Batı'nın Gülen Cemaatine biçmiş olduğu rol nedir? 

Cemaat'in Batı ile ilişkisi olduğuna dair birçok şey söyleniyor. Mutlaka bir bağlantısı var. Fakat “Gülen Cemaati, her şeyi Batı istiyor diye yapıyor” şeklinde düşünmemek lâzım. Batı’nın bir aparatı gibi değerlendirmek doğru değil. Gülen Cemaati istihbarat teşkilatlarına, istihbarat bünyesinde yapılanmaya son derece meraklı... Yıllardır dinleme yapan, gözetleme yapan, en yakınındakini dâhi dinleten bir çete, bir örgüt. Bu dinlemeleri yapan Amerika’dır, İsrail’dir gibi söylemlerin içi de boştur. O zaman Cemaat'in bir gücü yok, anlamına gelir veya Amerika, İsrail bu topraklarda istediği her şeyi rahatça yapıyor gibi bir hava yaratılır. Bu ise doğru bir söylem değil. Gülen Cemaati, 80’li yıllarda polis teşkilatında aktifleşmeye başladığı günden itibaren en yakınlarındaki adamları bile, mesela Latif Erdoğan’ı bile dinletmiştir. Örneğin, şu an bu dinlemeleri yapan polisleri de mutlaka birileri dinlemiştir. Dinlemeye imza atan yargı mensuplarını da paralel yapı dinlemiştir; çünkü işi şansa bırakmazlar. Bir havuz yapılır, o havuzun içinde hemen herkesin hakkında bir dosya tutulur, o dosyalar yeri ve vakti geldiği zaman kime operasyon yapılacaksa, Fetullah Gülen’in emriyle kullanılır. Cemaat'in bu sistemini böyle okumak gerekir. 

Amerika ve İsrail’le bağı nedir? 

Amerika ve İsrail, 17-25 Aralık operasyonlarında olduğu gibi önce bu tür operasyonlara bakar ve bekler. Bunlar başarır mı, başaramaz mı? Eğer 17-25 Aralık’ta Cemaat belli bir konuma ulaşsaydı, Amerika Cemaat ile iş birliği yapardı hiç şüphesiz. Hatırlayalım, Fetullah Gülen Örgütü İsrail’den Türkiye’nin aleyhine kullanmak için belge istedi. Ama istedikleri belgeyi İsrail vermedi. Bu demek değil ki bağları yok. Muhtemelen Asya’da, Afrika’daki yapılanmalarında bir bağları vardır. Bir bilgi alışverişleri var; ama bunu da şu an ispat edemeyiz. Böyle bir iddiada bulunursam, bu Cemaat'in ekmeğine yağ sürmek olur. “Cemaati, İsrail ve Amerika yönetiyor” demek kolaycılıktır.17-25 Aralık’tan sonra mesela, Erdoğan ile Akif Beki’nin konuşmasını mı Amerika dinledi? Hayır, tam tersine  bunlar iç kamuoyuna yönelik işlerdi ve bu içeriye yönelik işleri de en iyi bilecek olan şüphesiz Cemaat'in tâ kendisidir. 

Söylediklerinizden şu çıkıyor; Amerika ve İsrail iç dinamiklere göre kullanabildiğini kullanır, kendi çıkarlarına uygun olarak. Peki, Ulusalcılar tasfiye edilirken yerine Cemaat'in ikâme edileceği düşünülmüş müydü? Bugün, Cemaat tasfiye edilirken yerine kimlerin ikâme edileceği düşünülmüş müdür? 

Hayır. “Türkiye’de Ergenekon var da bu Amerika’nındır” değil. Türkiye’de Soğuk Savaş’tan önce 1990 yıllara kadar kontrgerilla diye bir yapılanma vardı. Kontrgerilla denilen yapı ise, ABD’nin, bizzat kendisiydi. ABD’nin Türkiye Komünizme kaymasın, Sosyalizme kaymasın diye çok sert müdahaleleri oldu. O yüzden de Ergenekon toplumsal kargaşa ve kaos çıkarırdı. Ergenekon operasyonu son derece doğru bir operasyondu başlangıçta... Keza Balyoz operasyonu da doğruydu; ama Cemaat, bu operasyonda 5 tane doğru iş yaparken 50 tane de yanlış iş katarak bu operasyonu sulandırdı. Ergenekon, darbecilerin ayıklanması, cuntacıların tasfiye olmasında son derece yerindeydi; ama medya ve finans ayağı tam olarak ortaya çıkarılmadı. Gülen Cemaati bu operasyonları yaptıktan sonra Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u da tutuklayınca; “ben Genelkurmay Başkanı’nı dahi tutuklayabiliyorsam, Başbakan’ı da tutuklayabilirim” diyerek kendini üstün görmeye başladı. Bu yüzden de öncelikle 7 Şubat’ı planladı, başaramadı. Sonra 17 ve 25 Aralık’a geldi ve 17 Aralık’ta da kısmen rüşvet vardı. Yolsuzluk yoktu; ama rüşvet vardı. 25 Aralık’ın ise içi boştu. 

