Görüş: Kazım Albay

Üstad Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eserinde “Devlet ve İdare Mefkûremiz” bölümünde sunduğu Başyücelik Devlet Sistemi seçkin ve çilekeş insan kadrosunu ön plâna çıkarır ve ehliyete ehemmiyet verir.

Bu modelde Yüceler Kurultayı, Başyüce ve Başyücelik hükümeti vardır. Başyüce, Yüceler Kurultayı içinden seçilir ve karşılıklı birbirlerini denetlerler ve ancak ağır şartlar içinde birbirlerini feshedebilirler. Bir fikir manzumesine inanan ve seçkin insanlar topluluğu olacağı için çatışma ihtimalleri azdır. Üstad’ın ifadesiyle, “Yüceler Kurultayı vicdan, Başyüce irade”dir.

Başyücelik hükümeti ise meclis dışından seçilir ve doğrudan Başyüce’ye bağlıdır. Başyüce, yürütme ve yargının başıdır. Bu da devlete hızlılık ve ahenk kazandırır. Yasama organı olan Yüceler Kurultayı 101 üyeden oluşur ve altında namzedler kadrosu vardır.

Yüceler Kurultayı üyeleri en başta Müessisler Meclisi tarafından oluşur. Yüceler Kurultayı; seçkin, ehliyetli, dürüst ve çalışkanlığıyla nüfuz etmiş millet ileri gelenlerinden oluşur. Yüceler Kurultayı bu vasıftaki fertlere namzetlik unvanı vererek meclisin boşalan üyelerini yeniler. Meclisin duvarında “Hakimiyet Hakk’ındır” düsturu yazar ve Allah korkusu içindeki fertler devleti yönetir. Kokuşma ve pörsüme alâmetleri gösterenler ise Kurultay tarafından namzetlikten ve meclis üyeliğinden çıkarılır. Ehliyet ve basirete göre hiyerarşi oluşturulur ve buna göre mekanizmalar kurulur.

Başyücelik modelini diğer tüm rejimlerden ayıran en önemli fark, seçimle gelmeyen, herhangi bir çıkar grubuyla veya sınıfla bütünleşik ya da iltisaklı olmayan üyelerden teşkil edilecek Yüceler Kurultayı’dır. Seçimle gelmediği için popülizm ve oy avcılığı peşinde koşmayacak, yasama ve denetleme vazifeleri dolayısıyla pasif değil bilakis her an etkin olacak, kendi mensuplarını kendi seçecek bir meclistir bu. Gerektiğinde Başyüce’yi görevinden azledebilecek, yapacağı kanunlarla bütün ülkeye yön verecek merkezî organ. Oligarşiye kayma tehlikesini önlemek için de üyelik kriteri olarak her şeyden önce iyi bir Müslüman olmak, yani faziletli ve Allah korkusu taşıyan bir insan olmak şartı getirilmiştir. Bir menfaatçinin içine giremeyeceği, girse bile barınamayacağı bir topluluk. Hülasa bütün Başyücelik sisteminin nihai dayanağı Yüceler Kurultayı’dır.

Başyücelik sisteminde Halk Şurası vardır ve burada seçimler söz konusu olur. Toplum katmanlarındaki tüm işlerin aksayan tarafları Halk Şuralarında yani Halk Divanlarında masaya yatırılır ve denetlemeden çıkan sonuç yaptırım gücüne kavuşur. Zira milletin en altındaki ferdi, milletin en tepesindeki ferdin bir öğünde kaç tabak yemek yediğini dahi sormak hakkına sahiptir. İslâm hukukuna sımsıkı bağlı olan Başyücelik rejiminde “la yüs’el” yani yaptığından sual olunmaz kimse yoktur, bu kişi isterse Başyüce olsun. Halk şurası, sistemin bütün toplum kesimleriyle daimi ve canlı bir irtibatı olacaktır.

Çağımızda İslâmî düşünceyi sistem çapında temellendiren Mütefekkir Necip Fazıl, en ileri toplum olan Allah Resûlü ve sahabîlerin devrine en yakın bir devlet modeli olma gayesiyle Başyücelik Modelini çizmiştir.

İBDA’nın temel ölçülerini bilmek, Başyücelik Devlet Modeli ve onun ardındaki düşünceyi tanımak açısından önemlidir. Burada kısaca bu beş ölçünün isimlerini sayalım: Sır idraki, dışa bakış, muradı kestirebilmek, şehidlik şuuru, işi ehline vermek.

