Geçen hafta ABD ve Türkiye arasındaki papaz savaşlarının perde arkasını irdelemiş ve görüntünün “al kızı ver papazı” olmaktan ziyade daha büyük bir iktisadî savaşın önemli bir veçhesi olmakla beraber, sivilcesi mesabesinde olduğunu izâha çalışmıştık. Bu hafta başına girerken Pazar gecesi ATV isimli TV kanalında “Casuslar Köprüsü” isimli daha evvel seyrettiğim bir film gözüme çarptı. ABD Yetkilileri’nin Papaz Brunson meselesinde “o işi hallettik” tarzında açıklamaları da olunca, kendi kendime “herhalde kamuoyu alışsın diye bu filmi koymuşlar” diye de hatırımdan geçmedi değil!

Bu filmin asıl tedâi ettirdiği husus ise filmin başrol kahramanlarından olan ABD’li pilotun yani gerçek hayatta ismi Francis Gary Powers olan kişinin ABD’nin Adana İncirlik Üssü’nün proje mimarlarından olması… Beraberindeki yedi pilotla İncirlik’e gelen Powers ve arkadaşları, uzmanlık alanları olan fotoğraflama işinde bulunmuşlardı; yani bizim anlayacağımız dilde bir nevi stratejik konumlandırma faaliyetleri… Merak edenler, Powers’ın hatıralarında Adana’da su kayağı günleri tarzında ele aldığı kitabına bakabilir… Bu filmi Brunson meselesine bağlayarak hatırlamam esasen yine bir nevi ABD karşısındaki başka bir mahkûmiyetimizin hatırlatıyor olması sebebiyle… Elbette üzücü.  Bu filmi asıl sebeb kılmaksızın Brunson meselesinde anlaşıldığını fakat asıl meselenin artık görmezden gelinemez biçimde kendini hissettirdiği, mevzuun iktisat olduğu, bu hafta itibariyle de tamamen su yüzüne çıktı zaten.

Geçen hafta Sayın Devlet Bahçeli’nin papazların iadesi meselesinde söylediği değiş-tokuş’un Soğuk Savaş senelerine benzetilerek ifâde edilmesi ilk bakışta nostaljik bir tabirmiş gibi gözükse de olabildiğince sıcak zannettiğimiz soğuk savaş şartlarını yaşıyor olduğumuz hesap edilirse, gayet gerçekçidir! Ki yazımızın sonunu bu meseleye bağlayacağız…

Yeni Projeler Ne Kadar Yeni?
Geçen hafta umumiyetle herkesin beklediği ve esasında “sır gibi saklanan” tabirine muvafık bir biçimde heyecana vesile olan 100 günlük eylem planı açıklandı! Açıklandı açıklanmasına da, aşağı yukarı tüm yeni projelerin tıkanan inşaat sektörünü açmakla alâkalı oluşu herkeste bir nevi hayâl kırıklığı yaşattı. Bir de hiç olmazsa hedef tayini olmak bakımından sanayi ve zirâi bir alt yapıyı hissettirici bir yanı olmaması da cabası! Şahsen, art arda sayılan bütün projeleri usanmaksızın dinlerken, icraat konuşmasını nerede bırakmam gerektiğine karar vermeye çalışıyordum ki bütün bu projeler içerisinde, “E Devlet’te yenilikler” kalemini de görünce oturduğum yerden ruhen koşarak kaçtım… Anladığım kadarıyla eldeki imkânlar ile ancak bu kadar hamle gayreti mümkün; memleket imkânlarımızı az-çok tayin edebiliyoruz da, bizim tayin ettiğimiz kadarını yeni iktidarın danışman kadrosunun tayin edemediğini ve Recep Tayyip Erdoğan’ın da –eğer gizli projelerde büyük sürprizler yoksa- bu vasata binâen bozuntuya vermeden yola devam niteliğinde bu icraat açıklamasını yaptığını zannediyorum. Şahsımın sadece bir reyi var ve o da ne piyasa ne şu ne bu sadece halk ve hak düşmanları defolsun gitsin odaklı; hükümet yanlısı gazetelerin “ekonomide dev atılım!” haberlerine de bir şey demiyoruz, hadi atılımlar dev olsun da kardeşim; bu kadar proje makiyajı üstüne, aynı haberlerin bir öncesi ve sonrasına konulan, “işte sıfır makiyaj Tuvana Türkay” diye verilen haberler var ya, işte beni delicesine ürküten, manyakçasına korkutan, dehşete düşürürcesine apıştıran, işte onlar…