Batı, bu topraklardan elini hiçbir şekilde çekmek istemiyor, biz bunu biliyoruz. Bu topraklar üzerinde bir takım oyunlar oynandı, oynanıyor. Biz bu noktada nasıl bir yol haritası izlemeliyiz? Türkiye nasıl bir yol haritası izlemeli? Ayrıca sizce Cemaat bundan sonra Fetullah Gülen’i ve diğer deşifre olan üyelerini feda edip yeni bir kadrolaşmaya mı gider yoksa yokluğa mahkûm mudur?   

Önce Cemaat kısmından başlayalım. Cemaat'in bu saatten sonra bir daha belini doğrultması çok zor. Biz önümüzdeki 3-4 yıl boyunca daha bir sürü operasyon göreceğiz. Cemaat'e en az 10-15 operasyon daha gelecek ve bunlar daha sonra tek dosyada birleştirilecek. Zaten Savcı, Fetullah Gülen’in silahlı terör örgütü yöneticisi ve devleti ele geçirmeye çalışan bir şahıs olduğunu söyleyerek kırmızı bülten çıkartacağını söyledi. Fetullah Gülen, şu anda bir suç örgütü lideridir. Cemaat bu saatten sonra eskisi gibi himmet toplayamayacağı, finansal gücü olmayacağı için, devletteki ayaklarına da zincir vurulduğundan dolayı belini doğrultamaz. Ne olur? Tamamen bitmeyecektir. Küçülür, marjinal bir topluluk olarak yaşamını sürdürmekle beraber, yer altına iner. Bir daha belini doğrultması yakın tarihlerde de asla ve asla mümkün değildir. Batı’ya gelince; Soğuk Savaş’ta Türkiye, İran ile beraber Amerika’nın Doğu’daki en önemli ülkesiydi. Şah döneminden 79 İran devrimine kadar Türkiye, bu bölgedeki en güçlü NATO müttefiklerinden biriydi. Batı’nın bu bölgeden istekleri ve arzuları olacaktır; ama güçlü bir yönetim olursa, Batı’nın bu ülkede bir şey yapamadığını da biz gördük. Erdoğan yönetimindeki Ak Parti iktidarı ve şu ânda Davutoğlu yönetimindeki iktidar, tüm üst akılın yaptıklarına rağmen çok net şekilde ülkeyi birlik ve beraberlik içinde tutuyor. “Türkiye, IŞİD’e yardım ediyor” iddialarında bulunanlara, “kanıtlayın” diyoruz fakat sonrasında böyle bir hareket yok. Türkiye, “Kürtlere sırt çevirdi” iddialarında bulunuyorlar, biz “yüzbinlerce mülteciyi aldık, onlara destek veriyoruz, bakıyoruz ve topraklarımızda misafir ediyoruz” diyoruz. BM bile destek vermezken, Avrupa Birliği, totalde 50-60 bin kişiye bakarken, biz Suriye’den gelenlerle beraber 2 milyon insana bakıyoruz ve buna rağmen ne diyorlar; “Türkiye ne Kürtlere yardım ediyor, ne de mültecilere, sadece IŞİD’e yardım ediyor”. Dolayısıyla bu tür oyunlar devam edecek.  Bunun sebepleri vardır. Birincisi, Almanya’nın bu coğrafyada İran’dan istekleri var. Almanya ile Rusya’nın yakın ilişkileri var. Bu ilişkide Türkiye’nin aktif rol almasını istemiyor. Türkiye güçlendiği zaman bölgesinde etkinliği artıyor. Gazze meselesi de Türkiye’den soruluyor, Kuzey Irak Türkiye’den soruluyor, Mısır’daki Sisi’ye “darbeci” diyor, Rusya ile 40 milyar dolar olan ticaret hacmini 2023’e kadar 100 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Böyle büyük bir coğrafyada, bu kadar çok faaliyette, temasta bulunan bir devlet, bölgesinde faaliyet gösteren diğer devletlerin çıkarlarının da önüne geçer. Almanya, İngiltere, Fransa bölgede var olan otoritelerini kaybetmemek için çeşitli arayışlar içine girer. Buna bir örnek verirsek mesela, PKK’ya 6-7 Ekim provokasyonlarını yaptırır. ABD içindeki bazı isimler aracılığıyla “Amerika, artık Kandil ile iş tutacak, Öcalan’la değil” iddialarında bulunuyorlar. “Yeni müttefikimiz Cemil Bayık’tır, Murat Karayılan’dır, Duran Kalkan’dır” diyorlar. Güçlü bir yönetim, sağduyu olursa, bunların hepsini bertaraf ederiz, nitekim ettik de. 2012’den bu yana, Türkiye hakkında çıkan olumsuz haber sayısı, Batı medyasında 120 bin, bunun 30 bininin MİT hakkında olduğu söyleniyor. Şimdi bu kadar çok yalan haber çıktığı halde Türkiye direniyorsa ve Türkiye ayakta kalmayı başarıyorsa, Türkiye’nin artık büyük bir güç olduğunu gösteriyor. Türkiye dik duracak yönetimiyle, gazetecisiyle, aydınıyla, halkıyla ki millet de dik duruyor, siyasî iktidarda dik duruyor. Ama bundan sonra dış güçlerin başka bir şey deneyemeyecekleri düşünülmesin. Finansal açıdan, sosyal açıdan, politik açıdan bir şeyler deneyeceklerdir; ama ben başarılı olacakları kanaatinde değilim.

İktidarın dik durmasından bahsettiniz. Bürokrasi kanadında hükümetin aldığı kararlara karşı duran, kararların gecikmesine sebep olan, ayak direten gruplar hala mevcut mu? 

“Homeland” diye bir dizi var Amerika’da, bu sene dördüncü sezonu yayınlanıyor. O diziyi izlerseniz 11 Eylül sonrası Amerika’nın güvenlik politikalarında nasıl yollar izlediği anlatılır. CIA, Dış İşleri Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Teşkilatı... Orada bile kurumlar arasında hatta kurumların içinde bakış açısı farklılıkları var. Mesela Yemen’de, Afganistan’da insansız hava aracı kullanalım mı kullanmayalım mı gibi.  CIA içinde bile 5 değişik görüş vardır. Dış İşleri Bakanlığı, CIA’nın bazı operasyonlarını engellemiştir. Beyaz Saray bazı operasyonları istememiştir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı birilerini dinletmiştir, başka kurumlar bu duruma karşı çıkmıştır. Bu normal... Bizim devletin içeresinde de başka görüşten gruplar olacaktır. Örneğin MİT’in içinde de, MİT Müsteşarı sağlam adamdır, MİT’in yönetimi sağlamdır; ama mutlaka içerde MİT’ten ayrı düşünen halâ CIA, MOSSAD’a çalışan üyeleri vardır. Devletin içeresinde de bu olacaktır; ama burada devletin temel duruşu önemlidir. Farklı görüşte grupların olması önemli değil, Milli Güvenlik söz konusu olduğu zaman, MiT’e çalışanların, devlet memurlarının duruşu nasıl ona bakmak lazım. Örneğin, 11 Mart tarihinde Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye ile alâkalı yapılan gizli toplantıda MİT Müsteşarı Hakan Fidan, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Aslan Güner’in yaptığı konuşmanın ses kaydının sızdırılması vatan hainliğidir. Sen, o toplantılardaki konuşmaları sızdırıp, “bu devlet memurlarından hesap sorulsun” diyorsan vatan hainisindir. İnsanların farklı görüşleri olabilir; ama paralel yapı devletin içerisindeki kanunlardan, nizamlardan, yasalardan değil de abilerinden, imamlarından emir alıyorsa bu suçtur. Devlet de bu tür işlerin içinde olanlara, kumpas kuranların hepsine hesabını soruyor. Bunu böyle okumak lazım.

Özellikle Cemaat'e operasyon mevzuunda da belli bir yol haritası çıkarılmış, bu belli. Bu yol haritasına nisbetle adımlar atılıyor, ilerleniyor. Bir de yargı cenahından hadiselere bakarsak, 28 Şubat gibi bir süreç atlattık ve hâlâ o 28 Şubat yargısının vermiş olduğu kararlar niteliğinde kararlar alınıyor, uygulanıyor. Hatta 28 Şubat yargısının vermiş olduğu kararlardan dolayı halâ cezaevinde olanlar var. Bununla alâkalı hükümetin çok acil bir şeyler yapması gerekmiyor mu?

