Senelerdir Müslüman Anadolu’ya dayatılan rejimden nemalanarak Batı taklitçiliğini kendisine hayat tarzı edinmiş; dinsiz desen değil, mezhebsiz desen değil, Hristiyan desen değil, Yahudi desen değil, Mecusi desen değil, Müslüman desen o da değil, lâik ve Kemalist acayib bir kesim var ülkemizde. Allah’a ve Resûlü’ne düşman olmak şartıyla, geri kalan bütün dinlere ve sapkınlıklara karşı hoşgörülü, iyi okullarda okumuş ve aynı zamanda zır cahil bir zümre... Ceberrut rejim tarafından iğdiş edilmiş idrakine nakşedilen “İslâm”a ve “Müslüman” tipine öylesine inanmış ki, bu bakımdan doğruyla yanlışı birbirinden ayırt edemeyecek kadar körleşmiş.

***

Dün nasıl ki Yeşilçam’da üç kâğıtçı imam, sahtekâr hacı, namussuz Müslüman tiplemesine yer verilerek bu kesimin kafasındaki menfi “Müslüman” imaj halka benimsetilmeye çalışılmışsa, bugün de aynı vazife, iktidar yanlısı medyada ekranlara çıkan bazı mübtezeller ile ifâ ediliyor. Nasıl olacak böyle?..

***

Diğer kesimle devam edecek olursak... Allah’a ve Resûlü’ne düşmanlık etmeyi “ileri”cilik, “Müslüman” zannettiği şeyi ise gericilik addeden bir güruh. İlericilik dediği şey de sarhoş olmak, uyuşturucu kullanmak, hayvanlar gibi çiftleşmek, yemek, içmek, s.çmak özgürlüğünden ibaret. Yoksa taklitçisi oldukları “ileri” Batı gibi fersah fersah fezayı dolaştıkları, kimyada fizikte çığır açtıkları, üretim metodlarını geliştirdikleri, memleketi mamur kıldıkları falan da yok ha. Varsa yoksa, en azından maddeye nüfuz etmesini bilmiş Batılıların, bizim topraklarımızdaki mümessilliğini kapmak ve ceblerimizdeki parayı onların cebine boşaltıp, kendi hisselerine düşen yüzdelerle zengincilik oynamak yahut zengincilik oynayanlara özenmek.
Devlet bürokrasisine sıkı sıkıya hâkimler. Bu bir asırlık hâkimiyetleri devrinde ahlâksızlık ve bön taklitçilikten başka hiçbir şey üretmemiş zavallı bir kesim… Bunlar, satın alabildiği markalardan şahsiyet bulacak kadar sefil, sefâleti nisbetinde de zenginler. Kemalist rejimin bir asra yakın süredir Anadolu’da maya tutturmaya çalıştığı nesildir bunlar ki, aynı zamanda bir başarısızlığın resmi olarak, hepi topu birkaç milyonluk, özgül ağırlığı da olmayan niteliksiz bir kesimden ibarettir. Bunları kaale alıp, ona göre siyaset belirlemeye çalışanlar da ayrıca bir acayibler...

***

Her ne kadar kendilerini büyük görüyorlarsa da, esasında bizim bunlarla hiçbir meselemiz yok. Bizim meselemiz, bunlar gibi asalak, hâin, ne idüğü belirsiz, ayyaş, Kemalist, lâik, FETÖcü ve diğer mezhepsizlerle beraber sapkınlığın kendisini türeten sistemle... Batı’nın kötü taklitçilerinin cemiyetimize ahlâksızlık, inançsızlıklarını bulaştırmasına manî olmak yerine teşvik eden, İstiklâl Mahkemelerinden beri milletimizi kutuplaştırmaya çalışan rejimin ta kendisiyle. Çünkü, bu sistem yerinde kaldığı sürece, bir yandan bunlar gibi ahmaklar ve diğer yandan da bizim özümüze, jenimize, ruh kökümüze düşmanlık eden yabancılara ortaklık eden “Müslüman” görünümlü hainler türemeye devam edecek. Dolayısıyla, ister inansın, ister inanmasın; onların irabta mahalli, “sinek küçüktür ama mide bulandırır” deyimdeki mânâdan öte değil. Ki zaten 15 Temmuz’da neyin ne olduğu görüldü... Bunlar, “Kemalistler de milletle el ele vererek darbeyi bertaraf etti” diye attıkları yalana, sonradan kendileri de inanmamıştır herhâlde, değil mi?

Buraya kadar bahsettiklerimiz, yılbaşı gecesi Reina’yı hedef alan saldırıyı İslâm’a karşı olan kin ve nefretini kusmaya vesile bilen hadsiz, cahil, ahmaklar içindi. Oysa ki bunlar, içinde bulunduğumuz meselenin yalnız bir ve esasında ehemmiyetsiz ciheti. Bu kadar kelime israfımız da had bildirmek, uyandırmak, yerlerini göstermek üzere. Şimdi, esas meselemize dönebiliriz.

Ritmik Saldırılar

Her ne kadar gerçekleşen saldırıların fâili PKK ve IŞİD diye birbirinden ayrılıyor ve dağıtılıyorsa da, toplama bakıldığında tüm bu saldırıların tek elden çıktığı açık... Bir kere son derece hesaplı ve kitaplı saldırılar bunlar. Her seferinde yeni bir hedef ve yeni bir deneme. 2015 senesinden 2017’nin ilk gecesine kadar gerçekleştirilen toplam saldırı sayısı 36. 15 Temmuz’u da bu silsileye ilâve edecek olursak; 37.

