Tek bir ferdden cemiyete, cemiyetten devlet müesseselerine kadar herhangi bir iş veya eylemin aksiyon kıymeti kazanmasının ön şartı, o iş veya eylemi bir fikir mihrakına bağlamak, bir fikir örgüsü içinde kendine ait yere nisbet etmektir. Bir orkestra düşünün ve bu orkestra içindeki her enstrümanın notalardan ayrı bir şekilde kafasına göre sesler çıkarttığını... Tabiatıyla ortaya çıkacak olan kakafoniden başka bir şey değildir. Hayatın her şubesi için aynı şey geçerli; bir fikre, kendi içinde tutarlı ve kendisini oluşturan her unsurunun izahı yapılmış yekpare bir projeye bağlı hareket edilmediğinde yaptığın bir iş, bir diğerinin çelicisi hâline gelir; tutarlılık, düzen ve verimlilik ortadan kalkar. Bağlanılan fikir mihrakının koyduğu hedefe erişmek adına zamanın şartlarını sürekli kollamak ve değişen vasıtalara ayak uydurmak bahsettiğimiz aksiyonerliğin şartlarındandır. Bir diğer taraftan, fikrin bütünlüğü içinde yeri olmayan ve sırf “aksiyon olsun” diye işlenen işler, bağlı olunan fikir mihrakına fayda etmeyeceği gibi menfî geri dönüşlerin de vesilesi olacaktır. Yine şunu da hatırlatmakta yarar var, kimi zaman bir işi yapmaya hazır olmak kaydıyla, durmak, susmak bile bir aksiyon biçimidir ve çoğu defa aksiyon(!) olsun, piyasada görüneyim diye zıplanan dangalakça işlerden evlâdır. 
Bugün devlet, millet ve ferd planında en çok ihtiyacımız olan şey, hayatımızı idame ettirebilmek adına ihtiyaç duyduklarımızdan bile öncelikli olarak, bağlanmamız gereken insan ve cemiyete dair her meseleyi hal ve fasl etmiş “bütün bir fikir” mihrakıdır; Bütün Fikrin Gerekliliği davası...
Ferdî plandan devlet planına kadar hayatı idame ettirmek ve tekâmül etmek adına bir diyalektik münasebet kuruludur. Devlet ve cemiyete nisbetle dar bir planda olmasına rağmen her ikisinin de mecburen merkezinde bulunan ferd özelinde misâllendirecek olursak; insan, ruh ve nefs adlı iki zıt kutbun diyalektik ilişkisi içinde, bağlı bulunduğu fikir mihrakının ölçüleri dâhilinde iradî faaliyetler gerçekleştiren bir aksiyonerdir. Cemiyetin geliştirdiği en örgütlü yapı olan devlet müessesesi için de aynı husus geçerlidir: Devletin aslî vazifesi, ferd ile cemiyet arası diyalektik ilişkiyi veya başka bir deyişle gerilimi muvazenede tutmaktır ve bunu da elbette belli bir anlayışa göre gerçekleştirmek zorundadır. Öyleyse “hangi anlayış” sualine cevab verilmesi gerekir...
Aksiyon
İBDA Hikemiyâtına göre aksiyon; sade iş ve fikir değil, üstün işe hâkkedilmiş üstün fikir demektir... Büyük fikir ve onun büyük iş hâline inkılâbı; aksiyon budur... 
