Olmadı-Olamaz!

İnhitat günlerimizden ve hele Tanzimattan beri, hiçbir asrın, hiçbir yılının, hiçbir ayının, hiçbir gününün, hiçbir saatında Türk milletini gerçekten uyandırma hamlesi görülmedi.

İnhitat günlerimizden ve Tanzimattan beri, Türk milletini, kendi öz kökünden dallarına kadar, devir devir bütün bir nefs muhasebesi ehliyetin ulaştırabilecek hiçbir içtimaî şart doğmadı.

Türk milletine, evvelâ nefsini, sonra dünyasını, önce kâinatını, sonra yine nefsini teşhis ettirici idrâk ve irfan melekesi, inhitat günlerimizden ve hele Tanzimattan beri bir türlü mayalaştırılamadı.

Türk milletine, davaları ve aks-i dâvaları hiçbir gün öğretilemedi, gösterilemedi.

Türk milletine, niçin hâlâ öz eliyle bir dikiş iğnesi yapamadığı ve bir fabrikanın parçalarını yabancı diyarlardan getirip burada kurmakla bir sanayi sahibi olunamayacağı sırrından asla bahsedilmedi.

Gerçek münevver ve dünya meselelerinin çilesini çekmiş en aşağı bir milyon adam yerine, niçin bir düzine insan bile yetiştiremediği, Türk milletinin yüzüne, saffet, samimiyet ve halisiyetle haykırılmadı.

Şu İkinci Dünya Savaşının hangi ruhî, içtimaî, iktisadî, siyasî müessirlerden doğduğunu izah edebilecek kıratta bir devlet ve siyaset adamı istidadına bile tesadüf olunamadı.

Tam 50 yıldır, 10 yaşında futbol, 20 yaşında sinema, 30 yaşında kumar, 40 yaşında içki, 50 yaşında ihtikâr, 60 yaşında sahte vatan edebiyatı ve inkılâp nakaratı kahramanlarından başka hiç bir şey zuhur etmedi.

Ve hal böyleyken, birdenbire, Türk milletine, paranı sesi halinde demokrasya tesellisi verildi; memlekette halk ve demokrasya idaresinin kurulduğuna inanıldı ve onlarca Türk milleti saadete erdirildi; ve oldu bitti.

Halbuki hiç bir şey olmadığı ve olamayacağı şöyle dursun, sahte oluşlarla, olmak ihtimaline de set çekildi.

Hiçbir Asya ve Afrika vahşi kabilesinde eşine tesadüf olunamaz bir (tabu) asabiyetiyle üzerinde düşünülemez, yanına sokulunmaz ve yüzüne bakılmaz "devrim" isimli öyle bir put yontuldu ki, gerçek oluşun hiçbir kanunundan bahsedilemez, insanoğlunun hiçbir hatırası dile getirilemez oldu. Ve işte böyle oldu.

Olamamanın ve olamazlığın son haddiyle böyle oldu.

Bu Ağacın Yemişleri

Bu ağacın yemişleri, (Noel) ağaçlarının dallarındaki takma ve iliştirme eşya gibi sun’îdir. Bu ağacın kökünden doğma ve beslenme değildir.

Bu ağaç, bu takma ve iliştirme eşya altında, tıpkı (Noel) ağaçlarının bir gece sonraki hali gibi cansızlaşır. Ya bu dallardaki türeme yemişlere bir kök bulmalı, yahut bu ağacın kökünü dallarına hâkim kılmalıdır.

Bize, dallarımızın ziynetini dışarıdan taşıyanlar, sistem ve plânda, içerden kökümüzü kurutmaktan başka gaye gütmemişlerdir.

Halbuki dünyada ne kadar dal ziyneti varsa, hepsi de belli başlı bir kökten gelmektedir.

Kökü yabancıda, yemişi bende bir nakil ve iktibas işine inanabilmek için, hayvan haysiyeti bile fazladır.

Yeni zaman yemişlerini dolduracak büyük hamleyi bu ağacın kökünden dört asırdır devşirmeyi şimizdeki sırla, nihayet büsbütün köksüz yaşamaya razı oluşumuzdaki sır arasında, çok ince bir münasebet aramalıdır.

Kökünden can fışkırmayan ve yemişini emzirmeyen ağaçların sahte donatımlarla ayakta kalmasındaki miâd pek kısadır; ve böyle ağaçlar bugünkü milletler ormanından taranıp odun depolarına atılmaya mahkümdur.

