İçtimaî hayatımız artık neredeyse sanayi ile bütünleşik bir hâl almış vaziyette. “Makine insan” tabirine denk bir şekilde fertler robotlaşmaya, cemiyetler git gide mekanikleşmeye doğru ilerlemekte. Büyük Doğu-İbda, bir bakıma mücerred anlamda bu gidişe bir dur demenin adı ve nizamıdır. Sanayiyi inkâr etmeden ve makineyi küçümsemeden, onu insan fikir ve aksiyonuna mahkûm hâle getirecek nizamı kurma derdindedir. Mevzumuza, sanayinin tanım ve tarihçesine bir göz atarak başlayalım...
Tanım ve Kısa Tarihçe
Sanayi kelimesi dilimize Arabça’dan gelmiş bir kelimedir. Arabça’da “s-n-y” (yapmak) fiilinden türeyen sanayi; sanâtlar, meslekler gibi anlamları haizdir. İngilizceden dilimize giren sanayi ile eş anlamlı kelime ise, aynı zamanda “cehd etmek, gayret göstermek” mânâlarını da taşıyan “endüstri”dir. Sanayinin pratikteki tanımı; insanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için ham maddeyi mamûl madde haline getiren iş, üretim ve üretim araçlarının bütününe verilen addır.
Buhar gücünün bulunduğu bu aşamaya I. Sanayi devrimi, elektriğin endüstride aktif olarak kullanılması ve Henry Ford’un üretim bandını geliştirmesi gibi uygulamaların olduğu aşamaya II. Sanayi devrimi, mekanik ve elektronik teknolojilerin yerini programlanabilir dijital teknolojilerin aldığı ve şu ân içinde bulunduğumuz döneme III. Sanayi Devrimi denmektedir. Diğer taraftan yavaş yavaş ayak seslerini duyuran, akıllı üretim tesislerini öngören sanayi anlayışı IV. Sanayi Devrimine doğru mevcûd yapıyı tekâmül ettirmektedir. Günümüzde her devletin, Sanayi Devrimiyle birlikte, değişen ihtiyaçlar ve teknoloji sebebiyle ihtiyaçlarını karşılamak için bir sanayisi veya sanayi davası olmak zorundadır.
Sanayi, ülkelerin gelişmişlik oranını belirleyen ölçütlerden biridir hiç şüphesiz. Benzer şekilde gelirinin büyük bir kısmını sanayiden sağlayan ülkeler de vardır. Sanayi Devrimi’nden sonraki yıllar, sanayii bir emperyalizm aracı olarak kullanma imkânını büyük devletlere vermiştir. Özellikle Soğuk Savaş öncesi ve sonrası sanayi ve sanayiyle yakından alâkalı birçok buluş ve veri büyük devletler arasında bir güç gösterisi hâlini aldığı da olmuştur. 1957’den 1975’e değin süren SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği) ve ABD (Amerika Birleşik Devletler) arasındaki Uzay Yarışı bunun en somut örneklerinden biridir.
Bir devlet için bu derece önemi haiz olan sanayi, şüphesiz devletleşme ideali güden her dünya görüşünün de halletmesi gereken meselelerden biridir. Bir dünya görüşünün başlıca şartlarından biri, fert ve toplum meselelerine tezatsız bir bütün içinde çözüm getirmektir. Dünya görüşünün meselelere getirdiği çözümler tutarlı ve insan fıtratına uygun olduğu ölçüde, ferd ve toplumun maddî ihtiyaçlarını karşılayabilecektir. Örneğin; Türkiye gibi tarım açısından zengin potansiyele sahip bir ülkede, köylü davası halledilip, köylü ile devleti sımsıkı kucaklaştırabilecek bir ideolocya hâkim kılınabilirse, arkasından sanayileşmeye de gidilebilecektir. Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl’ın 1973’te değindiği şu husus halâ geçerliliğini korumaktadır:
Bize gelince, Almanya’nın harp yıllarında apartman damlarına yığdığı saksılarda patates yetiştirmesine mukabil, ovalar boyu toprağımızı iptal etmiş ve her gün biraz daha battallaşmasına göz yummuş oluyoruz. Kocaman bir buğday platosu olmak ve 100 milyona ekmek tedarik edici bir toprak zemininden ibaret ve dünya çapında bir hayvancılığa müsait bulunmaktan öteye her kıymeti münakaşaya gelebilecek Anadolu’nun sahipleri, giderler de kapı kapı ekmek dilenciliğine çıkacak olurlarsa, onlara, kaşığı ağzına götürmeyi bilmeyen deliler gözüyle bakmaktan başka izâh şekli kalmaz. Ziraî ve sınaî iki esas temelden, bizimkinin mutlaka ziraî ve ancak ondan sonra ve onun geliriyle sınaî olması gerekir” [1]
Şüphesiz sanayinin gıda, içki, un ve un ürünleri otomotiv, kimya, orman, hizmet vb. kolları olmakla birlikte ve yine daha çok iktisat ilmini ilgilendiren bir alan olmasına mukabil meseleyi daraltıp, daha çok makine ve teknoloji bağlamında ve bu bakımdan sanayileşmenin makine ve teknolojiye bakan yönü üzerinde durmak icab eder. Nisbet noktamızın BÜYÜK DOĞU-İBDA olması, meselenin tekniğe bakan yönünün de yine “İbda Sanayi Çağı” hamlesine uygun düşecek bir değerlendirmeyi zarurî kılmaktadır. Nihâyetinde -ilerleyen bölümlerde değinilecektir- Batı’daki sanayileşme hamlesinin oluştuğu kültür ortamını yeşerten Rönesansı, sanayileşme bâbında öncesi ve sonrasıyla inceledikten sonra sanayinin ideolocya ve kültür alâkası görünecektir.
Sanayi Devrimi
Günümüz sanayisini anlamak için ilk yapılması gereken Sanayi Devrimini, devrimin altyapısını hazırlayan faktörleri ve getirisiyle götürülerini incelememizdir. Eğer Sanayi Devrimi incelenmeyecek ve onun hakkında bir hüküm verilmeyecek olursa Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl’ın belirttiği şu düstura ters düşülmüş olunacaktır:
Bize düşen ilk iş, makineyi yapan makineyi ezbere yapmak değil, bütün mes’ut ve bedbaht macerasiyle çizgi çizgi ve nokta nokta Batıyı tanımak, onun makineyi ve her şeyi nasıl yaptığını ve sonra eserine nasıl mahkûm olduğunu bilmek, bugün içinde çırpındığı ruh buhranını anlamak ve mahrum olduğu iman müeyyidesine sahip ilâcına malik olarak (teknoloji) ve makineye kucak açmaktır.” [2]
Sanayi Devrimi ilk olarak 1760-1850 yılları arasında İngiltere’de, daha sonra ABD ve diğer Batılı ülkelerde yaşanmıştır. Devrime yol açan “Tekstil ve Buhar Makinesi”ydi. İlk olarak kumaş dokuma, sekiz makarada iplik büken çıkrıklar ve arkasından bu tekstil makinelerinin buharla buluşması sayesinde ilk tekstil fabrikaları İngiltere’de kuruldu ve bilinen mânâda ilk sanayinin nüvelerini oluşturdu. İlerleyen yıllarda buhar bildiğimiz birçok başka makineyi de çalıştıracaktır. Bununla birlikte Sanayi devrimini hazırlayan sömürgecilik, kapitalizm, dinî, siyasî vb. birçok farklı amil de vardır. Fakat burada daha çok makine ve teknoloji bağlamında meseleyi ele alacağız.
1860-1914 yıllarını kapsayan dönemde ise, kimilerince “Teknoloji Devrimi” olarak adlandırılan II. Sanayi devrimi yaşanmıştır. Bu devrimi ilkinden ayıran özellik, I. Sanayi Devrimi’ndeki araçlara nisbetle daha az basit ve daha az mekanik olmaması ve elektriğin endüstriyel mânâda kullanılmaya başlanmasının yanında çeliğin geliştirilmesi, kimyasal teknikler ve tren rayları da ayırt edicidir.
Şu ân, içinde bulunduğumuz ve 1960’lı yıllardan sonra başlayan III. Sanayi Devrimi ise bilişim teknolojilerindeki ilerleme ve internetin hemen her sahaya yaygınlaşmasını ifade etmektedir. Uydular, kablosuz teknolojiler ve bunun yanında güneş, rüzgâr gibi enerji kaynaklarının kullanımı da III. Sanayi Devriminin göstergeleridir. Son yıllarda ise bilişim teknolojileriyle endüstriyi bilinenden daha fazla bütünleştirmeyi amaçlayan IV. Sanayi Devrimi konuşulmaktadır. I. Sanayi Devriminden IV. Sanayi Devrimine gidilen süreçte Batılı devletlerin “III. Dünya Ülkeleri” olarak adlandırdığı diğer devletler üzerindeki emperyal etkisi artmaya başlamış ve devam etmektedir. Nitekim İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu da bu hususu şöyle belirtmektedir:
Bugün bir kıtayı siyasî hâkimiyet olmaksızın, ekonomik ve malî yollarla boyunduruk altına almak mümkündür.” [3]
Bununla birlikte I. Sanayi Devriminden III. Sanayi Devrimine giden süreçte İbda Mimarı’nın bir diğer teşhisi de ilk emarelerini göstermeye başlamış, ilerleyen yıllarda giderek artmış ve bugün etkisini artarak devam ettirmiştir:
Makine, eski beşerî muvazeneleri silip süpürür, el işini ve sanat emeğini çürütür, sınıflar batırır ve sınıflar çıkarır, bilhassa “maveraî-ötelere bağlı” itikadları pörsütürken, şaşkın insan ruhunda alabildiğine putlaşmış ve insan yapısı olduğunu unutturarak yeni bir insan yapma kudretinin sahibi zannedilmiştir.
Makinenin doğurduğu buhran, onu zapt ve teshir edecek, hükmü altına alacak bir imân hamlesini davet ettiği hâlde, bu hamle gösterilemedi, gösterilemeyince de putun şımarıklığı arttı ve Almanya’da filozof Heidegger’e “angst filozofi-buhran felsefesi” mektebini kurduran bu vaziyet, Batı dünyasını bunalımdan bunalıma sürükleyerek İkinci Dünya Savaşına kadar geldi.
İkinci Dünya Savaşı, faşizm ve Nazizm Batı dünyasını yeni bir ruh müeyyidesine kavuşturma, “Greko-Latin” medeniyetini yeniden eserine hâkim kılma hamlesidir ve basit siyaset plânında nasıl başlayıp nasıl bittiği malûmdur. Buhran ise bir yanda kafası güya “anti materyalist” ve hayatı buz gibi “materyalist” Amerika, bir yanda da kafası “materyalist” ve hayatı “mistik” Rusya; her iki ülkenin hem içlerinde, hem de birbirlerine karşı belirttikleri korkunç tezat ve sahte teselliler arasında, Ay’a ayak basma zaferine rağmen en cılk bir müzminlik içinde bugüne kadar geldi. İşte en ince ve mahrem çizgileriyle 20.Asrın kıymetler tablosu, istinatsız teknoloji ve makine; ve işte “Greko-Latin” medeniyetinin son merhalesi, imânını arayan mustarip insanlık!” [4]
Sanayi Devriminin getirmiş olduğu sermaye artışı ve refah, İbda Mimarı’nın tesbitini yaptığı buhranı perdelemeye yetmemiş ve ne yazık ki insanlığın büyük bir kesimi hâlen bu durumdan tam mânâsıyla haberdar değil. Günümüzde ise bahsedilen bu durumun başlatmış olduğu “buhran”ı farkeden Batı, buna herhangi bir çözüm üretememekte; bu yüzden mahut “buhran”ı tüm insanlığa şuurlu bir şekilde yaymanın peşindedir. 
Rönesans Öncesi ve Sonrası
Sanayi meselesini incelerken Rönesans sonrası meydana gelen Sanayi Devrimini dikkate almadan sağlıklı bir sanayi incelemesi gerçekleştirilemez. Nihâyetinde Sanayi Devrimine değinirken de Batıyı Sanayi Devrimine hazırlayan sürece değinmeden olmaz. Batı’yı fikrî, içtimaî, iktisadî vb. insan ve topluma dair ne kadar unsur varsa tüm bu unsurlarda tekâmül ettiren hiç şüphesiz Rönesans ve sonrasında gelişen Reform hareketleridir. Rönesans ve Reformdan aldığı ışık ve motivasyon Batı’ya Sanayi Devrimini yaptırmış ve Batı eliyle dünyaya taşımıştır. Nitekim Jacques Ellul’un cevabını bulamayacağını söylediği sorunun cevabı da burada gizlidir aslında:
Burada en zor soruyla yüz yüzeyiz. Yüzyıllar süren bir yavaş gelişmeden sonra neden bir buçuk asır zarfında bir teknik gelişme patlaması yaşandı? Daha önceleri mümkün görünmeyen bir şey neden tarihin belli bir ânında mümkün oldu? Bunun nihai nedenine ulaşamayacağımızı kabul etmeliyiz. 18.yüzyılın ikinci yarısında buluşlarda neden bir patlama yaşandı? Bilemeyiz. Bu noktada, bu kısa dönemde kendimizi bir buluşlar gizeminin ortasında buluyoruz.” [5]
Burada belirtilmesi gereken hususlardan biri de Batılı mütefekkirlerce de ifade edilen Rönesans’a Batı’yı hazırlayan ve ona Rönesans için ışık tutanın Endülüs olduğudur:
Arap-İslâm dünyası, geç antik dönem ile Avrupa yakın çağı arasındaki devirde, gelişime en müsait ve etkisi en güçlü kültür sahasıdır ve de eski dünya ile oluşmaya namzet Avrupa arasındaki yegâne gerçek bağdır.” [6]
Rönesans öncesi Batıda aklı inkâr eden, derebeyleri ve kilisenin hâkimiyeti (Skolâstik düşünce) vardı:
Ortaçağ: Batının, dünkü gelirinden mahrum, yarınki mirasına namzet, fakat her şeyden habersiz; hem eski Yunan’ın dünya muvazenesini, hem de İsa dininin ruh ve gayesini elden çıkarmış, için için kıvrandığı ve çile doldurduğu zulmet tüneli... Bu zulmet tünelinde bir devre ilerideki Batıya, kendi kendisini bulmak için en keskin aksülâmel hedefini kuran, İsa Peygamberin tahrifçisi kilise ve bu kilisenin dünya manivelâsı (Feodalite-derebeylik) idaresi...” [7]
Ortaçağ’da her türlü fikrî, içtimaî, ilmî yenilikten korkuluyordu. Galileo Galilei’nin dünyanın yuvarlak olduğunu söylemesi üzerine idam cezası ile tehdid edilerek sözlerini geri almasının istenmesi, bunun en bariz örneğidir. Nitekim o dönem sanayileşme ve makineyi yakından ilgilendiren ve üzerlerinde en çok etkisinin görüldüğü teknik anlayışı ise şu şekildeydi:
Herkesin güvendiği ve mümkün olan tek yapı olarak gördüğü toplumun bünyesi, tekniğin önünde bir engeldi. Tekniğin kutsal olanın karşısında olduğu düşünülüyordu. Doğal hiyerarşi, yalnızca alt sınıflara rahatlık getirecek mekanik sanâtlara karşı işliyordu. Ve alt sınıflar da doğal hiyerarşiye inandığı için elbette teslimiyetçi ve pasif olabilirlerdi. Talihlerini döndürmeye çalışmadılar. Burada önemli olan nokta, gerçeklerin kendisi veya hiyerarşinin varlığı değil, doğal ve kutsal karakterine olan inançtı ki, bu da tekniğin önünde durmaktaydı.” [8]
Tüm bunlardan sonra İtalya’da başlayan Rönesans Batı’ya yayıldı ve etkisini gösterdi. Rönesans’ın yaşanmasıyla fikirde, sanatta, müspet ilimde, dinde vb. tüm sahalarda yeni anlayışlar etkisini göstermeye başladı ve bu etkiyle birlikte Coğrafi Keşiflerde başlamıştır. Coğrafi Keşiflerin Sanayi Devrimini hazırlayan süreçte büyük bir etkisi olmuştur denebilir. Zira sömürgelerden elde edilen hammadde, yeni keşfedilen limanlar ve ekonomik büyüme sanayii ve sanayileşmeyi hızlandırmıştır. Fakat bu Sanayi Devrimini hazırlayan tâlî sebeplerden biridir. Asıl sebebin Batı’nın kendisini kültürel anlamda yenilemesi olduğu unutulmamalıdır:
