22 Temmuz 2014’te Bolu F-Tipi Cezaevi’nden tahliye olan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, 29 Kasım 2014’ye Anadolu ile kucaklaştı. Haliç Kongre Merkezi’nde “Adalet Mutlak'a” başlığıyla bir fikir ziyafeti veren Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun konferansına binlerce vatandaş iştirak etti, Haliç Kongre Merkezi’nde tarihî bir güne şahitlik edildi.

Ilich Ramirez Sanchez-Salim Muhammed namı diğer Çakal Carlos da, konferansa Fransa Poissy Cezaevi’nden telefonla bağlandı. Kumandan Mirzabeyoğlu, Carlos’u “Selâmün aleyküm, şimdi bütün dostlarım toplandı çoğunluğuyla, sevgili dostlarımın toplandığı bir yerden, kitabımda sana imzaladığım şeyi söylüyorum: Sen hayatı lüzumsuz yere geçmeyen nadîr insanlardan birisin ve hâlâ “Filistin Davası”nın hapiste de olsa seslendiricisisin. Aynı gönüldaşlık bağı içinde senin de kurtulmanı diliyoruz ama içeride de olsan, dışarıda da olsan seni taşıyan, seni anan yürekler var, bunu hiçbir zaman unutma. Bir devrin gurur kahramanıydın ve onun da ne kadar kıymetli olduğu bugünlerde daha çok anlaşılıyor. Sana hayırlı ömürler diliyorum, inşallah buluşuruz…” sözleriyle taltif etti.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Adalet Mutlak’a” konferansında memleketimizin temel problemlerinin çözümüne dair önemli tavsiyeler verdi ve ifadeler kullandı. 2014’ten bu yana geçerliliğini muhafaza eden, her zaman da muhafaza edecek olan ve her kelimesi son derece kıymetli bu konferanstan, bazı pasajları sizler için derledik:

Derinleşme

Hangi davadan olursan ol ileriye doğru kendini derin derin izah etmeye bak! Kendini derin derin izah etmeye bak; yoksa başladığın yerlerde “sen şunu yedin, sen bunu yedin, o yedi de, bu yemedi de, o onu tuttu da peki bu onu tutmadı mı” falan gibi demagojilerle bir yere varılmaz.

Silahlar sustuğu zaman…

Şimdi mesele şundan ibaret; silâhlar sustuğu zaman, gazetecinin konuşacak bir lafı kalmıyor… Veyahut da silâh yerine başka bir şey olarak “o yedi, bu bunu itti” falan filan… Şimdi mevzu şundan ibaret; sen şuraya geldin, senin hiçbir düşmanın da yok, sen buraya nasıl bir şey teklif ediyorsun? Hangi düşünceyi teklif ediyorsun? Şimdi böyle bir durumda kalır kalmaz herkes kendine düşman aramaya başlıyor, çünkü düşman yoksa, kendi de yok gibi bir vaziyette… Bu anlamda da bizim söylediğimiz bir lâf var, burada fasıllara ayırmıştım ama erken girmiş oluyorum. Hangi düşünceye mensub olursa olsun, insandan çıkmış olan her şeyin muhakkak insanı ilgilendiren bir tarafı var. Şimdi burada doğruların, yerinde doğruların genelleştirilmesinden düşülen yanlışlıklar vesaire vesaire… Şimdi bu söylediğim lâfı da herkes karşı taraf için söyleyebilir; mevzu şundan ibaret: Bütün dünyaya sunulabilir, bütün insanlığa sunulabilir bir ideolocyan yoksa -bütün dünya derken bütün insanlığı kastettiğimi anladınız- bir de her ferde tek tek sunulabilir bir ideolocyan yoksa senin fikrinin fikir haysiyeti yoktur. Şimdi neticede herkes fikrini kâinat muhasebesi içinde, kâinatı bir bütün olarak izah içinde, onun için de kendisinin gayet tabiî ferdî ve toplum olarak yaptığı izah içinde her meselenin kendine mahsus problemlerini getirdiği düşünce ile çözebilecek, önce düşünceyle çözebilecek biri…

Yarım Marksist olur mu, yarım Müslüman olur mu?

