Doğu’da mânevî ucuzluk, 16 ncı asırda başlar, 17’nci asırda besbelli hale gelir.

Başlangıcın aşağı yukarı (Rönesans)a rastlaması en ince hususiyet...

Bu tarihten sonra Doğu’nun ricat çığırı, evvelâ devlet ve ordu, her sahada açılmıştır.

Âmil, Batının “Yeniden Doğuş”u değil, Doğunun kendi içinde rehavete düşmesi; ve bu uyanışla o uykuya dalışın, karşılıklı birbiriyle nisbet kurmasıdır.

Bir türlü sebebe bağlanamayan ve durdurulamayan gerilemenin ruhlarda bıraktığı tesir, kendi öz dünyasına karşı için için ve gitgide büyüyen bir itimadsızlık ukdesiyle beraber, hâdiseleri müthiş bir sığlıkta, satıhta ve kışırda mütalâaya mahküm olmak felâketidir.

Artık büyük fikri besleyen ve onunla beslenen büyük aşk ve vecd elden gidince, bütün mârifet, kabuk ve kışır hesaplarını ehliyetsizce muhafaza ve anlayışsızca müdafaa gayretinden ibaret kaldı.

Sahnede büyük şahsiyet ifadelerinden hiç kimse kalmadı. Süleyman Çelebi, Âşık Paşa, İbn-i Kemal, Ebussuud Efendi, Mimar Sinan, Fuzulî, Bakî, “Şah-ı âlem” Kanunî Sultan Süleyman, perdeden çekildiler.

İlk ucuzluk Doğu insanının (Metafizik) plânını çizen din sahasında başladı.

Ham yobaz ve kaba softanın zuhuru ve müessiseleşmesi ondan sonradır.

16’ncı asır sonlarının Hindistan’da pırıldayan ve her hikmeti getiren güneş şahsiyeti, İkinci Binin Yenileyicisi (hâlâ onun devresindeyiz) İmam-ı Rabbâni Hazretleri, ne yazık ki, sosyal plânda dengini bulamadı; ve bu işi geleceğe bırakmış oldu.

Kemal devrini çoktan yaşamış ve tüketmiş bulunan Doğu âlemi, (Rönesans)tan sonra, Türk bütünlüğündeki devamının tam bir ucuzluğa çarptığına ve bu yüzden Doğu milletleri arasındaki merkezî düğümün pörsümeye ve gevşemeye başladığına şahittir.

Fakat ucuzluklarını dış tesirlerden ziyade iç çöküntüden alan 16-18’inci asır örnekleri, biraz sonra Doğu’yu baştan başa kaplayan hâilevî ucuzluğun timsalleri olmaktan çok uzaktır. Asıl ucuzcular birtakım sefil madrabazlardır ki, 19’uncu asırda sökün etmeye başlamışlardır. Doğuyu kaybetmiş, Batı’yı da bulamamış olan bu çeyrek münevverler, bizde Tanzimat hareketini doğurmakla, Doğu’ya yeni bir istikamet vermek istediler. Rusya Doğu’yu, vıcık vıcık yapışkan balçık sıvalı bir satıh ve kışır zemini üzerinde süründürmeye ve maddede müstemlekeleştirmeye kâfi geldi.

Ucuzcu, bir şeye ait kıymetsiz hâlin ve posasının simsarı demek olduğuna ve mutlaka büyüğü küçülttüğüne, asîli soysuzlaştırdığına göre, tarihimizde, bütün Doğuya şâmil olarak ilk ve hakikî ucuzcular, işte Tanzimattan sonra sökün etmiş bu çeyrek münevverlerdir.

Mimar Sinan’ın arkasından içimize girebilen ve kendisini Mecidiye kasrı halinde asîl Topkapı Sarayına bitiştiren, sonra bazı câmi ve saraylarda boy gösteren (Barok) ve (Rokoko)nun yalnız mimarî çerçevesinde belirttiği sefaleti, Tanzimatın bütün fikir, politika, iş ve san’at kadrosunda aynen seyredebilirsiniz.

Nesil nesil kahraman diye tanıtılan Mustafa Reşit Paşalar, Şinasîler, Namık Kemaller, Ziya Paşalar, Hâmidler, Mithat Paşalar, daha kimler ve kimler palamudun karaya vurma mevsiminde ortaya çıkan küçük idrakli, küçük esnaf tipleridir.