(Rönesans-yeniden doğuş): Bir fışkırışta aklın maddeye tahâkküm ihtiyaciyle beraber, baskı altındaki ruhun, Eski Yunan’da bulduğu şafak aydınlığına doğru kanat çırpma ve kendisini yeni bir terkipte özleştirme hamlesinden ibaret oldu. Garbın, kurtarıcı tanıdığı «aklın zaferi» diye isimlendirdiği bu hamleden sonra hemen meydana gelen ve Lâtin kazanını taşıran fâni ahenk, oradan kepçe kepçe milletlerin tabaklarına döküldü ve bir iki devre sonra bütün eşya ve hâdiseleri çepçevre ve sımsıkı sarmaya davranıcı akıl kuşağı, müspet bilgiler manzumesine ulaştı.” [9]
Görüldüğü gibi Sanayi Devrimini hazırlayan sürece gelinmesinde Rönesans ve Reform hareketleri sonrası Batılı’nın kendini hemen her konuda kendisini yenilemesi söz konusudur. Bu konuda özellikle müsbet ilimde ilerlenmesi ve müsbet ilme değer verilmesi hususu şüphesiz Sanayi Devrimi’ni de yaşatmıştır. Sanayi Devrimi’nin itici sebeplerinden biri olan ekonomik sebeplerde Rönesans sonrası ortaya çıkan iklimde oluşan iktisadî doktrinlerce doğrulmuştur.
Burada dikkat çekmek istediğimiz husus dünyaya namzet bir sanayiye ve sanayileşmeye sahip olmak için Rönesans benzeri bir kültürel yenilenmeye veya bu çapta bir yenilenmenin sonucu olan bir kültür ikliminde olunması gerektiğidir. Nitekim Rönesans hareketi de Batı için en mükemmel sonucu doğurmamıştır:
Aklın maddeyi kurcalama ve her şeyi bu kurcalayıştan bekleme ihtiyacı, gitgide ön plâna geçti. Bu plân, 19 uncu asırdan sonra, basit akıl buluşlarının yonttuğu âletlerin putlariyle donandı; ve (Rönesans) tan bir iki asır ileriye kadar barıştırılmış görünen ruh ve akıl, 20nci Asra doğru, her yönden hesap yanlışını haykırırcasına en korkunç şekilde patlağını verdi. Bu da, ruhî, siyasî, idarî, içtimaî, iktisadî sahada, Garbın bugün, en hâd ve müzmin felâketini yaşadığı buhran devresi oldu. Ruhunu arayan Batı...” [10]
Kaynaklar:
1-Necib Fazıl Kısakürek, Türkiyenin Manzarası, 12. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2015, s. 59.
2-Necib Fazıl Kısakürek, Türkiyenin Manzarası, 12. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2015, s. 62.
3-Salih Mirzabeyoğlu, Marifetname –Süzgeç ve Şekil-, 2.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2007, s. 292.
4-Salih Mirzabeyoğlu, İslâma Muhatap Anlayış -Teorik Dil Alanı-, 3.Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2015, s. 199-200
5-Jacques Ellul, Teknoloji Toplumu, Trc. Musa Ceylan, 1.Basım, Bakış Yayınları, İstanbul 2003, s. 53.
6-Prof. Dr. Fuat Sezgin, Tanınmayan Büyük Çağ, 3.Basım, Timaş Yayınları, İstanbul 2016, s. 12.
7-Necib Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, 14. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2015, s. 43.
8-Jacques Ellul, Teknoloji Toplumu, Trc. Musa Ceylan, 1.Basım, Bakış Yayınları, İstanbul 2003, s. 58.
9-Necib Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, 14. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2015, s. 43.
10-Necib Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, 14. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2015, s. 44.
 
 
Baran Dergisi 557. Sayı