"Hiç merak etmeyin arkadaşlar. Gördüğünüz gibi, öldü sandıkları ulu önderin tam kontrolü altında her şey! Ruhu her birimizin bedeninde yaşıyor. Bizler var oldukça o da olacak. Bugün burada toplanmamızın gayesini hepiniz biliyorsunuz. Artık son hamlemizi yaparak, kesinlikle Türkiye'nin Mursi'sini indirecek ve kellesini alacağız!"

Konuşmanın burasında, gözlerini belli belirsiz kısarak geçmişe dalan adam, Mursi'nin devrilmesi arifesinde çıkan gazete manşetlerini düşündü…

 “Mısır’ın Tayyip’i Devriliyor”
4 Temmuz 2013 gününü daha dünmüş gibi hatırladı. İçinden alabildiğince kocaman bir "Ah" çekerek...
O zaman, o anın verdiği saadetle mest olmuş ve "ah, ah" diyerek Ata'sının huzuruna çıkmıştı.
Toplantıya geç gelen Sert-kaya ile Ak-kuşun her zamanki sakarlıkları olmasa, Anıtkabir maceracısının kafasında estirdiği havayı teneffüs etmeye devam edecekti. Amma velâkin, iki kişi de geç kalmış olmanın heyecanıyla olsa gerek, paldır küldür geldiler ve her zamanki yerlerini aldılar. Diğerleri zaten hazırdı.

Toplantıya katılanlar; Sarıhan, Saldıray, Devrim, Evrim, Cihangir, Celebiş, Ķörşat, Sol/türk, Sağ/türk, Yoz/kurt, cart/curt hepsi. Hep birlikte, "indireceğiz" diye bağırdılar.
***
Herkes özenle hazırladığı çalışma raporunu sundu. Süleymanlılar arasındaki grubun epey mesafe almış olduğu görüldü.
Saadet nam karye'de oturanların, amirlerine sadakatleri noktasında iyi iş çıkardıkları görüldü.. İtaat etmeyenlere karşı, 'umursamazlık' tedbiri yanında, öylelerinin başka kapıya gitmesinin daha iyi olacağı saptandı.
Milliyetçi imiş gibi görünen Tengri'ciler takdir topladı.
Cemaatler içinde at koşturan, hakikî mürid görünümünde kendilerini gizleyerek yol alan ajanlar alkışlandı...

Ak Parti içerisinde, o partiliymiş gibi hareket ederek istedikleri makama yerleşenler, kendilerinden beklenen görevi hakkıyla yerine getirdikleri için kutsandı.

Kavimler kovanına sokulan ırkçılık çomağının hala işe yarar bir alet olduğu tescillendi.
İslâmcılar arasındaki ayrılıkların gereği gibi kaşınmasına devam kararı verildi.
Kendileri için büyük tehlike gördükleri İBDA hareketinin her yere sirayet etmesini önleyici tedbirler dikkatle gözden geçirildi.
Yalnız burada herkesin dikkatini çeken enteresan bir olay yaşandı. İslâmcı kanadın Taslaman’ı, yanındaki “Kuranist” geçinen eblehten aldığı cesaretle; "ya, onları niye bu kadar ciddiye alıyorsunuz ki? Anlamıyorum! Sayıları mahalle muhtarını seçmeye bile yetmez." dedi...

Oturumda konuşulanları ciddiyetle takip eden, Lili'nin adamı olduğu her halinden belli bir kişi, çantasından çıkardığı dosyanın kapağını açar açmaz, bütün bakışlar ona yöneldi. Bir anlamda korku ile endişenin hâkim olduğu esrarengiz bir hava toplantıdakilerin suratını yaladı geçti.

Belli ki, bu konuda önemli bir şeyler söyleyecekti. Bu durumlarda herkes susar sadece o konuşurdu. Onun neredeyse bilmediği şey yok gibiydi.Her zaman her yerde baş otorite oydu çünkü.
Bir ân da herkes dikkat kesildi.
"Sayılar sakın sizi aldatmasın. Düşmanınızı ne olursa olsun küçümsemeyin. Onlar meydana çıktıkları andan beri bizi en fazla uğraştıran tehlikeli insanlar.

Ne yaptıysak bir türlü bunlarla baş edemedik. Önce, ‘Üstad’ dedikleri Necip Fazıl vardı. Bir şekilde etrafını kuşatarak etkisizleştirmeye çalıştık. Bunu az kalsın başarıyorduk. Derken, Salih Mirzabeyoğlu dedikleri adam çıktı.

Önceleri pek ciddiye almadık.
Öncelikle Milli Selamet Cenahına fikirleri ile zarar vermesini önledik. Aynı tedbiri diğer grup, parti ve teşkilatlar için de aldık.
Onu, ‘ne dediği anlaşılmayan bir terör örgütü lideri’ imiş gibi yansıttık.