Muhtaç olduğumuz inkılâp, yeni zaman yemişlerinin en olgun ve şifalılarına bu ağacın kökünden kan ve hayat emdirmek işidir; ve artık vâdesi taşan bu işin bir gece donraya dahi tahammülü kalmamıştır.

Tek Kelimeyle Kurtuluş Yolu

Evvelâ şahsını, sonra bütün Doğu âlemini kurtarması, daha sonra da çepçevre yeryüzüne ve insanlık kadrosuna sahip bir kurtuluş ifadesine varması için Türk milletine tek bir yol vardır.

Bu, şimdiki manzarasiyle Türk milletinden şunu istemek gibi bir şeydir: Kafdağının tepesindeki zıpzıp cüsseli kar parçası kendi üzerinde döne döne büyüyecek, dağın bütün kar mevcudu derecesinde şişecek, nihayet koskoca Kafdağını dize getirici bir azamet kazanacak...

Halbuki, hakikatler içinde en olgun ve en ince bir tanesi de var: Türk milleti, bütün tarih boyunca kaderinin devamlı ihtar ve ifşa edişleriyle meydanda olduğu gibi, ya olunca her şey olmaya, yahut olamayınca hiçbir şey olmamaya memur, ulvî ve çetin bir nasibe mazhardır; ve bu şanlı nasibin sert hükmünde, Türk milleti için, arslanın maiyetindeki karakulaklardan (tilki, çakal, sırtlan vesaire) biri olmaya mahsus, ikisi ortası bir muvazenecilik yoktur. O, bizzat arslan gibi, ya ormanların hâkimi, yahut kafeslerin mahkümu kalacak; birinci halde karakulaklar onun sığıntısı, ikinci halde de, o, karakulakların maskarası diye yaşayacaktır.

Demek ki, bizim kendi kendimizi, kendi dar ve pek hudutlu çerçevemiz içinde dahi kurtarabilmemiz için, bağlı olduğumuz dünya parçasını da beraber kurtaracak ve o dünya parçasının bütün yeryüzüne üstünlüğünü gösterecek bir kudrete ulaşmamız lâzım... Yâni bir dünya çapında kurtarıcı olamadan, bu çapta kurtarıcılara mahsus bir hamle ve hazırlık sahibi bulunmadan, bu küçücük zatımızla bile kurtulamıyoruz.

Evvelâ şahsını, sonra bütün Doğu âlemini kurtarması, daha sonra da çepeçevre yeryüzüne ve insanlık kadrosuna sahip bir kurtuluş̧ ifadesine varması için Türk milletine gereken yol, en girift, en mahrem ve en iç kavranışiyle İSLÂMİYET’tir.

Gerçek ve büyük ifadesiyle 600 küsur senelik devletimizin yarısında tam ve sıhhatli bir arslan, yarısının ilk yarısında dişleri ve pençeleri iltihap içinde bir arslan benzeri, yarısının son yarısında de ne dişi ve ne pençesi kalmış bir kafes arslanı hayatı süren milletimize, hele son bir asrın sahte ve büsbütün kaybettirici birkaç davranışından sonra düşecek en sağlam, en yeni ve en ileri şuur, ruhunun röntgen camını hangi çöplüğe atmışsa bulup çıkarmak ve onu bugüne kadar yapılmış her teşhisin yanlışlığı ve yalancılığı adına Yirminci Asrın güneşine tutmaktadır.

İslâm vecd ve imanının, ana sütünden daha beyaz ve daha temiz çarşafı üzerinde Yirminci Asrın dünyasına ait şifalı ve zehirli ne kadar yemiş varsa hepsini silkeledikten sonra, bizden olan her şeyi çekici ve bizden olmayan her şeyi itici bir ana kıyas vâhidine sahip, sağ elimizde Allahın kul parmağı girmemiş biricik Kitabı ve sol elimizse insanoğlunun olanca fikir ve iş kütüphanesi, ânî bir şahlanışla, kendi kendimizi bulma!.. Kurtuluşumuzun ve dünya çapında kurtarıcılığımızın reçetesi sadece budur: Ve bu reçetenin temel unsuru İslâmiyettir. İşte bugünden başlayarak kendimizi çerçevelemeye memur bildiğimiz muhteşem ve açıklığı içinde bir o kadar mahrem hakikat!

Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s.88,92.