Canlılığın tarifinde kullandığımız en temel referans noktası, insiyakî bir biçimde dahi olsa mücadele ve dolayısıyla kendini tefriktir. Bu, insanda dil ile birlikte şuur hâlini almaktadır ve insan olmanın şartıdır. Yine, son tecritte, bu şartın kaçınılmaz neticesi halinde “şuur süzgeci” mevzuuna dayanıyoruz. Şuur süzgeci, daha çok şuurun işleyiş mekanizmasıyla alâkalı bir husus. En başta şuurun kullandığı dil aleti bu yapının şekillenmesinde belirleyici bir role sahip. Başlı başına “Şuur Süzgeci” bahsi, Salih Mirzabeyoğlu tarafından ortaya konulup geliştirilmiş bir meseledir. İşin doğrusu, Mirzabeyoğlu'nun çerçevesini çizdiği haliyle ilim âleminde tam karşılığı bulunmuyor. Bir miktar, Batılı bilim adamlarının “algı ve algıda seçicilik” şeklinde kategorize ettiği konu başlığıyla literatüre girmiş durumdadır. Algıda seçicilik başlığının tarifine kısa bir göz atmak, meseleyi kavramak adına önemli:

<Algı, psikoloji ve bilişsel bilimlerde duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi anlamına gelir. Algı, duyu organlarının fiziksel uyarılmasıyla oluşan sinir sistemindeki sinyallerden oluşur. Örneğin, görme gözün retinasına düşen ışıkla, işitme kulağa gelen ses ile oluşur. (Goldstein, Cognitive Psychology, 5-7) Algı bu sinyallerin pasif bir şekilde alınması değildir. Öğrenmehafıza ve beklenti ile şekillenebilir. (Bernstein, Essentials of Psychology, 123-24) Algı, bu “yukarıdan aşağıya etkileri” kapsadığı gibi duyusal girdinin “aşağıdan yukarıya” işlenmesini de içerir. (Bernstein, age, 123-24) “Aşağıdan yukarıya işlemler”, basitçe, düşük seviye bilgi kullanılarak daha yüksek seviyede bilginin (örneğin nesne tanımada şekiller) oluşturulmasıdır. Yukarıdan aşağıya işlemler ile kastedilen, kişinin kavram ve beklentilerinin algıyı etkilemesidir. Algılama, sinir sisteminin karmaşık işlemlerine dayanır, ancak bilinçsel farkındalığın dışında gerçekleştiği için çoğu zaman kişilere zahmetsizce gerçekleşir gibi gelir.> (Vikipedi, Algıda Seçicilik başlığı)

Kendini dayatan bilgiler şuur ile idrak ediliyor

İnsanın iç ve dış âleminden kendini dayatan tüm bilgiler, belirli bir usûl ile şuur tarafından idrâk ediliyor; bir kısmı alınıyor, bir kısmı ise göz ardı ediliyor. Bunun altında, muhtemelen, verilerin neredeyse sınırsız, insan kapasitesinin mahdut olması yatmaktadır. İnsan zihninin tüm objeleri, içinde doğduğu ve bulunduğu çevreden etkilenerek aldığı bir sıralamaya istinaden tasnif ederek kavrayabilmesi, peşinen "önemli-önemsiz" ayrımını öne çıkarmaktadır. Algıda seçicilik ise, insan zihninin kendisi açısından önemli gördüklerini şuur seviyesine yükseltmesi biçiminde çalışmaktadır. En hayatî olanlar en önde olmak üzere, her ferd kendine göre bir tasnif dizilimine sahiptir. Ama, farklı zaman ve mekânlarda, tasnifte arka sıralarda bulunanlar, bir anda öne çıkabilirler; şuur altına itilmiş olanlar şuur sathına çıkabilirler. Onlar bu seviyeye çıkınca da, diğer bazıları geriye itilmiş olacaklardır. Elbette, burada tasnif derken, öyle sistematik, kütüphane katalogu tarzı bir tasniften değil, aslında iç içe geçmiş, ama zihnin, o anki önemine binâen "görmeyi" seçtiği veya seçmediği fenomenlerden bahsediyoruz.

Şuur süzgeci

Asrımızdaki tüm fikrî karmaşayı ortadan kaldırıp taşları yerli yerine oturtan Salih Mirzabeyoğlu ise “şuur süzgeci”ni şöyle tarif etmektedir:

<<Şuur süzgeci, toplumda karşılıklı tesirlerle belirlenen ve böylece üyelerine belirli akıl ve duygu alışkanlıkları kazandıran, yeni doğanlara kendini empoze eden içtimaî bir vakıadır. Yakından bakarsak: İnsanın duygu ve düşünce yapısı ve kapasitesi içinde kendini kuşatan “şartların” ve “ilişkilerin” onda ulaştığı terkip, onun yetiştiği vasatın “duygu ve düşünce kanunları”nı göstericidir. Bu duygu ve düşünce kanunları ise, tahlil, araştırma ve yorumda, onun “strüktür-yapı”sını, “hadiseye yanaşan insan şuuru”nu gösterici bakış açısı ve objektifidir.>> (S.Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, sh. 35)

O hâlde her bir ferdin insanlaşma süreci, şuurunu dil vasıtasıyla "kuvvâdan fiile" indiren cemiyet içinde vukû bulmaktadır. Cemiyet dediğimizde anladığımız, aslında, belli bir “şuur süzgeci” etrafında kümelenmiş insan topluluğudur. Kendini bir terkip halinde, yeni doğan her ferdine ilkâ etmekte-aşılamakta, o ferdi cemiyeti oluşturan bir unsur hâline getirmektedir. Her yeni ferd de, katıldığı cemiyetin yapısını, kendi potansiyelini açığa çıkarabildiği mikyasta değiştirmektedir. Her cemiyetin, merkezinde ailenin bulunduğu iç içe geçmiş bir daireler bütünü halinde tezahür ettiğini söyleyebiliriz. Her yeni ferdin, etkisi nisbetinde, sanki suya atılan bir taş gibi, bu daireler bütünü içinde yeni etkileşim biçimleri oluşturduğunu, bu yüzden de şuur süzgecinin, tıpkı şuur gibi, dinamik bir yapı arz ettiğini görmekteyiz. Ferdle cemiyet arasında" karşılıklı birbirini etkileyen ve dönüştüren/diyalektik" bir münasebet mevcuttur ve nasıl cemiyeti oluşturan aslî görüş-ideoloji, o cemiyetin kaçınılmaz varlık şartıysa, şuur süzgeci de o ideolojik görüşün aleti mevkiini almaktadır.

İçine doğduğu cemiyetin fikir planı, görgüsü, alışkanlıkları, his ve davranış tarzları ferdin şuur süzgecini oluşturduğu gibi, nihayetinde ferdlerin birlikteliğinden meydana gelmiş bulunan cemiyet de, içinde barındırdığı katmanları nisbetinde şuur süzgeci tabakaları oluşturur. Bu, insanlığın son birimi ferdden başlayarak bütün insanlık ailesine teşmil olunabilecek bir tabakalaşmayı teşkil eder. Bütün bu ferdleri ve tabakaları bir arada tutan âmil, tüm insanlığın aynı ruhî menbâdan gelmesi hasebiyle neticede şu veya bu derecede ortak hissiyât sahibi olmasında yatmaktadır.

Abdullah Kiracı

Makalenin tamamı için TIKLA