“Yeni Türkiye” sloganı ortaya atıldığı vakitten beri Türkiye’nin belki de yokluğunu en derinden hissettiği şey, bağlanılacak bir fikir mihrakının ortaya konmamış oluşudur. 2002 senesinden beri iktidarda bulunan Ak Parti, geçen zaman zarfında birçok müsbet hamlenin fâili olmuş olsa da, bir fikir çerçevesinde bütünlük sağlayamadığı için, daha doğrusu böyle bir iddiası dahi bulunmadığı için birçok işin aksadığını söyleyebiliriz. Bu aksaklık yalnızca bir tek kişinin şahsında anlaşılmasın; devletin başından ayaklarına, millete ve milleti meydana getiren ferdlere kadar bütün hâlinde bir fikir mihrakı etrafında temerküz edilmediği için, ahenk ve ritim tutturulamamaktadır. Bu ahenksizlik de, en başta Anadolu’nun dışarıdan gelen her türlü müdahaleye açık hâle gelmesine vesilesi olmaktadır. Geçtiğimiz seneler içinde yaşanan Gezi Olayları, 17 ve 25 Aralık hadiseleri bu bahsettiğimiz çerçevede anlaşılırsa, ne kadar haklı bir mesele üzerinde olduğumuz da anlaşılacaktır.
Bir fikir etrafında temerküz edilmemiş olmasının doğurduğu menfîliklerden bir başkasıysa, bir bütün hâlinde cemiyet ve devletin yüzünü tek bir ufka çevirip, güçlü ve kararlı adımlarla ilerleyememesidir. Öyleyse önce aksiyonerliğin gerektirdiği keyfiyetleri ortaya kolayalım.
Aksiyoner
Ferd, cemiyet ve devlet aksiyoner olarak değerlendirilebilir. Meselâ Büyük Doğu Mimarı Üstad Necib Fazıl büyük bir aksiyon dehâsıdır. İslâm ile şereflendikten sonra İstanbul ve Kudüs’ün fethine mazhar olan Kayı aşireti de aksiyoner cemiyete misâl teşkil eder. Hakezâ aksiyoner cemiyeti olan devletin nelere muktedir olduğunu da Devlet-i Aliyye’nin mutlak fikir mihrakında buluştuğu günlerden yakinen hatırlıyoruz.
Devlet ve cemiyete nisbetle dar bir planda olmasına rağmen her ikisinin de mecburen merkezinde bulunan ferd özelinde misâllendirerek devam edelim...
Aksiyoner, bağlı olduğu fikir mihrakının ölçülerine tezat bir hayat sürmesi mümkün olmayan kişidir. Bir fikir mihrakına bağlılığını iddia ettiği ândan itibaren her hâli ve hareketiyle fikrinin ölçülerini aksettirdiği kadar telkin edici, aksettiremediği kadar da nefret ettirici olur.
Aksiyoner, zamanın şartlarını sürekli koklayan, değişen vasıta ve şartları en iyi şekilde kollayarak bağlı bulunduğu fikrin emrine tahsis edebilen kişidir. 
Büyük Doğu-İBDA Fikriyâtının aksiyoner kadrosunun başlıca niteliği “üstün vasıflı gerçek aydın” olmaktır. Dinde, fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, müsbet bilgilerde, ticarette, askerlikte, idarede, işde, hulâsa insan kafasının arayıcı hamlelerini ve idrak çilelerini planlaştıran her sahada eser, keşif, görüş, terkib ve dava sahibi kişi, bizim açımızdan gerçek aksiyonerdir.
Aksiyoner olmanın şartlarını koyduk. Yatıp kalkıp aksiyondan bahsetmekle, aksiyon olsun diye gereksiz işler peşinde koşmakla, yaptığı gereksiz işleri aksiyon diye lanse etmekle, yahut ben aksiyonerim demekle aksiyoner olunmuyor. Etrafına nefsini tatmin etmek için “eleman” toplayan adama da aksiyoner değil, sığır çobanıdır diyelim ve devlet planından devam edelim...  
Devlet Planında Aktüel Aksiyon Planı
Anadolu’nun bugünkü aktüel aksiyon planına baktığımızda, içte birliğin tesis edilmesinden başlayarak dışa doğru doğuda Çin, batıda Avrupa ve Amerika, güneyde Afrika ve kuzeyde Rusya’ya kadar son derece geniş ve derin bir hareket sahası içinde bulunduğunu görüyoruz. Bu kadar büyük bir aksiyon planında iş görmenin, dost ve düşman kutupları belirlemenin, birbirini çelici faaliyetler içine girmemenin biricik ve hayatî şartıysa merkez bir fikrin benimsenmesidir. Merkeze bir fikri alır ve geri kalan her şey o fikre nisbetle sağlıklı bir şekilde değerlendirilirse eğer, o zaman bir ahenk tutturulabilir. Bu çapta bir aksiyona talib olmak için de, merkeze konacak fikrin tüm kâinatı kuşatıcı olması zarurîdir. 
Her biri aynı vücudun farklı uzuvları olan ve öz milletimize düşmanlık paydasında buluşan Cemaat, Ulusalcılar ve Kemalistlerin zihnî bütünlüğümüzü bölmek adına sürdürdükleri faaliyetler karşısında neler yapılacak, merkeze ne konacak da içte millî birliğimiz tesis edilecek? 
Türkiye, Rusya ile Batı Âlemi arasındaki gerginlikte taraf mı olacak, yoksa tarafsız kalıp incelikli bir siyaset güderek bu gerginlikten olabildiğince çok mu faydalanacak?
Geçmişte ekonomik hâkimiyetimizin en önemli vesilesi olan Baharat ve İpek Yolunun hayâtî kavşağında oluşumuz gibi, bugün de enerji nakil hatlarının hayâtî kavşak noktasında bulunuyor oluşumuz bugün nasıl değerlendirilecek?
Batı Âlemi ve Çin’in Afrika’nın verimli toprakları üzerindeki tarım planları karşısında Türkiye’nin tavır ve tutumu ne olacak, seyirci mi kalacak yoksa oyuncu olarak sahaya mı inecek?
Avrupa ve Amerika’nın bir haçlı ordusu gibi Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri saldırılar karşısında Türkiye’nin tavır ve tutumu ne olacak?
Batı Âleminin içinde bulunduğu ekonomik kriz karşısında nasıl bir ekonomi politikası izlenecek ve Batı’nın içinde bulunduğu kriz derinleştirilerek yeni fırsatların doğması sağlanacak yoka Batı’nın bu krizden çıkmasına yardım mı edilecek?
Üye olunan ve üye olunmak istenen milletler arası örgütlerde bulunulacaksa niçin bulunulacak, üye olunacaksa da niçin üye olunacak?
“Cihanda sulh” gibi, yurt dışında sorunsuzluk diye saçma sapan bir politika sürdürülmeye devam mı edilecek, yoksa terk edilerek dışarıdaki sorunlar körüklenerek, Türkiye’nin onlar karşısında güçlenmesi ve onların müdahale edemez hâle gelmesi mi sağlanacak?
Görüldüğü üzere aktüel aksiyon planı yalnız sathî bakımdan bile son derece geniş. Saydığımız ve saymadığımız bu hususlarla ilgili olarak izlenecek politikaların belirlenmesinde rol oynayacak ve bu politikaları izleyeceklere referans olacak bütün ve kuşatıcı fikir hangisi?

Mecbur Olunan Fikir Mihrakı Olarak Büyük Doğu-İBDA
Tek başına bir psikolocyanın kuşanılmasının nelere muktedir olduğunu Hitler döneminin Almanya’sına bakarak görüyoruz. Psikolocyanın yanında bir de dünya çapında ferd ve toplum meselelerine çözüm getiren bir dünya görüşünün kuşanıldığını hayâl edelim. Hayâl ki, İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında dediği gibi, her şeyin hammaddesi olan hayâl. Öyleyse yarını inşa edecek şekilde, Anadolu’dan başlayarak İslâm Âleminin tamamında Büyük Doğu-İBDA İslâm'a Muhatab Anlayışı'nın ve bu anlayışın getirdiği vecdin kuşanıldığını hayâl edelim. Bütün dünyanın ferd ve cemiyet meseleleri önündeki çözümsüzlüğü teknoloji perdesine bürümek çabası karşısında, “hayâli cihan değer” bir hakikatten bahsediyoruz. Ferd ve toplum meselelerini çözüme kavuşturmaya talib olan fikrin merkeze alınmasının neticesini görüyor yahut en azından hissediyoruz değil mi?