Bizde, bütün Doğu’ya menfî örnek olarak Tanzimatla hız alan ve asıl çehresine kavuşan ucuzculuk, artık cevherine ve hakikatine dönülmesi muhal kabul edilen İslâmiyete ahmak bir tahkir, ve Hıristiyanlık dünyasına kör bir tâzim göziyle bakmış; ve taraflardan birine her şeyi o yüzden kabul şleklinde muamele ederek ve asla içyüzlerini aramıyarak ve aratmayarak bugünkü haline vâsıl olmuştur.

Edebiyat-ı Cedide, en mide bulandırıcı ucuzculuk usurlarının bitpazarı...

İttihat ve Terakki Cemiyeti, siyasî ucuzculuğun müzelik şaheser nümünesi...

Birinci Dünya Harbi sonundaki Türkçülük hareketi, dinin yerine konulmak istenen yeni bir heyecan ve bu mevzuda kopya edilen garplı filozof (Dürkaym) olarak, daha ucuzunun imkânsız olduğu bir iş...

Nihayet bunca ucuzcunun koruduğu bu vatan, asırlardır birikmiş hesapların son tasfiye darbesine çarpıp, hiç de ucuzcu olmayan çilelerle istiklâlini yerine getirince ucuzluğun topyekün bırakılması ve yerine müstesna bir asliyet ve şahsiyet devri açılması lâzım gelen bir hengâmede, ucuzculuğun en cür’etlisine, en gözü karasına düşürülmüştür.

Şahsiyeti, Fransızların (Lejyon donör) nişaniyle mükâfatlandırılan Tanzimatın Mecellesine karşılık, boyacı küpü tercüme kazanına sokulup çıkarılmış İsviçreli Türk Medenî Kanunu nedir?

Aynı kazana bir kerecik sokulup çıkarmakla elde edilen Türk Ceza Kanunu?.. Kitaplık çap yerine bir cep defterinin tek sahifeciğine yerleştirilen Altıokluk dünya görüşü?.. Tamtamlar diyarında bile gülünç Parti vecizeleri?..

Broşürlük mikyasta bile esersiz profesörler ve yabancı mütehassıslarla dolu üniversitemiz?.. Tarih tezleri, dil nazariyeleri?..

Mutlak bir nebatîlik ve ilcaîlik içinde ağzına geleni merdivenvâri altalta yazmak hünerinden ibaret şiirimiz?..

Kusmuk hâline getirilen musikimiz?..

Ucuz kalıplar içinde dondurulup modelleştirilen ve ciğerci dükkânına kadar düşürülen (kübik) mimarimiz?..

Filmciliğimiz, gazeteciliğimiz, tercümeciliğimiz, romancılığımız?..

Bütün bunlar "Çıktık açık alınla on yılda her savaştan” mısraının belirttiği nâmütenahi ucuzculuk ikliminin teadsız eşya ve unsurlarıdır ve hüküm şudur: Bu ucuzculuktan kurtulmadıkça kurtuluş olamaz!

Daha ziyade kendi bünyemizde ve kalın çizgiler haline takip ettiğimiz Doğu'nun ucuzculuğu, sorumsuz halk yığınları müstesna, Doğu'nun İslâm âleminin bütün (standard) çeyrek münevverlerinde ve Batı oyuncağı liderlerinde aynı şeydir.

Şifası için Allaha yalvarmanın ilk şartı illetin teşhisi ise, açıkça bilinmeli ve bildirilmelidir ki, bizde hele Tanzimattan beri, belki de ırkî bir akâmeten ötürü hiçbir büyük tefekkür adamı yetişmemiş, yetişenler büyük ve usta kopyacılık seviyesini aşamamış, bu yüzden mukaddes din, birtakım hamlar ve kabalar elinde son derece ucuzlaştırılmış, bu hal Tanzimata kadar sürmüş, ondan sonra da büyük ve usta yerine cücelerin cücesi ve acemilerin acemisi kopyacılar elinde Avrupalılık ucuzluğu başlamış ve işte bu hale gelinmiştir.

Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü