Batılılaşma ve İslâmlaşma zıtlığı Türkiye’de asıl hesaplaşma bu merkezde. İslâmlaşma derken her sakallıyı dedesi sanır hesabı, her İslâmcı görüneni de bu safta değerlendirmemeli. Muhafakazar, demokrat, ılıman, liberal gibi İslâmcılığına etiket yapıştıranlara dikkat etmeli. Saflaşma ve kamplaşma, Batı ve İslâm eksenindedir. Öncülüğünü İslâm’ın yaptığı bu saflaşmayı biraz geniş tutarak Emperyalizm ve Antiemperyalizm diye de okuyabiliriz.

AKP‘yi de CHP’yi de filan ve falan cemaati de bu saflaşmaya göre değerlendiririz, şahıslar ne olursa olsun. Grup, parti ve cemaatin duruşuna göre pozisyon alırız, içindeki şahısların Müslümanlığına veya Müslüman olmamasına göre değil. Yani, Müslüman ve namazında biri emperyalizmin uşağı olabileceği gibi, Müslüman olmayan biri emperyalizmin ve Batı’nın aktif düşmanı olabilir.
İçeride antiemperyalist fakat dışarıda emperyalist duruşuyla bildiğimiz AKP ve onun lideri, Dersim mevzuunda CHP’ye yükleniyor; CHP’ye yüklenme kolay kahramanlığını seçiyor. Bu gerçek bir hesaplaşma değil. Çünkü AKP, gerçekten 28 Şubat’ın failleriyle hesaplaşmadı, sorumluların üzerine gitmedi. Dersim olayı biraz da CHP’yi köşeye sıkıştırmaya matuf.
AKP, İskilipli Atıf Hoca’ya güya sahip çıkıyor. Yaşayan bir mağdur var ortada ona sahip çıkmıyor. 28 Şubat sürecinde idam cezası alan ve 13 yıldır içeride olan İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’na niye sahip çıkmıyor AKP?
Yakınındaki dururken uzaktakinden hesaplaşmak pek samimi görülmüyor.
CIA’nın istediği yasa mecliste. CIA Başkanı Petraeus’un “yasalaşacağı konusunda umutluyum” dediği “Terörizmin Finansmanı” konusundaki yasa tasarısı mecliste görüşüldü. Bu ne menem iştir? Onlar istiyor bizde yasalar çıkıyor. Batılılaşma ve İslâmlaşma zıtlığı içinde AKP nereye hizmet ediyor? İnsan hakları ve evrensel kriterler denilerek Batı’dan dikta edilen Uluslararası sözleşmeler bizim kanunların üstünde. Ayrıca emperyalist ülkelerin “Terörle Mücadele” diyerek bizi emperyalizmle işbirliğine zorlamaları var. Bütün bunlara “one minute” diyen yok mu?
Askerî, teknolojik ve kültürel üstünlüğü eline alan Batı, işgal ettiği veya baskı altına aldığı ülkeleri her bakımdan sömürüyor, kendi değerlerini ve kendisiyle işbirliğini dayatıyor. Hem ticaret yollarını kontrol ediyor, hem sömürge sistemlerine tabî hale getiriyor; düşünceler üzerinde baskı ve tekelleşme kuruyor. Batının ifade özgürlüğü de hileli ve tek taraflıdır. Batı merkezli düşünmeye zorluyor, tektip elbise giyer gibi.
Kaddafi gibi Türkiye’yi destekleyen ve antiemperyalist duruşu olan bir lidere AKP Hükümeti kahpelik yaptı hükümet. Yarın öbür gün aynı ihanete AKP hükümetinin uğramayacağı ne malum?
Batı ekonomileri bir bir dökülüyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İspanya. Rahata ve sömürüye alışan Batı insanı, ekonomik krizlere dayanamıyor. Bunu aşmak için daha da saldırganlaşıyor, sömürecek ülke arıyor. En son Libya örneğinde olduğu gibi. Suriye’ye de demokrasi götürecekler. İslâm ülkelerindeki rejimler adil ve İslâmî değil ama Batının sömürü ve işgal planlarını da destekleyecek değiliz.
