Sanayi ve İdeolocya
Yaşadığımız dünyada gördüğümüz her eşyanın, kendisini oluşturan veya kendisinin oluşturulmasını plânlayan bir felsefî arka plânı-dünya görüşü vardır. Bu en iptidaî bir eşyadan en karmaşık bir sisteme kadar böyledir. Bu durumda Sanayi gibi insan ve toplumu ilgilendiren bir meselede muhakkak bir dünya görüşü sahibi olunması gerekmektedir. Gerek sanayi oluşturulurken, gerekse sanayileşmeye başlarken ve sanayiyi dışarıdan bir yerden alırken. Nitekim önceki başlığımızdan hareketle; Batı Rönesans ve Reform hareketleri sonrası kendini yenileyerek kendine bir dünya görüşü oluşturmuş ve bu dünya görüşünün akabinde Sanayileşme gerçekleşmiştir. İdeoloji-dünya görüşünün tanımı şu şekildedir:
Fert ve toplum arası inanılan ve bağlanılan fikirler manzumesi... Ferdin ve toplumun inşâındaki bütün esasları veren fikirler manzumesi...” [1]
Ferdin ve toplumun inşâı söz konusu ise ve madem sanayi ferdin ve toplumun inşasında önemli etkenlerden biriyse, sanayi ve sanayileşme de bir ideolojiye-dünya görüşüne dayalı olmalıdır. O yüzden eğer sanayi ve sanayileşmenin ilk adımı belli bir ideolocya sahibi olmak:
... evvelâ fikirde ağır sanayi hedefine ulaşmanın ve Avrupa’dan yedek parça beklemekten kurtulmanın yolu...” [2]
Sovyetler Birliğinin kısa süreli sanayileşmesi bunun en bariz örneklerinden biridir. Fakat sanayi ve sanayileşme, özellikle millî ve yerlilik söz konusu olduğunda karşımıza önemli bir mesele dikilmektedir: Keşif ve eriş dehası. Bir milletin modern çağda ayakta kalabilmek, ilerlemek ve refahını sağlamak için en önemli unsurlarından birinin de sanayi olduğu aşikârdır. Bunun için de o milletin bünyesinden sanayileşmeyi başlatacak, ilerletecek keşif ve eriş dehalarının olması elzemdir. Meseleler zincirleme bir şekilde ilerlerken bu keşif ve eriş dehası da eğitim meselesini davet etmektedir. Bahsettiğimiz keşif ve eriş dehalarını yetiştirmek için de bir devletin eğitim sisteminin ve politikalarının yerinde olması gerekmektedir.
Peki, bir devlet için eğitim nedir? Neden bir devletin eğitim-öğretim sistemi vardır? Her devlet, iyi-kötü, bir dünya görüşüne nispetle kurulur ve bu dünya görüşünün belli bir ideali vardır. İçinde barındırdığı fertleri bu ideal istikametinde yetiştirmek, rejimin bekası için olmazsa olmaz mevkiindedir. Bu yetiştirme ise ancak sistemli bir eğitimle mümkündür. İdeal meselesi ise bizi ideolocya bahsinin önüne getirmektedir:
Hani eşya ve hâdiseler üzerinde kendi nakşını görmek isteyen, hasret, iştiyak, hayâl ve plânı gösteren ideolocyan ki, idealin bu iken, bütün oluş hikmetleri ve getirdiği ıstıraplarıyla birlikte “makine” bilmecesini buna göre çözerek, ideale bağlı ideal edinmişsin?...” [3]
Elde ettiği farklı başarıların ve ilerlemelerin yanında sanayi ve teknolojide zamanının çok ilerisinde olan Nazi Almanyası bunun bariz örneklerinden biridir. Çünkü Adolf Hitler tüm Almanya’yı belli bir ideal etrafında halkalandırmayı başarmıştır.