Ekonomik Kriz ve İsraf Eğrisi
İş sahası ve faaliyet alanlarını bilemem de semt pazarlarının hâli pür melâli perişan vaziyettedir. Ekonomik darboğaz her hafta bir evvelki haftadan daha baskın şekilde daralırken, yeni hükümetin iradeli bir biçimde piyasalara müdahale etmemesi gayet enteresan; anladığım kadarıyla ekonomik piyasalarda psikolojik olarak örtülmüş rakamların hakiki seviyeleri gözüksün ve millet de buna göre devletin içinde bulunduğu darboğazı görsün, buna göre de hep beraber bir şekil yaparız politikası güdülüyor. Faiz arttırılırsa Usd düşüyor, artırılmaz ise Usd periyodik olarak yükseliyor; şimdi iki ucu da pis değnek tabirinin muvafık düştüğü yer de burası! Faiz artınca faiz lobisi kazanıyor ya, arttırmayınca bu sefer de Usd çıkıyor yine elinde en çok doları olan faiz lobisi kazanıyor. Buradaki ana bağlantı noktası tüketim giderimizin büyük yekûnunun Usd tabanlı olması ve üretimimizin tükettiğimizle nisbetinin olmaması… Usd’nin her bir kuruş yükselişi yaklaşık olarak devlet kasasından 4,5 milyar TL'nin değer bakımından kaybı demek; yeni hükümet bu baskıya yine de her şeye mukabil iyi dayanmakta ve bunu absörve etmektedir ya nereye kadar sürebilir yalnız Allah bilir!

Bizim memleketin büyücek zenginleri de pek “bizim” olmadığından, işler her hafta hükümet aleyhine işliyor; çünkü burada kazanıyor ama kazandıkları parayı ya yurt dışında değerlendiriyorlar yahut da TL’den başka bir para biriminde… Bunu yanında alışılmış ve alışkanlığını yok etmesi direkt kültüre bağlı birçok husus var; en azından tek bir misal diğer sahaların ne hâlde olduğunu gösterir zannediyorum; Ziraat Odası Başkanı’nın yakın zamanda yaptığı bir açıklamaya göre ürettiğimiz meyve ve sebzenin, 4 milyar tonluk gıdanın 2,7 milyar tonunun tüketildiğini, 1,3 milyarlık kısmının ise israf edildiğini söylüyor ki böylesi bir durumda ekonomik gidişatın kötülüğünü sırf yeni hükümete yaslamak haksızlık olur! Ayrıca, bu kadar israfın olduğu yerde, ekonomik rahatlama değil daralma olması tabiidir; böylesi bir israf kültürü ile ne türlü bir bereket beklenebilir ki zaten?

Hülasa, yeni hükümet ya ekonomide sıkı tedbirler almak için artık reel fiyatların her sahada gözükmesi için piyasaya müdahale etmiyor yahut da işler o kadar kötü ki bütün tedbirleri, tedbir alıyormuş gibi yapmaktan ibaret! Sinek kanadından yağ çıkartırcasına olsa da hüsnü zan ettiğimiz gibidir umarım.

Venezüella- İran -Türkiye
Geçen hafta üç memleketin parası dolar karşısında pul oldu ve Türkiye hariç ikisinin başı ABD’nin söylediği “dünya ne beşten büyük ne başka bir rakamdan, bütün dünya benim bir sayıldığım bu tek rakamdan ufak” türküsünün rüzgârıyla fena dertte; İran’a uygulanmaya başlanan ambargo, İran’ın sosyolojik muvazenesine hemen etkisini gösterdi ve gece hayatının New York’lara parmak ısırttığı İran muhaliflerini harekete geçirdi.