En geniş çapta her şeyi kendine göre izah etmeye çalışan, -doğrusu yanlışı ayrı mesele bunlar konuşulur- bu çabada olan bir düşünce değil mi Marksizm? Öyle idi veya… Ve bunun tam karşılığı da radikal… Şimdi, oturmuş solcu geçinenler, “radikal” diye İslâm’ı kötülüyor. “Radikal Müslüman” dediğin, her meseleye kendi zaviyesinden fikrî çözüm getirebiliyor ise bunun sadece bu yüzden haysiyeti vardır; benim aynı Marksizm’e verdiğim gibi… Ben, Marksizm’e fikri derinliğinden dolayı değer vermiyorum dikkat edin! Her meseleyi kendine göre çözme gayretinden ve iddiasından dolayı… Dikkat ediyor musunuz? Hâlbuki bugün bizde “radikal”, küfür gibi kullanılıyor. Radikal, sonra ılımlı vesaire… Şimdi siz bana yarım Marksist diyebiliyor musunuz? Yâni, yarım Marksist olur mu? Yarım Müslüman olur mu? Şimdi bir fikir, fikirdir; bütün olarak benimsersin veya benimsemezsin. Sonra saçma sapan lâflar, “herkes düşüncesini istediği gibi yaşasın”... Peki, sol kendi düşüncesini istediği gibi yaşayabilir mi? Ben varım, ben onun düşündüğü gibi yaşamam. Sol’u burada misâl olarak veriyorum, yani ırkçılık, milliyetçilik, hatta PKK falan gibi de yayabilirsiniz rahatça konuşmayı…

Hep talep piyasası oluşturmak gibi bir yerde bulundum

Ben, buraya “sevenleriyle buluşuyor” mevzuu içinde geldiğime göre, bugüne kadar hep talep piyasası oluşturmak gibi bir yerde bulundum, fikirde, harekette… Talep piyasası oluşturmak gibi bir yerde bulundum, arzım hep böyle oldu. Çoğu zaman bu arz piyasasına, bizi boğmak üzere arsızlığa varacak kadar sululuk, bazen hain beleşçiler de oldu… Onların da istismarcısı bize bakacak yerde, “onların da istismarcısı”, yâni karşısındaki taraf, onların hazır karikatür hâllerini esas alarak zıddımız, beleşçiler oldu.

Bu memleketten çıkmış tek orijinal fikir Büyük Doğu

Burada Büyük Doğu diye bir şey var; Büyük Doğu külliyâtı var, dünya çapında iddiası olan bir şey var ve bu memleketten çıkmış tek orijinal fikirdir bu. Şimdi, adam bunu bırakıyor, birilerinin peşine takılarak hani, “İslâm bu” demeye getiriyor…

Teknoloji ve ahlâk

Dünyada müesseseleşme olmuyor. Teknolojinin geliştiği sürat içinde örf olmuyor, âdet olmuyor, ahlâk olmuyor ve fikir de doğrudan doğruya teknoloji üzerinden işliyor. Baştan şöyle koyalım; yâni ahlâk oluşmuyor, ki ahlâk müesseselerin daha lâtif şeklidir, sonra yaptırım hâline getirirsin müesseseler oluşur. Eşya ve hâdiseler karşısında ruhun “nasıl” tavrına karşı, akıl “niçin”lerle yaklaşır ve fikir meydana gelir. Fikrin içine işlemiş işletici sıfat ahlâktır ki, kendisinden doğduğu fikri ileriye doğru zuhur ettirir.