Tabiî bunu başarmak hiç kolay değildi. Önceleri, sizin dediğiniz gibi, ‘Üç beş kişi.. Bunlar bir şey yapamazlar’ diye düşündük.
Zaten, ne dediğini pek anlayamadığımız bir liderleri vardı. Diğer gruplara, özellikle halka ‘terör örgütü’ imiş gibi sunmak çok kolaydı. Onlar hakkındaki haberleri hâkim olduğumuz medya organlarında yayar, büyük çoğunluğunun bizim kontrolümüzde olmadığı zannedilen İslâmcı camianın millî basını da bunları görmezden gelir, böylece İBDA hareketini her şeyden tecrit ederek bitiririz; böyle düşündük. Mensuplarını entipüften şeyler için idamla yargılatıp, hapishanelere tıktık. Ailelerini de, ‘bak çocuğunuz yanlış yolda, sahip olun, hâkim olun’ diye uyarıp ayartarak üzerlerine gittik. Yetmedi, hemen hepsini, bazen göstere göstere, bazen çok gizli yöntemlerle yıllarca takip/taciz ettirdik.

Biz, ne yaparsak yapalım bunlar hep aynı kararlılıkla devam ettiler. Salih Mirzabeyoğlu’nun etrafında öyle kenetlenmiş bir vaziyetteydiler ki... Tabiî bu aklın alacağı bir şey değildi. Taraftarı yüz binleri bulan diğerlerini üç-beş hamlede istediğimiz şekilde evirip çevirebiliyorduk. Bizim isteklerimize uygun davranacak tarzda hareket ettikleri müddetçe fazla ajan israfına bile gerek yoktu. Onlar, sürü psikolojisi ile güttükleri kitleye yapmamaları gereken şeyleri öğretmek için vardı.

Onları, kendileri için yapmaları gereken işlerden uzaklaştırmanın en iyi yolu budur. Neleri yapacağını değil de, asla yönünü bile dönüp bakmaması gereken şeyleri öğrenmekle zamanını geçiren insanların gidebileceği hiçbir yer yoktur. Düşenin kalkmak gibi bir derdi yoksa olduğu yerde sürünerek telef olur gider.

Bizim işimiz bunlara gelinceye kadar hep kolay gitmişti. Ama, bunlar her yerde başımızın belası olarak karşımıza çıktılar. Birleşmiş Milletler’de bile kurulu düzenimizin sultasını suratımıza çarptılar!”

Adam sonundaki “çarptılar” kelimesini öyle dehşetli bir tonda söylemişti ki, olan biteni gizlice kaydeden cihazımızın üç beş saniye süren cızırtılarını duyduk. “Eyvah” dedik. Kendi kendimize, bir an “bundan sonraki konuşmaların devamını kaydetmediyse olan biteni bilemeyeceğiz” diye de endişe ettik. Ama neyse ki, cihaz bozulmamış.

“Salih Mirzabeyoğlu'ndan kurtulmayı denedik. Hapishanelerde 16 yıl işkence altında inim inim inleteceğimizi zannettik. Ama, direndi de direndi. Yolundan ve davasından milyonda bir olsa bile milim şaşmadı. ‘Atamıza teslim ol kurtul’ dedik, bir türlü dinletemedik. Birkaç sefer -sonunda başarsak da- öldürmeyi denedik. Olmadı.

İşte tam bu noktada bir şeyi fark ettik. Bu İbda’cıları durdurmanın, etkilerini yok edebilmenin tek bir yolu vardı. Fikirlerinin itibarını onlardan görünenler vasıtasıyla yok etmek. Ama bunu da tam başaracağız derken yine çuvalladık.

Karşımızda, sayıları azda olsa bir türlü boyun eğmeyen, kendilerindenmiş gibi göstermek için elimizden gelen her şeyi yaptığımız, hassas içeriğe sahip özel adamlarımıza biat etmeyen kontrolsüz bir güç vardı.

İşte, o gün bu gündür biz bu gücü maalesef yenemedik.Bunlar, Salih Mirzabeyoğlu’nun derinliğini bir türlü çözemediğimiz fikirlerine uygun hareket edenlerdir.”
Dinleyenlerden bazıları Birleşmiş Milletlere kadar nasıl uzandıklarını anlamasa da, otoritenin sözlerine itaatin şart olduğu gerçeği bir yana, cehaletini de belli eder diye susmak zorunda kalmıştı.
***
Burada, en büyük "CIA" düşmanı gibi görünen, kendini her devirde gizlemekle ünlü bir adamda vardı. Fabrikası harıl harıl çalışıyordu. Misyonu gereği sağlam yerlere kement atmıştı. Bağladığı düğümleri İskender gelse bile çözemezdi! İstedikleri gibi kafa tutar hesap sorarlardı.

Yeni yol haritası için döşenen makas, onların tezgâhından çıkmış, mekanizmalar çoktan kurulmuştu. Tetiğe basacakları vakti gözlemeye başladılar.

Bu sefer, "tam isabet şart" diye düşünüyorlardı. Toplantı bu minval üzere devam etti gitti. Brunson’u çekmek zorunda kalsalar bile, Papaz AndreasPalailogos kaldıkları yerden devam edecekti.
***
Netice:Sağda solda duyduğunuz gürültüler, onların kurduğu tuzağa düşen kurbanların çıkardığı seslerden ibarettir. Aldırmayın!

“Siz yeter ki dik durun!
Karşınızda leşler var!”


Bunu diyen kim?
Kumandan.
Kumandan kim?
“Kim yolumuzu şaşmaz bir istikamet bilgisi ile gösteriyorsa lider odur” diyen.
Ondan başka Kumandan mı var?

Baran Dergisi 619. Sayı