Ekim 2015’te Türkiye ve ABD’nin başını çektiği anlaşmada, Amerikan Kongresi’nin 500 milyon dolarlık bütçe ayırdığı bir proje konuşuluyordu: “Eğit-Donat”. Projede 5400 kişilik “ılımlı muhalif” silahlı birlik hedefleniyordu. Bunların 2000’i Türkiye’de eğitilecek, Suriye’de Nusra/DAİŞ’le çatışmaya sürülecekti. DAİŞ, 2013’te birden bire milli toprağımız Musul’u “almış”, tüm Türkiye’de tuhaf bir sükût havasına yol açmışken, ordusundaki kurmay kadro yeni bir altüst oluşa sürükleniyordu.

Dönemin siyasi ilişkilerine müthiş hız kazandıran trafiğe rağmen, bu girişimin güneyimizde olan biteni örtmekten başka bir şey olmadığı yıllar sonra konuşulacaktı. Nitekim 5400 kişiden geriye, 2015 Ocak’ından Temmuz ayına kadar 60 kişi kaldığı ABD tarafından açıklanınca, “eğit-donat”ın büyük bir fiyasko olduğu teslim edildi. Dahası aynı yılın sonuna doğru 30. Bölük olarak adlandırılan birlik, Suriye’ye geçer geçmez aralarında Türkmen bir komutanın da bulunduğu 15, daha sonra 8 elemanını Nusra’ya araçlarıyla birlikte kaptırdı. Kalan 5 kişiyi öldüren Nusra, 16’sını da yaralamıştı.

“Ilımlı muhalifler” denilen ve geride 60 kişi kalan birliğin akıbeti, dünya basınının “DAİŞ’le savaşmak istemiyorlar” iddiaları arasında belirsizliğini korurken, Amerikan kaynakları, “biz bu işe ayrılan paranın yarısını harcadık, tek kişinin maliyeti 4 milyon doları buldu. İnce eleyip sık dokuyoruz; güvenilir bir yapı oluşturma peşindeyiz” diye geveledi. Hadiseler bambaşka yönler almıştı.

ABD Merkez Komutanlığı, 2. grubun da silahlarının yüzde 25’ini Nusra’ya teslim ettiğini duyururken, bunun program ihlali demek olduğunu açıkladı. Nusra ise ABD’nin gönderdiği silahlarla sosyal medyada propaganda pozları yayınlıyordu. Pentagon her ne kadar 3. bir gurup daha olduğunu, “eğit-donat”tan vazgeçilmediğini söylese de, Obama’nın umutla sattığı “DAİŞ-Ilımlı Muhalifler mücadelesi” Amerikan kontrolünden tamamen çıktı. Nusra’ya kaçan kişilerse ‘aynı düşmanla savaşın kardeşleri’ olduklarını ilan etti. İşte tam bu belirsizlikte Rusya, Şam üzerinden ordusuna üs sahası kaparken, İran, Haşdi Şabi cellatlarını ordulaştırmaya başladı.

7. yılına giren Suriye’deki iç savaşta kiminin özgürlük, kiminin devrim, kiminin kurtuluş diye andığı çatışmaların/birleşmelerin tarafları arasında dalaşma sürüyor. Yaşananlardan ders alan ve ABD’yi bölge dışına itmek isteyen Rusya, İran ve Türkiye üçlüsü, 3-4 dönem süren Cenevre masallarından geriye hiçbir eser bırakmadı. O dönemden geriye kalan Nusra-Ahraru Şam-HTŞ gibi silahlı birlikler ise, şimdi Idlip’te sıkışık ve gergin, çeşitli ajan-provokatör faaliyetlere hedef.

Pentagon ise boş durmayıp dünkü “Ilımlı Muhalifler” yerine, artık kimsenin inanmadığı uyduruk bir “mücadele zemini”nde baskı kurarak DAİŞ mizansenini sürdürmüş, birçok siyasetçiyi buna alet etmişti. Muhalifler dağıldı. DAİŞ silindi. Kadrosu güncellenen PKK türevi birlikler sırasıyla YPG, PYD, SDG adıyla dayatıldı.

Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde PYD lideri olarak birçok defa Ankara’ya davet edilen Salih Müslim, eşzamanlı yer aldığı Washington-Brüksel komutlarına amâdeyken, Türk ve Kürt halkına saldıran Kandil’deki PKK’lılar gibi Türkiye’yi şikâyet etmediği ülke bırakmadı. Müslim’in, “bizi koruyun, başımızdan ayrılmayın” şeklinde ilkel ve uluorta çağrılarının, daha da ilkel “Rojava devrimi, Kobani özgürlüğü” gibi söylemlerle ne anlama geldiği ise, bir avuç dolarlık Kürt milisleri dışında tüm Arap, Türkmen ve Suriye Kürtleri tarafından anlaşılmıştı.

6-7 Ekim 2014 katliamını yapmak üzere Suriye sınırından sızan aralarında 14-15’lik Kürt çocukları, silahlı yabancılarla Kürt mahalleleri basıldı ve büyük çapta beklenen iç savaş senaryosu uygulamaya koyuldu. Batı basınında “özgürlük savaşçıları” diye övülen YPG çeteleri, bugün Afrin’de sokakları çevreleyen çukur ve tünellerin aynını Doğu illerimizde hazırladılar; girdikleri her Kürt mahallesini delik deşik bırakan “sokak çatışması”na sürüklediler. Şimdi aynı PKK-YPG, Afrin hapishanelerindeki DAİŞ’lileri TSK ve ÖSO’yla çatışmaları şartıyla salıverdi!