Ruhun intikamı

Teknoloji, meselâ “uzaktan haber alma” diyelim. Yâni bir insanın bünyesi müsait, özellikle şamanlarda falan da bu tip şeyleri görüyorsunuz; uzaktan haber verme, bir insanın meselâ aklından geçeni anlayabilme, duyabilme vesaire falan gibi şeyler… Şimdi, bunun yerini teknoloji almıştır; şamanlıktaki hadiselerin ve İslam’daki o küçük keramet denilen hadiselerin yerini almıştır. “Zihin kontrolü” diyoruz… Ben, zihin kontrolcüleriyle cep telefonundan daha pratik, daha net ve daha çok çeşitleri olan bir şekilde görüşüyorum. Sesi oradan veriyor, buradan veriyor, belki çoğunuz bunu bilmezsiniz; beynin içine veriyor, vücudumu o sese göre hazırlayabiliyor, algımı hazırlayabiliyor, vücut algımı hazırlayabiliyor ki sesini tesirli yapmak üzere falan… Bunları şunun için söylüyorum; bugün teknoloji o tip şeyleri kaldırmıştır, bunları kaldırmıştır. Fakat burada İslâm için bir şans doğuyor… Eskiden, şamanlık ile İslâm tasavvufunu birbirine karıştırırlardı. İlkel kavimlerde örneklerini gördüklerinde şaşırırlardı; “bunlar da bize benziyor” gibi… Bugün teknoloji bunu kaldırmıştır. Bu, teknolojinin zaferi gibi empoze edilmeye çalışılırken; fakat başka bir şey ortaya çıkıyor, ruhun intikamı ortaya çıkıyor ve gerçek ruhçuluğa yer açılmış oluyor. Yâni sahteyi teknoloji kaldırdı, gerçek ruhçulara da yol açıldı; “buyurun, ne yapacaksanız gösterin” tarzında…

Her kesimi kendini izah etmeye davet ediyorum

1970 veya 80 yanlış hatırlıyor olmayayım, Fransız Talebe Birliği başkanı, bu ayaklanmalar olduğu zaman –bizde de oldu ya, 70’lerde- bunlar olduğu zaman fevkalade bir lâf söylüyor. Diyor ki; “Biz mevcuda inanmıyoruz, memnun da değiliz mevcuttan. Eğer bize derseniz ki yerine ne koyalım, onu da biz bilmiyoruz. Onu bulmak da yönetici olarak sizin göreviniz.” Bu gençlik olayları hakkında benim bulduğum en harika söz budur. “Ne olduğunu bilmiyorum; ama onu bulmak da senin görevin.” Şimdi söyleyeceğimi kendinize, akrabaya, eşe dosta bakarak değerlendirebilirsiniz; psikolojik bir rahatsızlık söz konusu olduğu zaman, umumiyetle onu izah etmesi gereken bir kötü olması gerekir… Hâlbuki böyle yapmakla onu da zora düşürüyorsun, aslında onun böyle bir kötüsü yok da, hâlini anlatamıyor. Tam olarak demesi lâzım ki; “ne bileyim ben bana ne olduğunu” ve çoğu insan “ne bileyim bana ne olduğunu” şeyinde olmadığı için -yani, bir takım karı-koca ilişkilerinden tutun, çoluk çocuk işlerinden tutun, gençliğin bunalımından tutun- bütün bunların içindeki demin söylediğim cümleyle aynı mânâ var. Yâni şunu demek istiyorum; insan ve toplum meselelerinin hâlli babında ortaya tezatsız ve bütün bir fikir ortaya koyma…

Demokrasi

“Kimsenin imanına karışmıyoruz!” Karışmak haddin değil ki, sen benim imanıma nasıl karışacaksın, bu benim içimde olan bir şey. Ondan sonra da şu komiklik, “aa demokrasi de ne güzel, herkes kendi istediğini yapabiliyor”... Nasıl istediğini yapabiliyor? Sen gayet tabiî olarak diyorsun ki “burada meyhane olmalı”, ben de “hayır, camii olmalı” diyorum. Bu ikisi de ihtiyaçtır; o onun ihtiyacıdır, bu da benim ihtiyacım... Nasıl ikisi de istediğini yapabilsin, hayat öyle değil ki.

Demokrasinin yeri var. Demokrasinin tam yeri, bizim şu ânda konuştuğumuz gibidir. Demokrasi hedef değildir; gayeye götüren bir yoldur. Bu da nedir? Burada güzelce hesaplaşacağız, herkes neyi var, neyi yok dökecek. Öyle uydurma lâflarla “demokrasiden daha güzeli vardır” bunları bırakın. Herkes kendini reel olarak ortaya koyacak; ondan sonra bunların kapışmasının her çeşidi fikrî, fiilî, bilmem ne, her neyse... Çünkü, “mutlak” bunlardan biri olacak. Burada ne oldu; demokrasi hedefe giden yol oldu.