Gönlümüz antiemperyalist bir güç birliğine gidilmesi, İslâmcı fikir ve siyasetin gelişmesi ve emperyalizme dur denmesidir.
Bu hususta bir proje ve kadroyla ortaya çıkmak, onların dayattıkları değil, kendi doğrularımız ve siyasetimiz üzerinde ısrarcı olmaz zorundayız.
AKP liderinin halkın hissiyatını okşayıcı söylemleriyle teselli bulmamalıyız. Güya bu kadar İsrail düşmanlığı yapılıyor, halbuki İsrail ile ihracat ve ithalatımız artıyor. Bu nasıl iştir?
Cari açık sorunu devam ediyor, işsizlik sorunu da. Gençler işsizlik pençesi altında. Büyüme var ama hem işsizlik çözülemiyor, hem cari açık devam ediyor. Borçlanma tam gaz gidiyor. Ayaklarımız sağlam yere basmıyor. Bu yapı ile de mümkün değil. Hükümet de bunu biliyor ve dış desteklerle ve bazı konjonktürel  avantajlarla işi idare ediyor.
Aslında sorun şu: Bir çok tartışma oluyor ama millet olarak biz yokuz. Ne, niçin ve neyin kavgası verildiği bilinmiyor.
Hem fert hem toplum olarak, kendimiz için ortaya çıkıp kendimiz için kavga etmemiz önemli. Birilerinin gündemi ve baskılarıyla değil. Milletçe kopukluğumuz bir handikap, ama birleşeceğimiz noktalarda zaruret halinde kapımızda.
Avrupa Parlamentosu başkanı Jerzy Buzek TBMM’de konuşuyor, bizim vekiller saygı ile dinliyorlar ve bazıları alkışlıyorlar. Avrupa’nın menfaatine göre bize nasihatta bulunuyor: Mısır, Tunus, Libya’ya laiklik ihraç etmemizi, Suriye muhaliflerine kucak açmamızı,  Avrupa’nın kültürel değerlerine sahip çıkmamızı, azınlık haklarını vermemizi, nasıl bir anayasa yapmamız gerektiğini, Kürt meselesinde tavizkar olmamızı ve Kıbrıs’ta iki toplumlu tek devlet olmasını falan anlatıyor; demokratik değerlerle, temel hak ve hürriyetlerle süsleyerek konuşuyor. Aslında bütün konuştukları bizim menfaatimize aykırı ve ikiyüzlü. Herifcağız, 20-25 dakikalık konuşmasında kibarca bütün zehrini kustu. Kıbrıs’ı aldı, bizi böldü, yeni anayasamıza çerçeve çizdi, İslâm ülkelerine Batının taşeronluğu vazifesi verdi, Batının tanımadığı azınlık haklarını bizim tanımamızı istedi.
Kendisi Polonya Başbakanı ya, Osmanlının onları himaye ettiğinden falan bahsediyor, onların şu an menfaatine uygun politikalara destek mahiyetinde. Batı düşmanı Osmanlıdan örnek göstererek bizi Batıcı bir çizgide tutuyor. Değer yargısı Osmanlı mı, Batı mı? Hem Batıyı yüceltip hem Osmanlıyı dolgu malzemesi niye yapıyorsun?
Avrupalının siyasetinin alkışlanacak bir tarafı yok! Fakat bizim vekiller alkışladı.
Kapısında Türkiye Büyük Millet Meclisi yazıyor ve vekiller de bu milletin vekilleri olması gerekiyor.
Avrupa nezdinde bizim vekiller aptal veya noter kâtibi mi görünüyor?
Onlara bu yanlış algıyı hükümet mi veriyor?

Aylık Dergisi 87. Sayı