Evet, mesela 28 Şubat’ı yapan askerler, finansörler, medya ayağı, üniversiteler, YÖK, STK’lar, hepsi hiçbir şey olmamış gibi sokakta geziyorlar. Usûlde bir yargılama var görünüyor, saçma sapan bir yargılama. Cemaat o davayı da mahvetti. Resmen o davayı bir çıkar aracı olarak kullandı. Şimdi bu durumu çıkar amaçlı kullanılınca, 28 Şubat’ta 14 yaşında olan ve pankart salladığı için veya gösteriye katıldığı için Yakup Köse’yi cezaevine koyma operasyonu düzenlediler. Yakup Köse gibi 400’e yakın kardeşimiz daha var şu an cezaevlerinde. Yakup Köse kardeşimizin cezasını Yargıtay onayınca otobüs ile evine giderken polis, emsâli görülmemiş bir şekilde indirip tutukluyor. Tabiî ki, devletin burada bize şunu anlatması lazım; Cemaat'in kumpas davalarla içeri attığı herkes tutuksuz yargılanırken artık, Yakup Köse kardeşimizin ve diğer 28 Şubat mağdurlarının içerden çıkarması lâzım. Bu kumpasın da, kumpası kuranların kim olduğu da aydınlatılmalı ve Yakup Köse kardeşimizi yasayla mı olur, neyle olur artık içerden çıkarması lazım. Bu vicdanî bir karardır. Darbeciler dışarıda gezecek ama Yakup Köse gibi hiçbir suçu olmayan kardeşlerimiz ezilecek; kusura bakmasınlar kimseyi buna ikna edemezler. Yakup Köse’yi içeri atan yargıdan da, o polislerden de hesap sorulması lazım. 

Şunu da eklemek lazım: Cemaat bir operasyon yapacağı zaman Müslüman halkı da hedef alıyor. Geçen sene 17-25 Aralık Operasyonlarında olduğu gibi, Yargıtay 25 Aralık günü 32 Müslüman için 228 yıl ceza verdi. Herhalde bunun bir hikmeti (!) vardır...

17-25 Aralık darbe süreci başlayınca, Cemaat bu süreci dershaneler meselesiyle başlattığı zaman, elindeki argümanları kullandı. Mesela Yakup Köse kardeşimizin davasını jet hızıyla onayladı. Ak Parti’ye yakın işadamı, bürokrat kim varsa tutuklamaya kalktılar. Neden? Gayri Millî bir yola sarkarak, bütün silahlarını kullandı. Cemaat açısından bakınca normal görüyorum; çünkü Cemaat bunu enstrüman olarak kullanıyor. Hükümetin burada müdahil olması lazım. HSYK bildiri dağıtan savcılığa destek vermişti, HSYK ayrı bir güçmüş gibi hükümetin karşısında denk bir güçmüş gibi, savcıların yanında durup hükümete darbe yapılmasını savundu. Neticede bunlar Cemaat açısından kendilerine göre tutarlı, bizim açımızdan tutarsız. Bunun hesabını hükümet sormalı.

Şöyle diyebilir miyiz? Aslında Cemaat millîleşme unsuruna barındıran herkese saldırıyor

Olay olay bakmalıyız. MİT tırlarının durdurulması, millî bir iş midir; yoksa gayri millî bir iş midir? “MİT çalışanlarını başbakanın iznine rağmen tutuklayamazsın” kanununa rağmen bunu yaptılar. Suriye tapesini yayınladılar. 3. Köprü’yü, 3. Havalimanı’nı yapan müteahhitleri tutuklamaya kalktılar. Erdoğan’ın oğlunu, Erdoğan’ın bizzat kendisini tutuklamaya kalktılar. Bu gayri millî bir iş. Zaten Cemaat'in yaptığı işlerde millîlik aranmaz. Cemaat kendi önünde engel gördüğü herkesi davalarla yerle bir eden bir oluşum. Türkiye’de kendisi dışında dinî bir grup bırakmamak için “Kaideci” diyor, “İrancı” diyor. Uyduruyor uyduruyor bir şey yapıyor. Cemaat millî bir oluşum değildir. Başta giriştikleri eğitim işleri doğru idi ve herkes destekledi. 2007/2008 yıllarından sonra kumpas davalarla bu ülkenin düşmanı olduğunu ve bu ülkeden hazzetmediğini göstermiştir. Bunun en son örneği 14 Aralık Operasyonu’dur. Polis bütün iyi niyetiyle Ekrem Dumanlı’yı Emniyete davet ediyor, “buyur gel” diyor. Hidayet Karaca gidiyor kendisi, ama Ekrem Dumanlı gazetesinin tam ortasında “polisler beni gelsin alsın” diyor. Polisler gidip alıyor ve bunu “hükümet medyaya operasyon yapıyor, darbe yapıyor” diye sunuyor. Bunu yurtdışına Avrupa ve Amerika’ya servis ediyor. Millî bir adam olsa ülkesini Avrupa’ya ispiyonlar mı?