Yukarıda söylendiği gibi sanayi, Batının diğer devletler üzerinde hâkimiyet kurmasını ve kurduğu hâkimiyeti pekiştirmesinin de aracı haline gelmiştir. Bu mesele sadece iktisadî bir bakış açısıyla anlaşılıp, ele alınacak gibi de değildir. Sözgelimi bir ülke kendi ideolocyasını üretememiş olsa ama bugün Sanayi ve teknolojide Batı’dan daha ileri bir durumda olsa yine de bu onun üzerindeki Batı hâkimiyetinin son bulduğu anlamına gelmez. Günümüz Japonya’sı bunun örneklerinden biridir. Sanayide, teknolojide, bilimde vb. hemen her alanda Batıyı geçse de, her geçen gün ülkesinde Batı kültürü daha da hâkim olmaktadır. Bunun sebebi, kendisine Batı’dan gelecek olanı süzmeye, faydalısını alıp zararlısını atmaya, hepsinden öte yeni bir medeniyet inşa etmeye yeterli bir ideolocya-dünya görüşünden, şuur süzgecinden mahrumiyetidir. O yüzden sanayi ve teknoloji bugün kültür emperyalizminin araçları haline gelmiştir:
Bir ideolocya manzumesinin bünyeleştirilmesi gayesine bağlı olmayan, bilgi ve hammaddesine kadar dışarıdan gelen bir sanayileşme, eserin de insan üzerindeki tesirinden hareketle, kültür emperyalizmine açılmış bir kapıdır ve ideolojinin teknoloji üzerindeki rolünü anlamayanlara, teknolojinin üzerindeki etkisini anlatmak mümkün değildir...” [4]
Görüldüğü gibi sanayi öncelikle bir ideolocya manzumesiyle çözülmeli daha sonra pratiğe dökülmelidir. Günümüzde –özellikle Büyük Doğu coğrafyasında- insan ve toplumu ilgilendiren birçok mesele gibi sanayi ve teknoloji meselesinin de bir ideolocyadan hareketle çözülmesi gerektiği anlaşılamamakta ve bu durum hüsranla sonuçlanmaktadır. Bu durumu halledecek yegâne terkibi hüküm şudur:
BİR TOPLUM KENDİ İDEOLOJİSİNİ ÜRETEBİLDİĞİ ÖLÇÜDE kendi teknolojisini üretebilir” [5]
Sanayi ve Kültür İlgisi
Sanayi–Teknoloji–Makine”nin olmazsa olmazlarından biri keşif ve eriş dehasıdır.  İnsan içinde bulunduğu çevreden bağımsız düşünülemez: “Kısacası; toplum, fertlerin demetlerinden ibarettir, kendisine katılanların “şahsiyetlerini kazandırıcı vasat”tır ve onun hamleleriyle yeni mayalara namzettir. “Fert-toplum” ikili münâsebeti de bu…”[6]
Bahsedilen vasatın keyfiyetini belirleyen en önemli faktör ise o çevrenin kültürüdür. Ancak Sanayi ve İdeolocya başlığı altında ipuçları verildiği gibi öncelikle bir ideolocya olmalı daha sonra o ideolocyanın cemiyete hâkim konuma gelip yeni bir kültür vasatı oluşturması gerekmektedir. Bunun arkasından o cemiyet kendi sanayi-teknoloji-makinesini üretebilecek keşif ve eriş dehalarının yetişeceği bir vasat temin edecektir. Burada Mütefekkirin belirttiği şu husus da hatırlanmalıdır: “Ölüm Odası’nda ne yapmaya çalışıyoruz?.. Aslında sadece bu esere mahsus değil, bütün eserlerimizi de içine katarak söyleyebilirim; bir bakıma kendi rönesansımızı başlatmanın heyecanını duyurmaya çalışıyoruz… Bu da kendi değerlerimizi yenilemek anlamına gelir… Beş yüz yıllık çöküş ve çürümeyi tersine çevirmek gibi, zorların zoru bir iş… En genel anlamda, Batı karşısında “Doğu” diye anlayın. Mücadeleyi, dava ahlâkını, hep verici olmayı, başını bir gayeye adamayı, ilme, fikre, ideolojiye dayalı bir hareket tarzını yaşamak, yaşatmak, aşılamak…” [7]
