yatırımların finans edilmesi seçeneklerinden illâ ki birini seçmek zorunda artık.

Rusya ise Suriye’deki çıkarları hakkında bir güvence karşılığında, Amerika’nın bölgeden def edilmesine destekçi olmasa bile seyirci kalmayı tercih edecektir.

Türkiye’nin Menfaati
İnsanlık haysiyetinin mevzu bahis olduğu milletlerarası münasebetler bir oyun olmadığı gibi alışveriş de değildir esasında. Üç koydum beş aldımdan ziyade, biz insanlık haysiyetine yaraşır yeni bir dünya düzeninden bahsedeceksek eğer, bunun ekonomik bir bedeli olamaz. Bu yüzden hesablara başka bir açıdan bakmak gerekir. Ekonomik değil de siyasî olarak meseleyi ele alacak olursak, Türkiye’nin kazancı büyüktür.

Senelerdir Ortadoğu’yu Ortadoğululardan arındırmak için tezgâhlanan Büyük Ortadoğu Projesi isimli Arz-ı Mevud hayali suya düşecektir. Türkiye’yi İslâm âleminden tecrit etmek için Türkiye’nin güneyine çekilmek istenen PKK-PYD ile Şiî sedleri, Türkiye’nin Deyr Ez Zor’a kadar bir kılıç gibi girmesi neticesinde anlamını yitirecektir. Müslümanların aleyhine tezgâhlanan Arab Baharı, Müslümanların bir birlik hâline gelmesine vesile teşkil edecektir. Senelerdir başımızda amir gibi dolanan Amerika, artık eskiden olduğu gibi işlerimize karışamayacaktır. Ve hepsinden ehemmiyetlisi, Ortadoğuluların inisiyatifine bırakılan Ortadoğu’da, İsrail diye bir devlete artık yer ve hayat hakkı kalmayacaktır.

Hâsılı kelâm tüm bu hamleler yalnız Türkiye’nin değil, şuurunda olsun yahut olmasın, bütün insanlığın menfaatinedir. 

Baran Dergisi 577. Sayı