Kitlelerde değişim halinin uzun zaman dilimleri içinde şuuruna varıldığı gözlemlenir. İnsan ve toplum hayatında rastlanan farklılıkların, değişikliklerin toplamı “yenilik” olarak nitelendirilirken; dilde, düşüncede, duygu ve davranışlarda “yeni kavrayışlar” söz konusudur. Geniş çaplı tesir uyandıran değişimler ise inkılâb olarak dikkat çekiliyor. Değişimin motiflerine yüklenen anlamlar olmakla birlikte, değişimin yönünün hangi tez veya görüşe bağlı olduğu ise ayrı bir tartışma mevzuudur. Son tahlilde her değişim süreci belli bir gaye, yani inkılâb fikrini zorunlu kılar. İnkılâblardaki ana gaye olan hürriyetler de o gayenin ahlâkî ifade zeminini oluşturur. Özgürlük, eşitlik, adalet gibi sloganlaşmış klişeleri kalabalıkların keyfine bırakmamacasına hakiki oluş prensiplerine bağlayan inkılabçılık, üzerinde yükseldiği fikri “toplumun genel şuur seviyesi”ne kazandırma, inandırma maksadı güder.

“Neye göre, niçin, nasıl” gibi ölçü ve keyfiyet ihtarına cevap veremeyen hiçbir görüş inkılâbçı vasıf ve nitelikte görülemez. Belli bir dünya görüşü etrafında hayata tutunamayan, nereden gelip nereye gidiyor olduğuna cevabı olmayan hangi millet olursa olsun mekânı tarihin çöplüğü, zamanı dünyanın dışı olmuştur. Bu bakımdan her değişimde çizgi, karakter, şahsiyet, mânâ ve kültür yapısının sorgulanması kaçınılmazdır. Üstad’ın dilimize kazandırdığı ifadesiyle “ruh kökü”...

İnkılâblar, kuşaktan kuşağa atlayan dinamikler barındırırken inkılâb fikri (tatbik fikri), nesillerin zihninde ve hayatında his, hayal ve düşünce olarak belirir ve hayatı anlamlandırır. Her inkılâbın insan kadrosu ölçüsü, hayattaki donma, alışkanlık gibi illetleri “şuur süzgeci”nden geçirmeyi temin edici aksiyon ve arınması kadar...

Üstad Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi dâhil tüm tarihimizi devre devre kapsayıcı insan ve toplum görüşünü belirtirken, Büyük Doğu çizgisinde son beş asrın tarih muhasebesine girişen ilk fikir adamıdır. İdeal rejimi İslâm ahlâkıyla ölçülere bağlayan Üstad, “idare şekli” zaruretini kabul etmekle beraber, aslolanın “idare ruhu” olduğunu vurgulamıştır. Buna göre, modern rejimlerin teoride ve pratikte büründüğü ifade, mihraksız düşünce ve başıboşluk halinin görünüşleri olduğundan, Büyük Doğu, dünya sathını saran Batı tipi kültür ve yaşayışın da “müdir fikir” önünde hezimetini peşinen ilan eder.

“Necip Fazıl Üstadımız hayatını büyük Türkiye idealine adamıştı, İdeolocya Örgüsü zaten bunun bütün yapı taşlarını ortaya koyan eseri… Kendisi büyük Türkiye hedefini realite dışına çıkarmaya, büyük Türkiye ümidini kaybettirmeye çalışanları da ağır şekilde eleştirmiştir. Biz, Üstadın ömrü boyunca hep bekleyip durduğu o inkılap var ya, işte onu gerçekleştirmek için çalıştık, çalışıyoruz.”

4. Necip Fazıl Ödülleri töreninde yaptığı konuşmasında yukarıdaki ifadeleri kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şahsı da dâhil bir milletin her kuşağına ulaşan ve etkisi altına alan Üstad’ın hakkını hatırlatırken, Büyük Türkiye idealine zıt oluşların da ancak Büyük Doğu’ya nisbetle kendini ifade zorunluluğunun siyasi ihtarcısı olmuştur.

Bu coğrafyanın siyasî merkezi olma yönünde önemli mesafe kateden Türkiye’nin alabileceği tek yönün Büyük Doğu Türkiye’si olabileceğini teslim eden bu anlamlı konuşma, Yusuf Kaplan’ın ifadesiyle “Hepimiz Üstad’ın paltosundan çıktık” gerçeğini yeniden hatırlatmış oldu.

Büyük Türkiye’nin istikameti Büyük Doğu fikriyatındadır. Bu fikriyat, her alanda derinliğine ifade edilebildiği ölçüde genişlik arzedecek ve “fertle toplum arası güreş” ancak o vakit kalkabilecektir. Bir devrim fikri ki, devirdiğinin yerine getirdiği inkılâblarla beklentileri karşılayacak, “beklenen inkılâb buymuş” dedirtecektir.

Baran Dergisi 571. Sayı