Günümüz İslâm ümmetinin veya “Doğu”nun kültürel mânâda bulunduğu seviye göz önüne alındığında, sanayi-teknoloji-makine alanında ilerlemenin sağlanabileceği kültür vasatının inşâsı için gereken “kültür” hamlesinin Rönesans çapında olacağı muhakkaktır:
Kültürel yaklaşım, özellikle geçtiğimz beş yüz yıl boyunca Batı’nın teknolojik yenilik üretimini hâkimiyet altına almasını anlamaya yönelik bir yaklaşımdır. Öyle görünüyor ki Rönesans kültürü, tıpkı modern hayatın diğer birçok yönünde olduğu gibi, teknolojik yeniliğe imza atan mucidin ortaya çıkmasında da bir dönemeç noktası olmuştur.” [8]
Burada ele alınması gereken bir başka husus daha var; sanayi-teknoloji-makine’nin bir topluma getirdiği ve götürdüğü arasındaki münasebet. Giderek sanayileşen toplumlarda fertler teknolojiyle ne kadar içiçe olursa o derecede bireyselleşmekte, çevresinden kopmaktadır. Söz gelimi bir aile ve aile bağlarına çok önem veren bir topluma eğer televizyon girecek olursa, artık o aile kendi arasında iletişim kurmayı, vakit geçirmeyi kesmekte olduğu bilinen bir gerçektir. Bugün gelinen noktada artık fert ve cemiyet kendisini televizyonlarda ve çeşitli kitle iletişim araçlarında gördüğü hâl ve durumlara göre ayarlamaktadır. Burada televizyonun veya herhangi bir aletin hangi amaca hizmet ettiği de önemlidir. Fakat günümüzde menfi amaçlar doğrultusunda kullanıldığı da bir gerçektir. Yine günümüz sanayi-teknoloji-makine’si her geçen gün ruhu derdest etmekte ve bunun neticesinde “ruhsuz” bir kültür vasatı oluşmaktadır. Oluşan bu vasatı şahsında billurlaştıran Sovyet astronotu Gagarin bunun en bariz örneğidir:  
- “Fezayı dolaştım; Allah diye birşeye rastlamadım! Budala astronotun bu hudutsuz fikir sefaleti üzerinde durmaya değmez; fakat onu yetiştiren teknoloji dünyasının ötelere bakışını göstermek bakımından, bu anlayış, üzerinde ne kadar durulsa az denebilecek bir ehemmiyet belirtir.” [9]
Ruh ve Sanayi
Büyük Doğu’nun temel prensiplerinden biri olan Ruhçuluğun “eşya ve hâdiseleri kendi içlerinden çıkan kuru müşahede ve kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunları üstünde, madde göziyle görülmez ve ölçülemez müessirlere bağlamak” [10] ilkesinin görüneceği ve gösterileceği sanayi, teknoloji ve makinedir. Çünkü İbda Mimarından öğrendiğimiz veçhile “Sûretler olmadan mânâlar ebediyyen zuhur etmez.” Sanayi-teknoloji-makine mânânın zuhur edeceği birer surettir. Bu suret hizmet edeceği gayeye göre ulvî veya süflî bir mânâyı da haiz olabilir. Ama eğer ki, sanayi-teknoloji-makine bir mânânın sureti olmazsa kendini mânâ addettirebilir, yüzyılımızda olduğu gibi. O yüzden ruhun emri altına alınmalı ve ahiretin ekin tarlası vasfına kavuşturulmalıdır:
Madde ve onun mârifet kombinezonu olan makineyi ruhçu gözle görenler, onda, ruhun her şeyi kendisine tâbi kılıcı nakış ve damgasından başka bir mahiyet ve hüviyet bulamazlar.” [11]
Bununla birlikte ruh su ise, soğukta donarak buz, sıcakta kaynayarak buhar [12] halinde zamanın ve mekânın şartları gereği farklı şekillerde kendini göstermektedir ve yine zamanın ve mekânın şartları gereği kimi zaman buhar kimi zaman buz ve kimi zaman farklı şekillerde her meselenin kendi usûl ve esasları göz önüne alınarak mevzu ve meselelere hâkim kılınmalıdır. Günümüzde ise ruh, varlığını “yokluğunun getirdiği buhran” ile tersinden göstermektedir.