Bu amansız vahşeti Türkü ve Kürdüyle bu milletin feraseti önlemiştir. Millet/vatan şuurunu dibe vurucu provokatör kaynayan bölgede yaşananlar, en az güvenlik kuvvetlerinin başarısıyla açıklanacak durumdaydı. Bu vahşetin Doğu’da ve Batı’da daha “sofistike”, üstelik canlı yayınlanan tekrarını, 15 Temmuz refleksiyle önleyen “millet-ordu” ruhu olmuştur.
O günkü kuşatmayı Cerablus seferiyle yararak yenilemek isteyen ordusuyla Türkiye, geçtiğimiz yıldan bu yana toplam 5 bin tır dolusu mühimmatla donatılıp ordulaştırılan YPG-SDG-PKK ile deneniyor. “Terör koridoru” olarak adlandırılan hat, siyonizmin “vaadedilmiş topraklar” dediği Fırat-Dicle arasıdır.
 
Kudüs-Gazze-Cerablus-ElBab-Afrin-Idlip-Şam-Münbiç-Musul-Kerkük-Bağdat hattı
1918 Mondros Mütarekesi’yle terketmek durumunda kaldığımız topraklardan Afrin’e yüzyıl sonra geri döndük. En son 2 yıl kadar mübarek Mekke topraklarında Fahreddin Paşa’mızla direnmiştik. Büyük bir hafızanın geri gelişini korkunç vartalar halinde yaşarken, insanımızı öz coğrafyasında ümitsizliğe sürükleyen devir, ordunun ve siyasi kurumların “yurtta sulh cihanda sulh” politikasızlığıyla donmuştu. Şimdi yeni realitelerle yüzyüze, onları aşmak zorunluluğuna, millet-ordu aksiyonuna mahkûmuz. Yüzyıldır küllenen Anadolu’nun “ruh kökü”, belli ki ordusuz yapamıyor. 10 yılda bir gerçekleşen darbe şartlarının da tesiriyle mazlum çığlığına koşamayan Mehmetçik, şimdi Osmanlı ruhu fedailiğinden emsaller veriyor. Bu uzun dönemde sayısız siyasî kumarlara alet edilen “millet-ordu ruhu”, 28 Şubat’ta aldığı ağır yaraları henüz saramadan, 2016-15 Temmuz darbeleriyle dize getirilmek üzereyken şahlanışa geçti.

Bu ordu, 15 Temmuz ruhu yaşatıldığı sürece yaralarını sarmayı başarıp kuvvet toplayacak istidattadır. İslâm ordusunun bir asır önce terk ettiği topraklar, onu yeniden karşılarken, millî hüviyetini daha ileri ve ideal ölçüde olgunlaştırmak borcunu can pahası ödemektedir. Bu ordu, yukarıda sıraladığımız hattan çekilen son şahsiyet merhum Fahreddin Paşa’nın direnişini hatırlatıcı tarihi misyonuyla, “ya ol, ya öl” raddesinde milletini temsil ediyor.

2010 sonrası saydığımız devrelerin sıklaşan oluş zorluklarını en son Afrin’de aşmaya çabalayan ordu, tâ Afrika’nın göbeğinde Kur’an talebelerinin açtığı kapkara avuçlarla dilenen ilahî yardım dualarını aldı. Bir dua ki, Afrin sokaklarında açılan terör hendeklerini 32 saat süren yağmur suyu bastı?!

Önümüzdeki hafta Soçi’de plânlanan zirveye yaklaşırken, sessizce izlenen silahlı kuvvetlerimizin yakaladığı başarıyla masaya eli kuvvetli oturmayı hedefleyen Türkiye, El Bab’tan daha zorlu bir sahada, askeri uzmanları da şaşırtan isabet oranıyla klas bir hava taarruzu örneği verdi. Yakın tarih savaşları için de bir ilki gerçekleştiren silahlı kuvvetlerimiz, eli tetikte bekleyen Batı basınında ve sosyal medyada propaganda malzemesi olabilecek “masum insan kaybı testi”ni de sıfır kayıpla geçti. “Zeytin Dalı” BM tabelasında süs olmaktan çıkarılıp, hakiki anlamını Doğu’da bulmak yolundadır.

Amerikan fitnesinin bir avuç dolarlık sürüsüne rakip “Suriye milli ordusu”nu teşkilatlandıran Türkiye, halkının desteğiyle zoraki göçleri tersine çevirmek istiyor. Tarihi İpek Yolu’ndaki tuzak bir kez daha bozulurken Batı politikacısı yine apıştı; bölünmüş kurumlarına çomak sokuldu. NATO ve İngiltere’nin desteğini alan “Zeytin Dalı” operasyonu, Fransa’nın Akdeniz rüyasından hareketle toplanma çağrısında bulunduğu BM’de de “meşru ve haklı” bulundu. ABD çark ederken, dışişleri temsilcisini operasyonun 3. günü Ankara’ya gönderdi. Rusya’nın da hak vermek durumunda kaldığı bu hamle akabinde Türkiye’nin atacağı adımlar dikkatle izlenecek, Büyük Doğu’nun “millet-ordu”sunu takip sürecektir.

Baran Dergisi 576. Sayı