Venezüella ise net bir şekilde Maduro’ya değil Allah’a emanet; geçen hafta itibariyle Venezüella’daki asgari ücreti Türk lirasıyla söylersek, niçin böyle söylediğimiz anlaşılır: 12 TL… Bu rakam da Usd’nin önümüzdeki hafta Türkiye’de ulaşacağı değer üzerinden; hali hazırda 11 TL filan. Bir lira deyip ufak görmeyin. Bizim şimdi umûmi tuvaletler için ödediğimiz bu para 33.000 Venezüella Bolivarı yapıyor! Ve 100 Usd ile Venezüella’da, bizdeki faiz lobisinin yaşadığı şartlarda yaşabildiğinizi ekleyelim! İşte bu atmosferde Maduro’ya bir suikast düzenlendi ve dronlarla gerçekleşen saldırı bertaraf edildi; bu suikast girişimi öldürmeye yönelik olmaktan daha çok ikâz gayeli gibi duruyor.

Türkiye’ye gelince iş değişiyor! Eğer bizi sallamaya karar verdikleri ekonomik darboğaz meselesini yeni hükümet milletine izah edebilir ve yeni ekonomi bakanı işin ciddiyetini gülümsemeden izâh edebilirse, olmaz diye bir şey yok; milletimiz şartları gittikçe değişen ve baskısı artan bu savaşa göğüs germekten çekinmeyecektir!

Amerika’nın Çırpınışları
Temmuz 2018 başlarında yazdığım ve dünya kamu düzeni vesilesi ile teferruatlarını orada bulabileceğiniz sebeplerden ötürü esasen Amerika her yönüyle darboğaza girmiştir! Bir geçiş cümlesi olarak söyleyelim ki, o kadar büyümüşlerdir ki artık küçülmelerinin vakti gelmiştir. Dışarıdan bakıldığında azıcık kafadan kontak gibi gözüken ama esasen kapitalizm kitabının yürüyen hâli olarak gördüğüm Trump’un başkan yapılmasının da bir sebebi buydu; geçelim efendim seçimdi, reydi, şuydu buydu!

Trump hakikaten de ABD’nin jandarmalık misyonunu söylemde yere indirmeden fakat icraatta “ticari çıkar olduğu yerde yemişim jandarmalığını” diye diye kapitalizm ormanının kan kaybeden ayısını eski sağlığına kavuşturmakla yükümlü bir pozda hareket ediyor! Zaten, görüşmem dediğini iki gün sonra yemeğe davet ediyor, nükleer bomba atarım dediğiyle vayt hauz da ele ele foto çektiriyor! Donald Trump, ABD’nin sahadaki savaşlarla 11 Eylül 2000’e kadar bir şekilde getirdiği, o günden sonra devam ettiremeyeceğini anladığı yeni tarzının, savaşmaya kudretim yok ama bu mahallenin kralı hala benim imajının gürültülü bir temsilcisidir. Gürültüsünün bütün esrarlı gibi gözükeni tarafı ise artık jandarmalık günlerinden arta kalan sahte imajı ve bugünkü ekonomik gücü ile eskisi gibi olduğunu kanıtlamaya çalışmasından belli; hergün işittiğimiz Trump trampetinin sesi şimdilik gözükmeyen paslı bir tenekeden gelmektedir!

Bütün memleketleri uzun süredir teker teker darmadağın eden Amerikan hükümetlerinin aldığı ahları, korkarım ne yapıldığından çoğunun habersiz olduğu milletten çıkacak ve kimseye benzemez bir biçimde tarihin gördüğü en dehşet verici ibret sahnelerine eş darmadağın olacaklardır. Amerikanların habire saldırması kuvvetinden değil, bilakis kuvvetlerini kaybettiklerini görüyor olduklarından; evvelden ayar verdiği bütün memleketlerin ona haber vermeden habire buluşmalarından gelmektedir.

Eski şartlar, alışkanlıklar, işleyişler ve ilişkiler çatırdamakta. Tonlarca silaha mukabil bütün dünyada kimsenin tek mermi atamayacağı ortama doğru sürüklenilirken, soğuk savaş usûlü casuslar köprüsü meselelerinin önce Estonya sonra İngiltere sonra da bizde konuşulması tesadüf silsilesinin basit bir rastlaşmasından değil, iç içe geçmiş bir dünyada şu anlık kimsede diplomasiden başka bir hamle kudreti olmadığının göstergesidir!

Dünyadaki en modern orduya sahip olduğu halde günümüzde en çok ibadet edilen sahte ilâh parayı işgalci İsrail devletinde toplamak için ilân edilen Yahudi Ulus Devleti’ni bu veçheden de okumak gerek!


Baran Dergisi 604. Sayı