Taşhiyeciler olsun, Hizb-ut Tahrir davaları olsun Cemaat'in kumpas davaları olarak göze çarpıyor. Geçmişte de İBDA-C davasında 28 Şubat yargısının bunu yaptığını görüyoruz. 28 Şubatçıların da, hain cemaat yapılanmasının da yaptığı Müslümanlara saldırmak. Türkiye’de yargı sistemi Müslümanları pranga altında tutmak için işletilen bir kurum mu? 

12 Eylül 2010 referandumu olduğunda hepimiz sevinmiştik. Eskiden Sabih Kanadoğulları, Nuh Mete Yükseller, Vural Savaşlar vardı. Kemalist ideolojiye dayanırlardı. Dindarları veya Kemalist ideolojiye uymayan kim varsa yerle yeksan ederlerdi. Refah Partisi kapatıldı, Fazilet Partisi kapatıldı, Erdoğan siyasî yasaklı oldu. Bu ülkede haksız bir çok şey yaptılar. 12 Eylül 2010 referandumu olunca bu düzelecek, milletin iktidarı, milletin yargısı gelecek diye sevindik. Bu sefer gitti Kemalistler, geldi Gülenistler! Gitti Atatürkçü savcılar, hâkimler, yargıçlar; geldi Gülenci hâkimler, savcılar... Bu sefer de, özellikle yüksek yargıda emrini Pensilvanya’dan alan bir yargı oluştu. HSYK seçimlerini, hükümetin desteklediği Yargıda Birlik Platformu adayları kazandı. Erdoğan da yüksek yargıya bir sürü atamalar yaptı, denge yavaş yavaş sağlanıyor. 

Tahşiye operasyonu çerçevesinde de gördüğümüz Cemaat'in yargı ve emniyet ayağı nasıl işlemekte? 

Gülenist yapılanmada polislerle savcılar, gazetecilerle bir mürit arasında zerre fark yoktur. Ali Fuat Yılmazer neyse, Ekrem Dumanlı odur. Yurt Atayün neyse, Hidayet Karaca odur. Pensilvanya’dan emir gelince bunlar harekete geçerler. Birine kumpas mı kurulacak, biri itibarsızlaştırılacak mı, biri hakkında uyduruk belgeler mi hazırlanacak; hepsini yaparlar. Biri hazırlar, biri pişirir, biri yer. 14 Aralık Operasyonu’ndan önce Hidayet Karaca Milli Güvenlik Kurulu kararıyla MİT tarafından dinlendi. Fetullah Gülen’in Amerika’daki telefonları dinlendi. Fetullah Gülen ile Hidayet Karaca’nın 14 dakikalık konuşması var. O MİT tarafından dinlendi. Bu yapıya çok ciddi şekilde hesap soruluyor. Ekrem Dumanlı hakkında çok net bir delil yok, o yüzden tutuksuz yargılanıyor. Bu demek değil ki “Ekrem Dumanlı temiz bir adam”... Ekrem Dumanlı sicili kirli bir adamdır, kriminal bir adamdır. İleride bunların hakkında daha bir çok şey göreceğiz.

Fetullah Gülen’in teslim edilmesi ve kırmızı bülten meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kırmızı bültene her ülkenin yaklaşımı bir olmaz. Kimi mahkeme kararını bekler, kimi Fetullah Gülen hakkında ceza uygulamaz. Kırmızı bültenin çıkması önemli bir şey. Bir kere bütün dünyaya “bu adam Türkiye Cumhuriyeti nezdinde bir suç örgütü lideridir” diyorsun. Dolayısıyla bu Cemaat'in okulları ve diğer faaliyet alanları zarar görecek. 3-5 yıl sonra bu davalar bittiği zaman, ABD çıkarına bakar, Amerika’nın çıkarınaysa verir. Vermek istemezler de Türkiye çok bastırırsa deport (sınırdışı) ederler. Ama şunu da düşünmek lâzım: ABD 80 milyonluk ülke ile mi iyi ilişkiler kurmak ister, yoksa sözde Cemaat görünümlü bir yapının lideriyle mi? 

Bir de Türkiye’nin Rusya’yla ilişkisini de düşünürsek...

Amerika Rusya'yı çok önemsemiyor, bakmayın ambargo falan uyguluyor; ama ABD için Çin daha mühim, “Asya Pasifik yüzyılı olacak” diyorlar.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 416. Sayısı...