İktidarın kaynağı ve meşruluğu meselesi Mutlak Fikrin Gerekliliği ve kul açısından kurulamazlığı meselesidir. Ve sınırlı akıl ve sınırlı ömre sahip insanın mebde ve mead (başlangıç ve son) itibarıyla kâinat ve insanı izah edemeyeceği, Yaratıcı’yı vasıflarıyla tanıyamayacağı bedahet ifade eder. İBDA’nın “Varlık bildirebilme ile mümkün.” ve “Peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı.” tezlerini hatırlatmakta fayda var.

Her rejim, bir inanca istinad eder, dolayısıyla bir üst-varlık alanı oluşturup onu mutlaklaştırma durumundadır. Mutlak bir müteâl, rejimler açısından zorunludur. Mutlak’ın gerçeğini dinlerde aramak lazım, kendini Mutlak yerine koyar ve dinin yerine ikame olurken bilimsel ve rasyonel olduğunu iddia eden sahtekar ve ikiyüzlülerde değil. Mutlak’ın gerçeğinden bahseden dinlerden de tek tutarlı bütünlüğe sahip olan ise İslam’dır. Demek ki mutlak mânâda iktidarın kaynağı Allah’tır. İktidarın kaynağını ahalide, millette, insan aklında, doğal hukuk vs.’de gören görüşler işin temeline inemeyip birçok çelişki barındırmaktadır. Ayrıca bu görüşler ilahî olana boyun eğmekte zorlanır ve kabul etmezken, kendi rejimleri gereği ister istemez kula kulluğa yol açmaktadır. Zira insanın kendi fikrine tapmasına yol açtığı için sadece insana dayanan düşünce putperest düşüncedir. İnsan putlaştırmaya meyilli bir yaratıktır. Partisini, liderini, sevdiği bir şeyi abartır ve mutlak doğru kabul eder. Onun için “Şeyh uçmaz, müridi uçurur.” denmiş. İnsanın aşkın bir varlığa tâbi olması gerekir. Bizim inanışımıza göre aşkın varlık Allah ve dolayısıyla ondan gelenlerdir, yani Kur’ân ve Sünnet’tir. Bizim Mutlak’ımıza itiraz edenler ise kendi mutlaklarını ortaya koymaktadır; Karl Marks, Adam Smith, Hegel vs. gibi.

Müslümanlar birbirine Allah ve Resûlü emirleri çerçevesinde tâbi olurlar. Ancak istikameti gösteren lider olur, liderin keyfine göre istikamet değil. Bir kişinin çok bilgili veya filozof olması onun haklı olduğunu göstermez. Düşünce adamının ortaya koyduğu dil ve diyalektiğine karşı onu test edecek üst dil-üst diyalektik gerekir. Ayrıca yukarıda da belirttik, insan bir milyon yıl yaşasa yine mutlak olamıyor. Özetle bütün aklî, hissî ve tecrübî deliller hukukun ve devletin kaynağının “Mutlak Fikir” olduğuna işaret ediyor.

İnsan ve toplum için değişmez sabiteler ve değerler vardır. Ahlâk, adalet, iyilik, doğruluk, hakkaniyet, eşitlik, din ve vicdan hürriyeti, insan onuru, temel hak ve vazifeler, emniyet ve masuniyet (dokunulmazlık) gibi. Bütün bu değişmezleri Kur’ân ve Sünnet’e göre izah edenler, değişen akıllara (filozoflara) göre izah edenlerden daha tutarlıdır.

“Her an kendini oluşturan şuur süzgeci ile Mutlak Fikir kurulamaz!” gerçeği bizi Mutlak Fikre bağlı Başyücelik Modeli’nin lüzumuna vardırır. Sabitelere bağlı ve çağının yeni ihtiyaçlarına da çözümler sunan yenilikçi fikrimizdir ki, yeni dünya düzeni teklifi olarak “Başyücelik Devlet Modeli”dir.

Kazım Albay

Makalenin tamamı için TIKLA