“Hâkimiyet Eminönü’nde geziyor”

Şimdi ister halk iradesi de, ister millet iradesi de, idare edenle idare edilen ayrımı vardır. Söz konusu olan, bu idare eden-idare edilen ayırımında hangi metod olmalıdır? Bu lâf kurtarmıyor bunu... Çünkü bugün meselâ, “hâkimiyet milletindir!” diyorsun, tabiî bunu suçu işlemek için söylemiyorum da espri olarak alın hâkimiyet Eminönü’nde geziyor, ayağı çıplak!.. Bu palavraları bırakalım. “Hâkimiyet milletindir!” falan böyle bir şey yok!..

“Herkes tekâmül etsin” diyoruz

Ne kadar kendimize güveniyoruz biz? Benim bir sözüm var, “bir zaman gelecek Marks’ın kitaplarını da biz basacağız” dedim. Bugün özgüven filan diyorlar, bu nefse güvenin neticesidir neticede. Dikkat edin her kesime bir şeyler söylemiş oluyorum; meselâ adam solcu idi, Müslüman oldu, cepleri bomboş gelmiş... Solun da itibarı militan faaliyetlerden dolayı geliyor. Buraya geldiğin zaman da Müslümanların gariban dönemlerinden bahsediyorum Müslümanların arasında da militan taraftan geldiği için itibar görüyor. Yahu sen o taraftan geldin bir şeyler anlat! Müslüman olduğuna göre değil mi? Oradan ceplerin dolu gel. Onun için “herkes tekâmül etsin” diyoruz; çünkü biz, birbirimizi nefyederken bile birbirimizden bir şeyler alıyoruz değil mi? (…) Meselâ Roger Garaudy gibi dönüşler de olacaktır ama adam gelirken cepleri dolu gelmiş... Şimdi, bu mânâda da ben fikir faaliyeti bekliyorum.

Her fikir, kendinden olmayanları bu şekilde hesaba çekmeyi denesin

Meselâ biz diyoruz ki İBDA; İslâm tasavvufuyla Büyük Doğu tefekkürü arasında kanatlarını açmıştır. İkinciyi birinciye mâl ederken, süzgeçten geçirirken, birinciyi de bağlanacağı ipuçları hâlinde çeker... Simdi bir ucumuz “Mutlak”a bağlı, bir ucumuz insanî hakikatimize bağlı... Başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulan, bunun Türkçesi “başkasının fikrini hesaba çekebilendir.” Nefs deyince lâf karışmasın diye söylüyorum. Şimdi ben buradayım, benim şöyle bir fikrim var; ben bunu yendim, böyle bir fikir var bunu da yendim, bunu da yendim ve en sonunda dönüp kendine diyorsun ki; “iyi güzel ama ben kendimin doğru olduğunu nereden bileyim?” Bunlara bizim arkadaşlar aşinadır, anlatabiliyor muyum? Şimdi şöyle bir "Mutlak" olmalı ki benim doğru olduğumu söylesin, yoksa o söyleyen de izafî olacak. İşin bu tarafını bırakın, her fikir, kendinden olmayanları bu şekilde hesaba çekmeyi denesin, anlatabiliyor muyum? Roger Garaudy, İslâm'ı, Marksizm önünde hesaba çekerken, yâni yapması gerekeni yaparken -yâni Türkiye'de bizimkilerin yapması gerekirken- İslâm’ı hesaba çekerken karşılaştığı şeylerden dolayı Müslüman oldu. Şimdi çok basit lâf, bize fazla hitap etmez. Şimdi diyor ki; "Hazret-i Ömer devesiyle giderken devesinden inmiş, kölesini bindirmiş, işte aklın devrimi budur" diyor. Şimdi bizde bu kadar basitçe söylenmiş sözleri basitliğinden dolayı anlayamamak gibi bir basitlik var. O yüzden büyük giriftleri de kaçırıyoruz biz, anlatabiliyor muyum?...