Ruhu ve ruhçuluğu, hava tabakasının yeryüzüne mıhlı olması gibi gören ve onu insanın bütün oluş ve görünüş sahasına perçinli bilen [13] BÜYÜK DOĞU-İBDA, neticeyi hiçliğe bağlayan ve hayattan kopan ruhçu görüşlerin aksine, insan ve toplum meselelerini bu zaviyeden değerlendirdiği gibi sanayi-teknoloji-makine meselesini bu zaviyeden ele alacaktır. Günümüzde insan ve toplumu ilgilendiren tüm meseleler, bu zaviyeden ele alınmadığı ve insan da ruhî bir varlık olduğu için fert ve cemiyet planına buhran hâkimdir. Bununla beraber Yüce Allah “Ben insanı eşya ve hadiseleri teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım” ve arkasında Gaye İnsan-Ufuk Peygamberin “Ya Rabbi bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster.” buyurması her Müslümanın üzerine bir misyon yüklemektedir. Bu misyona denk olarak sanayi-teknoloji-makine meselesinde de murada uygun bir çözüm teklifi olabilmelidir. Sanayi-teknoloji-makine’yi halifelik görevini yürüteceği mükemmel bir araç haline getirmelidir. Mükemmel olması ise hizmet edeceği “öteler” gayesinden dolayıdır. Tüm bunların “İslâma Muhatap Anlayış”tan hareketle yapılması izâhtan vârestedir.
Varlık, ruha mukavemetle kendini insana empoze eder. Bu mukavemeti kavramak için insan, yapma varlık olan “tekniği” meydana getirir. [14] Sözgelimi Mikropları (varlığı) müşahede edebilmek için mikroskop (yapma varlık) meydana getirmesi örnek verilebilir. Bu misaldeki mikropları müşahede ruhî bir ihtiyaç veya arzu, mikroskop ise bu ihtiyaç veya arzuya cevap veren bir yapma varlık veya yapma varlığın meydana getirdiğidir. Fakat bu “yapma varlık” veya onun meydana getirdiği ruhun belirttiği ihtiyaç ve arzu sınırının ve amacının dışına çıkacak olursa kendisini amaç hüviyetine getirecek ve ruhu hadım etmeye başlayacaktır. Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin şu ölçüsü halimize gayet muvafıktır: “Bir şey cemiyette aşırıya giderse zıddına inkılâp eder.” Bu söze uygun olarak eğer sanayi-teknoloji-makinenin bir cemiyet içerisindeki yeri ruhun koyduğu “sınır” ve “gayenin” dışına çıkacak olursa, zıddına inkılâp edecek ve maksadı ruha hizmet, ruhun aradığı ötelere bağlı yüksek bir ideali gerçekleştirmek için bir araçken, artık öteleri hedeflemeyen, toprak seviyeli, idealsiz bir amaç haline gelir.  “Makine Etrafında Sanayi Anlayışı” başlığıyla devam edeceğiz...
 
Dipnotlar
1-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa –İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 94.
2-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 97.
3-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa-İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 111-112.
4-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa-İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 120.
5-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa-İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 117.
6-Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız –Temel Meseleler-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1993, s. 138.
7-Şükrü Sak, Salih Mirzabeyoğlu İle Zindan Konuşmaları –Sohbet ve İntibalar-, 1.Basım, Çarpıcı Kitap, İstanbul 2015, s. 60.
8-George Basalla, Teknolojinin Evrimi, Trc. Cem Soydemir, 8.Basım, TÜBİTAK Yayını, Ankara 2000, s. 175.
9-Salih Mirzabeyoğlu, İslâma Muhatap Anlayış –Teorik Dil Alanı-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2015, s. 180.
10-Necib Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, 14. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2015, s. 367.
11-Salih Mirzabeyoğlu, İslâma Muhatap Anlayış –Teorik Dil Alanı-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2015, s. 179-180.
12-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa-İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s.95.
13-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa-İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 95.
14-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa-İntibâ ve İlhâm-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 96.


​Baran Dergisi 558. Sayı