Kuvvetler Ayrılığı

Başyücelik’te kuvvetler ayrılığı prensibi benimsenmiştir. Kök ideolocya etrafında kurulan bir sistem olduğu için kuvvetlerin birbirine şüphe ile bakması söz konusu değildir. Ancak insanoğlu çiğ süt emmiştir. Bu sistem de sağlam kazığa bağlanmış, madde ve ruh birlikte ele alınmıştır. Başyüce ile Yüceler Kurultayı arasında bu modelde kurulan denge, kuvvetler ayrılığı veya birliği meselesini çözer niteliktedir. Öbür kurumlar da Başyüce’ye bağlıdır zaten. Bu rejimde nefsani çekişmelere yer yoktur ve bu çekişmeleri önleyecek olan da Yüceler Kurultayı’dır. Her biri mevzu sahibi, samimi Müslüman 100 kişinin yanlış üzerinde birleşemeyeceği faraziyesinden yola çıkılan Yüceler Kurultayı düşüncesi, nefsani çekişmeleri daha baştan engellemektedir. Başyüce ile Kurultay arasında çok zayıf da olsa çatışma ortaya çıktığında, meclis 4’te 3 oy oranıyla Başyüce’yi azledebilirken, Başyüce de meclisin % 40’ını yanına alarak referanduma gidebilir ve eğer halktan destek görürse Yüceler Kurultayı’ndaki diğer % 60’ın üyeliğini düşürebilir. Destek veren % 40 ise yerinde kalır. Meclis hiçbir zaman tamamen tasfiye edilemez. Kalan % 40 üye, eksik üyeleri tamamlar ve meclis gene aynı sayıya ulaşır.

Bürokrasi Meselesi

Vurdumduymazlık, nemelazımcılık toplumları ve devletleri tehdit eden bir tehlikedir. Hele hele maaş garantisi ile devlete sırtını verenlerin, devleti hepten hantallaştırdıkları ve çağımızda “bürokratik oligarşi”den sıkça şikâyet edildiği malumdur.

İslâm Devleti’ni ilk teşkilâtlandıran Hz. Ömer’in idareciler üzerinde ne kadar ehemmiyetle durduğu, bugün de son tahlilde şikâyetçi olduğumuz insan unsurunun ehemmiyetini gösterir. Öyle ki, bir sistem iyi olsa bile vurdumduymaz kadrolar elinde zulme dönüşebilir.

Ehliyet ve şeffaflığa önem veren Başyücelik rejimi, Allah ve Resûlü korkusu altında, devleti ve milleti emanet gören bir anlayışla sistemini kurmayı en başa almıştır. “Yüce” kelimesi boşuna seçilmemiştir, işin düğümü buradadır.

Kötülüklerin hızlı yayılmasına karşı, suyun başı tutulduktan sonra, iyiliklerin de hızlı yayılacağını, şimdiki gibi mal-makam ve koltuğa özenilmek yerine, iyi, doğru, güzel gibi meziyetlerin baştacı edileceğini, uzak ihtimal ve kuru bir temenni olarak değil de, yakinen hissederek söylüyorum. Allah ne gösterir bilmem, bilemem, ancak biz bunu diler ve duayı icrada ararsak Allah’ın vereceğine de inanmalıyız...

Asıl cari sistemin oligarşik olduğunu ve demokrasinin sadece resmî uygulamalarda ve kanunlarda ortaya çıkan bir dış görünüş olduğunu ortaya koyan Robert Michels (1876-1936) “Oligarşinin Tunç Kanunu” adlı teorisini geliştirmiştir. Örgütlenme olan yerde bürokrasinin tabiî olarak zuhur edeceğini ve bununla başa çıkmanın zor olduğunu iddia eder. (Eryılmaz, 2013; 267)

Bürokrasi ile en başta hizmeti sevdirmek olmak üzere, maddi-manevi yöntemlerle mücadele edilebilir, Başyücelik sisteminin varlık sebebi manevi değerler olduğu ve devletin de bu hiyerarşiye göre kurulduğu düşünülünce bürokrasi başından engellenmiş olur. Gerisi ise maddi tedbirlere bakar. Yine de bürokrasi tüm devlet için önemli sorundur. Zira tepedekiler de rehavete düşebilir. Din büyüklerinin uyarıcı rolleri devreye girer.

Başyücelik ve Başkanlık Sistemi

Başyücelik modeli kendine özgü bir sistem olduğu için herhangi bir şablona oturtulamaz. Büyük Doğu-İbda dünya görüşüne odaklanıp, teklif ettiği modeli hem teoride hem de pratikte iyice anlamalıyız. Zira, bu model mevcut sistemlerin iyi taraflarından istifade etmiş, kötü taraflarını dışarıda bırakmış, bütün İslâmî devlet tecrübelerini süzmüş ve ondan sonra ortaya konmuş yeni bir sentezdir.

Yine bir karşılaştırma yapmak gerekirse, benim kanaatimce Başyücelik sistemi, Yüceler Kurultayı ile Parlamenter sisteme benzer iken yürütmeye ehemmiyet vermesi ve Başyüce’nin tek başı temsil etmesi bakımından Başkanlık sistemine daha yakındır. Her şeyden önce öbür sistemlerde manevi yön eksiktir ve bunun devlet ve topluma katacağı hız çok farklıdır. Orijinal bir sistem olan Başyücelik’in başka sistemlere benzetilmesi de doğru değildir. Şunu da ifade edeyim, mevcut sistemlerin devamlı buhran ürettiğini, bir modelden başka modele, bir şekilden başka şekle geçtiğini hatırlatalım. Dünyada hakim olan artık kaos olmuştur. Kaosu üreten sistemler olup, Başyücelik sisteminin kök ideolocya ile toplum ahengini sağlayacağı söylemi abartı olmaz. Mevcutlar üzerinden düşünmeye alıştığımız için bir an önce bu alışkanlıkları bırakıp Başyücelik üzerinde yoğunlaşmamız ve onun toplumun ve çağın sorunlarını ne kadar temelinden tesbit edip çözümler ürettiğini incelememiz gerekiyor.

