-Müzik üzerinde de, çok farklı yaklaşımınız olduğu biliniyor, farklı eserlerinizde?..

Salih Mirzabeyoğlu: Müzik bahsi üzerinde değişik vesilelerle, çok durdum, anlattım; hayatî bir mesele; “İnsan”ı hem besleyen hem zehirleyen bir husus olarak; insanı ve toplumu… O Tolstoy’un “Kroyçer Sonat”ında geçen örneği çok vermişimdir: Diyor; “Nasıl ki bir adamı hipnotize ederek ona cinayet işletmek suç ise, kötü müziğe müsaade etmek niçin suç değil?” Müziğin insanı dirilten veya öldüren tesirinin anlaşılmasına misâl diye… İşte orada bir uyuşturucunun insanı ne hâle getirdiği, insana neler yaptırdığı görünen ve bilinen bir etki olarak, verdiği zarar açıkken, müziğin bir insana, bir topluma “neler yaptığı?”, yani zararlı tesirini görmek ve göstermek anlamında, uyuşturucudan daha zararlı olabileceğini; “kötü” müziğin… Bunları görmek, bu meselelerden anlamak lazım… Bunun zıddı, “iyi müziğe” ve insan üzerindeki olumlu tesirine misâl de, bir Alman devlet adamı -ismi hatırıma gelmedi- diyor ki;

-“(Wagner’i) keşke daha önce dinleseydim, belki daha cesur olurdum…” Bizde böyle sözleri söyleyebilecek bir tane devlet adamı bulamazsın…

-Meselâ Itri’yi dinleseydim diyebilen?..

Salih Mirzabeyoğlu: Evet, işte o… Şiirde de öyle. “İnsan”ın hamurunu yoğuran, besleyen yüksek sanat ürünlerinden zevk alan?… Devlet adamlarının, o tefekkür, sanat ve kültür hamulesinden hisse alabilmesi lâzım, böyle bir istidadı göstermesi, bir zevk tâbı, irfân kıvamına ermesi…

Bu mevzuda belirleyici olması gereken, zevk sahibi, “idrak soylularının” seçiciliği… Onların, “bu dinlenir, bu dinlenmez” tarzındaki hükümleri esas alınır… Üstadım bu mevzuyu, hikmet ve tefekküre vesile olduğu nisbette iyi, kötüye alet edildiği ölçüde kötü diye ölçülendirmiştir… Şimdi mesele, buna kara verecek kim ve hangi keyfiyetteki insan?.. İşte“zevk sahibi idrâk soylularının” seçiciliği dediğim husus bu!.. Bazen çıkıyor burada -tv’de ş.s.-, öyle ciyak ciyak, “ilahi” filân diye, berbattan daha bayağı… Veya aynı kafanın değişik örneği ve onun keskinliği(!); “Müzik haram.” Adam, “bu mevzuda ölçü bu, ölçüyü söylüyorum” demiyor, dikkat edin, “ölçü benim, benim dediğim” diyor. Sen kimsin? Hiç. Veya papağan. Bu konuda Nakşî büyüğü; “Bizim mizacımıza uygun değil” diyor. Bu mevzuda misâl çok, “Kökler”de anlattım, “Şiir ve Sanat Hikemiyat”ında, “Başbaşa”da… Herşeyden önce “ahenk” diye bir keyfiyet var; ses üstü… Fakat sesle “görünür” olan… Ve bunun doğrudan insana tesiri… Uzatmayalım; mevzuu nihayetinde gelir, “estetik idrâki”nde düğümlenir… Bu hususta da temel ölçü, biliyorsunuz defalarca anlattım; “Allah güzeldir ve güzeli sever… Ve doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur…” Doğru derken kasdımız anlaşılıyor herhâlde…

-Sizin sevdiğiniz, dinlediğiniz müzikler?..

Salih Mirzabeyoğlu: Müziğe çabuk girerim; kaliteli müziğe, yakalarım o duyguyu… Klâsikleri dinlerim… Bazı Azerî türkülerini severim, çok küçük bir nüansla, gayet masumâne bir duygu verişini… Azerî Türkçesi de hoşuma gider… Fuzulî Azerî Türkçesi ile yazmıştır biliyorsunuz. O, Rumeli türküleri; sıla kokar, gurbet kokar, hasret tüter böyle buram buram… Ve Anadolu türküleri, Urfa türküleri, yanık yanık… İspanyol müziği çok etkilidir… Keza caz… Geçen burada izledim -TRT Müzik ş.s.- bizim bazı türküleri, çok sazlı-enstrümanlı şeye -senfoni gibi- uyarlamışlar; harikaydı… Yapınca oluyor demek ki… Neyse; bütün bunlarda, “seçici olmak” dediğim husus; bu işin gerçek ehli olan zevk sahiblerinden bir kurulun, “bu dinlenir, bu dinlenmez” diye vereceği hükmü esas almak en doğru usûl…


Gazeteci Şükrü Sak’ın 2014’te Salih Mirzabeyoğlu ile yaptığı röportajdan alınmıştır.