İbda kelimesinin bir anlamı da, bir kimseye kârı kendisine âit olmak üzere sermaye vermektir. Yâni, İBDA İdeolocyasının sermayesi umuma açıktır ve İBDA ideolocyasının-dünya görüşünün ferd, cemiyet ve devlet planında merkeze alınmasının fikir çilesi ve nefs muhasebesinden öte bir maliyeti yoktur. Artık fikir çilesi ve nefs muhasebesinin maliyetini ödeyerek gerçek dünyaya dönmenin vakti gelmiştir.
Neticede
Biz inanıyoruz ki, bugünkü ahvâl içinde üç kuruşluk menfaat hesablarına artık yer kalmamıştır. Eski Türkiye’de kendilerini “efendi” addedenlerin bakışları altına, onları da incitmeden ve onlara çaktırmadan kararsız adımlarla yürümenin de vakti geçmiştir.
Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşen “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansta İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu; “yeni dünya düzeni kurulacaksa buradan başlasın” derken neye talib olduğumuzu ve İBDA’nın ne olduğunu açıkça ortaya koymuştur. 
Eğer ki, “Büyük Doğu-İBDA şu, şu, şu meselelere çözüm getiremediği gibi, falan ve filan meselelerde de problemi derinleştirecektir” yahut “Büyük Doğu-İBDA ideolocyası baştan aşağı yanlıştır ve doğrusu da budur” deyip VARLIK meselesinden başlayarak TÜM beşerî meseleleri hasrına alan, bunların içine düştüğü kaos düğümlerini bir bir çözen KÜLLÎ bir dünya görüşü teklif edecek olanlar varsa buyursunlar, yoksa da artık gölge etmesinler.
Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl, Erzurum’da gerçekleşen “İman ve Aksiyon” başlıklı konferansında diyor ki:
- “Bu kadar lâftan sonra dâva şurada düğümleniyor: Bizi bir büyük aksiyon beklemekte; hangi sahada isterseniz isteyin… Fakat o mutlaka tek mihraktan gelecektir. Ben şu konferansımda siyâsî konuşmuyorum, âdi parti dâvası gütmüyorum. Dâvamız, ilmî ve mücerret… Bizi, nefs murakabe ve muhasebesine erdikten ve şahsiyet mihrakımızı tâyin ve tesbit ettikten sonra, boşlukta mekân işgal etmek haysiyetini temsil edeceğimiz bir millet olma aksiyonu bekliyor. (…) Bu mihrak imandır. Onun olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. (…) Ve bu mihrak –öyle iphamlara, gizlemelere lüzum yok-, kelimenin tam mânasıyla İSLÂMİYETTİR.
Kâinatın Efendisi'nden (SAV) beri kesintisiz süren İslâm İnkılâbının bugünkü emir subayı Büyük Doğu-İBDA olduğuna göre, artık nefs kutbunun tutsaklığındaki eşek hürriyetini bir kenara bırakıp, “mutlak hakikate” teslim olmanın vakti gelmiş, geçmektedir.
Yalnız iman ve fikir; ne sevgili ne kardeş; 
Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek. 
Ve bir devrim, evvela devrimi devirecek. 
Her şey birbirine denk, her şey birbirine eş. 

Fertle toplum arası kalkacak artık güreş; 
Herkes tek tek sırtına toplumu bindirecek. 
Gökler iki şakkolmuş haberi bildirecek. 
Müjdeler olsun size; doğdu batmayan güneş! 
[Necib Fazıl, 1969]
Baran Dergisi 414. Sayısı...