Başyücelik’te İktisad, Paylaşım ve Gelir Dağılımı

Çağımızın en büyük sorunlarından biri de gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Müslüman ülke olmamıza rağmen bizde de gelir dağılımında önemli adaletsizlik vardır. Bunun sebebi, İslâmî bir rejim olmaması ve İslâm’ın kardeşlik ve paylaşım olgusuna karşı modernizmin bencillik ve köşeyi dönme anlayışının daha yaygın olması ve sistemin de buna dönük olmasıdır. Başta on yedi yıldır muhafazakâr hükümet olsa bile sistemin çarkları maalesef böyle işlemektedir.

Başyücelik sisteminde zenginlik, popülerlik, nüfuz gibi şeyler baştacı edilmeyeceği için rant ve çıkar sınıfının doğmasına da müsaade edilmez. Toprak rantına engel olucu tedbirler alınır; mesela 1850’lere kadar zirai alanlar devletin malıydı ve alım satıma konu teşkil edemezdi. Hatta çoğu yerleşim yeri de aynı pozisyondaydı. Şehirlerde oturan insanlar devlete 19. Asrın ortasına kadar evlerinin arsaları için mukataa/ecrimisil öderlerdi ve bu arsaları satamazlardı. Osmanlı’dan ve diğer İslam devletlerinden toprağa dayalı oligarşik oluşumların çıkmayışını burada aramak lazımdır. Yani zirai toprak üzerindeki özel mülkiyet kutsal olmadığı gibi Hz. Ömer’in içtihadına da uygun değildir, gerekirse makul bir bedel ödenip kaldırılabilir.

Ferd hürriyeti ve ticaret serbestisi vardır. Ancak sermaye urlaşmaya başladığı an hemen müdahale edilir. Ticaret helaldir ve teşvik edilir, ancak tekelleşmesine ve kapitalist bir sınıfın doğmasına müsaade edilmez. Ticaret ve büyüme için sermaye gereklidir ve teşebbüs sahipleri şarttır. Marksizm gibi herkese tek tip elbise giydirmek ne insanın fıtratına uyar ne de toplumun yapısına. Başyücelik’te karşı olunan husus gelirin belli ellerde temerküz etmesi ve kazancın topluma yayılmamasıdır. Bu hususta maddi ve manevi tedbirlerin alınması modelin temel ilkesidir. İslâm’ın emirleri icabı faiz yasak ve zekat şart olup, İdeolocya Örgüsü’ndeki dokuz temel prensipten biri de “Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik”tir. Mesela, vakıf kuruluşları sermaye çevrelerinin haddini aşan gelirleri için önemli bir alternatiftir. Vakfeden için manevi bir tatmin olurken toplum için yardımlaşma ve dayanışmaya vesile olur. Tarihteki örnekleri gibi vakıflar canlandırılacak ve hayatın içine sokulacaktır.

İslâm toplumunda fakir ve zengin olacaktır. Zira çalışan-çalışmayan, girişken olan-olmayan farkı bunu icap ettirir. Ancak fakir ile zengin arasında derin ayrılıklar olmayacaktır. Kapitalist toplumlarda gelir dağılımı piramit şeklinde olurken, İslâm toplumlarında yumurta şeklinde olup üst tabaka ile alt tabaka arasında uçurum söz konusu olmaz. (Genç, 2018) Başyücelik Devleti gelir adaletini sosyal, siyasî ve ruhî tedbirlerle sağlamak vazifesindedir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” şeklindeki Peygamber buyruğu bunu gerektirir.

Mutlak Fikre bağlı olmayan rejimlerin kula kulluk ettiklerini söylemiştik. Bir misal verirsek: Liberal devlet anlayışında mülkiyetin mutlak hak olması neticesi böyle bir durum doğmaktadır. Prof. Dr. Ayferi Göze’nin tesbitiyle verelim: “Bireysel mülkiyetin zamanla kapitalist mülkiyete dönüşmesi sonucunda, mülkiyet, BİR İNSANI DİĞERİNE TÂBİ KILAN bir araç durumuna gelmiştir. Modern çağın gelişen kapitalist ekonomi düzeni içinde tekeller ekonominin çeşitli alanlarında hükümranlıklarını kurmuşlar ve tüm ekonomik hayata hükümdar olmuşlardır.” (Göze, 2017; 425)

Liberal devlette sosyal-ekonomik demokrasi gerçekleşmiyor. Eşitlik ilkesi ise kapitalist zümrenin lehine işliyor. Yasal eşitlik ilkesi ise şans, fırsat ve imkân eşitliği meydana getirmiyor ve “sosyal devlet” anlayışına dönülüyor. Bunun aslı ise Başyücelik’te.

Makalenin tamamı için: TIKLA