Alevîler, Kürtler, polis, askerlik görevini yapan erler, siyasî parti merkezleri ve mitingleri, siviller ve neredeyse toplumun tüm kesimleri hedef alınmış vaziyette. Reina’ya yönelik olarak gerçekleştirilen saldırıdan beri yalnız belli bir hayat tarzının hedef alındığı algısı imâl edilmeye çalışılıyor olsa da, görüldüğü üzere toplumumuzu meydana getiren bütün kesimler ayrı ayrı hedef alınmakta. Bir de bunlara Rusya Büyükelçisi’nin hedef alındığı suikastı da ilâve edecek olursak, görünen o ki her yol deneniyor. Peki neyin yolu deneniyor? Türkiye’yi bölmek, siyasî iktidarı devirmek, iç savaş çıkartmak, sözde bağımsızlığımızı bile elimizden almak, Anadolu’yu ele geçirmek vesaire sürekli konuşulanlardan. Bunları muhakkak denemiş, bir yoklama çekmişlerdir; fakat onlar da en az bizim kadar biliyorlardır ki, Türkiye’de iç savaş çıkartmak mümkün değil. Öyle ya, 15 Temmuz gibi bir gecede destan yazan 20-25 milyonluk bir kitlenin karşısına kimi çıkartacaklar? Ve hattâ bilmiyorlar mı ki, onların nezdinde tek kıymeti Batı adına iş görmek olan laik Kemalistleri, 15 Temmuz’daki kitleye çiğnetecek olurlarsa, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olacaklarını. Domuz gibi biliyorlar. Dolayısıyla bu saldırıların tüm bunlarla beraber ayrıca bir maksadı olduğu belli.

1,5 senede gerçekleşen 37 saldırının arkasının geleceği de muhakkak. Ritmik dedik. Su bile ritmik bir şekilde fasılalar hâlinde üzerine damladığı kayayı delik deşik ediyor. Bu saldırılar, eğer ki önü alınmazsa bir süre sonra muhakkak ki bir tahribata yol açacaktır. Dolayısıyla, milletimizin feraseti ve basiretinin de bir yere kadar olacağı unutulmamalı.

Bu Saldırıları Tarihimizde İkinci Kez Yaşıyoruz

Tarihçiler vesikaları istiflemekle meşgul olduklarından fırsat bulamıyorlarsa da, biz ibret olsun diye hatırlatalım.

Selanik Yahudilerinden, Jön Türk üyesi, avukat Emanuel Karasu... Sultan Abdülhamid Han’ın azil kararını tebliğe giden dört gayrimüslimden biri. Aynı zamanda Selanik’teki Makedonya Risorta Masonik Locası’nın kurucusu, üyesi ve başkanı. İttihat ve Terakki isimli devrin “ilerici” partisinin üyelerinden
İttihat ve Terakki’nin müşavirliğini yapan kuzeni Maitre Salem, yeğeni ve bir İngiliz’le Büyükada’da dolaşırken, kendisine, Türkiye (Osmanlı) ile ilgili düşünceleri sorulunca manidar bir fırıncı misâli verir.

Siz hiç hamur yoğuran bir fırıncı gördünüz mü? Bizi ve Türkiye’yi düşündüğünüzde fırıncı ile hamuru gözünüzün önüne getirin. Biz fırıncıyız, Türkiye de hamur. Fırıncı hamuru evirir çevirir, hızla çarpar ve tokatlar, yumruğu ile döver... Ta ki pişirme kıvamına gelene kadar. Bizim yaptığımız da budur. 1908’de bir ihtilâl yaptık, sonra 1909’da bir karşı ihtilâl, sonra başka bir tane ve hamur kıvama gelene kadar muhtemelen yapmaya devam edeceğiz. Sonra onu pişireceğiz ve onunla besleneceğiz.” Bugün yaşadıklarımız da budur.

Bir kere hamur yerine konduk, evrildik çevrildik, tokatlandık, yumruklandık, pişirildik ve neticesinde; dev gibi Devlet-i Aliyye bu fırından cüce bir
Türkiye Cumhuriyeti olarak çıktı. Şimdi aynı eller tarafından benzer bir şekilde yoğrulmaya çalışılıyoruz. İçimizdeki şuurlu ve şuursuz iç ihanet şebekeleri de Yahudi fırıncıya çıraklık ediyorlar.

***

Tüm bu yaşadıklarımız, Türkiye İslâm ile idare edildiği için değil, İslâm ile idare edilmediği için meydana geliyor. Nasıl ki dün Devlet-i Aliyye İslâm aşk ve vecd çığırını kapattığı için hamur olup Yahudi fırıncının eline düşmüşse, bugün ancak yeniden İslâm aşk ve vecdini sistemli bir şekilde devletleştirerek, cemiyetleştirerek hamur olmaktan kurtulup yeniden fırıncı olabiliriz. Bu ruh hâkim kılınmadıktan sonra muşamba dekoru ne kadar kabartırsan kabart, neye yarar. 

Müslüman, aynı delikten iki defa sokulmaz. Tarih, bizim açımızdan, yaptığımız hataların bir benzerlerine düşmemek üzere şuurlaştırdığımız ibret vesikasıdır. Siyasetçilerden başlayarak, her kesimin samimisi tarafını zaten seçti. Taraf olmadığı zannıyla ve bile isteye karşı safta buluşanlarsa, 15 Temmuz gecesi evladına sahib çıkmak, doğru yolu göstermek üzere şefkâtle sokağa çıkmış olan Müslüman Anadolu İnsanı’nın, Kahhar sıfatına memur suratıyla da illâ ki yüzleşecektir. Muhtemeldir ki, doğru tarafta görünmesine rağmen üzerine düşen vazifeyi lâyıkıyla ifâ etmeyen, tereddüt eden, çekinen de...

Bu işin şakası yok!



Baran Dergisi 521. Sayı