Merkezde tek, muhite sayısız dâvamızın mihrak noktasındayız. Bugünkü dünyaya asırlık ıstırapları, irtişaları, ihtilaçları, inkisarlariyle el atıp onu biricik şifa lâboratuarına çeken küllî sağlık iksiri... Ona geldik.

Bir zaviyenin başındaki nokta gibi, muhitten merkeze doğru toplana toplana tekte karar kılan, merkezden muhite doğru da açıla açıla sonzuluğa erişen dâvamızın böylelere menbâ ve mansupolarak, ikişer heceli iki ismi var... Menbâımızın iki heceli has ismi İslâm, mansabımızın da yine iki heceli cins ismi HERŞEY ...

O küllî şeyin adı ki İslâm, herşey onda, o da her şeyde...

İslâmın her türlü çürük ve günübirlik payandalar ve dayanaklardan istiğnası ve her ân yeniden ve derece derece gerçekleştirile gerçekleştirile keşfolunmak hikmetindeki sırrı düşünün ki, sadece İslâm ismini verip geçmenin HERŞEY ifade ettiği mutlak Saadet Devri, bir asrı bile doldurmadı. Ve on üç asır boyunca bu NUR, kör ve kaba nefsaniyet aynalarında bulandırıla bulandırıla nihayet

Nasreddin Hocanın harikulâde buluşundaki hikmete eş bir hal doğdu:

  • - Hoca, bize, kuyu ne demektir, anlatır mısın?
  • - Tersine, çevrilmiş minare demektir!

İşin en derin hüzün noktası, bütün bunlar din adına oldu. Bütün bu hallerin aykırıları, gerçek dinden hareket edip yobazlar neslini kurutacakları yerde, İslâmiyeti bunların temsil ettiği birşey sandılar; dinden soğudular, dinsizlikten harekete geçtiler ve nihayet meydanı dinsizlik yobazlarının yüzüne güldürdüler. Ve nihayet, iki heceli mukaddes kelimeyi, en hafif vasıfları züppellik olan bir sınıfın şuurunda, ağza alınmaz bir bayatlık, gerilik ve eskileralayımcılık ifadesi haline getirmeye muvaffak oldular. Düşünün, siz, bizim lif lif çözmeye, aslî vâhidine irca ermeye, mahrem hakikatine iade kılmaya mecbur olduğumuz kördüğüm ne grifttir!

Herkesin sahte ve kemmiyet hokkabazı (modern)ler peşinde gezdiği bu kukla ideolocyalar panayırında, Garp ve Şarkın dünyalarının fikir çileleri içinde pişe pişe kül olmuş, sonra bu küllerden artık parçalanamaz bir tuğla idrakine varmış, böylece hakikati muhasebe edebilmiş ve herkese muhasebe ettirmeye davranmış, dış ve ucuz tezahürler plânında her aldatıcı teyidden müstağni nasip sahipleri olarak, bize bu kadar ağır bir yük altına girmiş olmak şerefi yeter.

Bundan büyük şeref, bundan çetin hamle, bundan ileri hareket, bundan yeni dâva olamaz; zira biz, asırlar boyunca cebimizdeki delikten astarın dibine kaçmış hakikat mücevherini, her ân üstümüzde taşıdığımızdan habersiz, hep dışımızda arıyoruz! Ve tam yüz küsur yıldır, devre devre "ha bulduk, ha buluyoruz!" tesellisiyle, her netice sabahı hiç bir şey bulamadığımızı ve her gün her şeyi biraz daha bulunamaz hale getirdiğimizi ispat ediyoruz. İslâmı Amerika, Rusya veya Hotanto'da savunmaktan daha zor olan bir vaziyetin şerefi... İnsana, bildiğini sandığı bir şeyi bilmediğini kabul ettirmek, hiç bilmediği bir şeyi kabul ettirmekten daha zor...

Ve şimdi biz en kat'î lâboratuar tatbikinden, en mübhem ruh telkinine kadar bütün vasıtaları elimizde tutarak ve neticeyi başa alarak haber veriyoruz ki, insanlık kadrosunda ve bilhassa muazzam ve muhteşem Garblı insan ve cemiyet tecrübesinde kaç saadet ve kaç felâket şekli, kaç çare ve kaç çaresizlik ifadesi belirmiş bulunuyorsa, bunların topyekün hakikati ve müsbet ve menfi haberi, kısaca küllî nimet ve devâ İslâmdadır. Sosyalizma ve komünizmanın var etmek isteyip de yok ettiği içtimaî adalet ve tesviye ölçüsünün hakikati İslâmda. Liberalizma ve kapitalizmanın yedire yedire ferdi çatlamasına veya mukabil fertten her hakkı çaldırmasına mâni ölçüler, İslâmda. Demokrasya ve fikir hürriyetinin en nazik sınırları ve özü İslâmda.. Aynı demokrasya ve fert hürriyetinin başıboşluğa ve kargaşalıpa sarkan aşırılığını köstekleyici fikir ve şahsiyet hakkı İslâmda... Nazizma ve Faşizmanın kâzip rüyasını gördüğü üstün nizam ve ruhi müeyyidecilikteki esas İslâmda... Batının her sahada arayıp bulamadığı cennet İslâmda; her sahada içine düştüğü cehennemden korunuş yolu İslâmda, herşey İslâmda...

Olunmayacak herşeyle, olunacak herşeyin kefalet ve keyfiyeti İslâmda... Herşey İslâmda...

İdeolocya Örgüsü - Necip Fazıl Kısakürek