17 Aralık operasyonundan sonra Ak Parti-Cemaat kavgasını izleyip duruyoruz, artık bıkkınlık da geldi. Ak Parti, bu gerilimle işi idare etmeyi ve halkı oyalamayı amaçlıyor, seçimlere böyle gitmeyi amaçlıyor; yahut cemaatin elindeki kozlardan korktuğu ve seçim öncesi yıpratıcı olacağını düşündüğü için “paralel yapı”nın üzerine fazla gitmiyor. Gerilim siyasetiyle ülke gündemini meşgul etmeyi, “halkın iradesi” kavramının arkasına sığınmayı ise, kârhanesine uygun görüyor.

Şu soru nedense çok az soruluyor?

“12 yıldır Ak Parti iktidarı cemaatle beraberdi ve cemaate devletin kritik yerlerini teslim etmiş idi. Cemaatin yapılanması ve siyasî duruşu o zamanda malum idi ve Ak Partililer cemaatle zihniyet olarak uyuşuyordu. Şimdi ne oldu?”

Şunu belirtelim ki, cemaatin bu noktaya kadar gelmesinin sebebi Ak Partidir. Hadis-i Şerif’le de sabit olduğu üzere, kim bir zalimle yürürse, Allah o zalimi ona musallat eder. Gelin görün ki, Ak Parti böyle bir muhasebe yapmadığı gibi, “seçimlerde oyum ne kadar iner, ne kadar çıkar” hesabından başka hesap yapmamaktadır.

Ak Parti-Cemaat arasındaki kavga ideolojik bir kavga olmayıp iktidar ve pasta kavgasıdır. Zaten dillendirdikleri ideolojik bir husus yoktur. İdeolojik farklılıklar ancak birbirlerine vurmak için bahane olarak kullanılmaktadır. Ayrışmanın temelinde dinî ve ideolojik bir husus yoktur; çünkü dinî ve ideolojik farklılıkların şuurunda olunsa idi bugüne kadar “kardeşçe” gelinemezdi.

Samanyolu TV’de Şefkat Tepe dizisinde Peygamber Efendimizi ışık hüzmesi şeklinde göstermeleri dini edebe mugayir idi. Fakat yıllardır Ak Partililer tarafından Fethullah Gülen’in salya sümük ağlamasından, İsrail yanlısı demeçlerinden, Usame bin Laden’e dil uzatmasına, Peygamber Efendimizi toplantılarında göstermesine kadar birçok edepsizlikleri hoş görülmüştür. 20-25 yıl önce İBDA’cıların yayın organı (Taraf ve diğerleri) Fetullah Gülen’in dinî, ahlakî ve siyasî duruşları eleştirilirken Ak Partili veya Refahçı-Saadetçi kardeşlerimiz “hocaefendiye laf söylemeyin!” tavrı içinde idiler. Hatta tasaları, şeriatten ziyade partilerine kazandıracakları oy idi. Hâlbuki tavır ve siyasetini ahlâkî olarak doğru ortaya koymayan bir hareket tutarlılıktan uzaktır. Ak Parti-Cemaat kavgasında Ak Parti haklıdır ama Ak Parti de masum değildir. Çünkü cemaatin “Liberal İslâm” anlayışını Ak Parti aynen korumaktadır. Batıcı rejimin muhafazakâr-demokrat karakterde yaşamasında aynıdırlar. Cemaat boş durmayıp şeytanî bir vecdle kendi kadrolarını yetiştirirken, Ak Parti ise kendi kadrolarını yetiştireceğine cemaate bel bağlamış ve beklenen akıbet de gelmiştir.

Ak Partinin muhafazakârlığı, daha çok mevcut Batıcı rejimi muhafaza etmeye yöneliktir, biraz da dini değerleri. Ak Partinin dinî değerleri muhafaza etmesi ise, İslâm’ın istediği şekilde değil de, Batının meşru gördüğü bir İslâm anlayışı (Ilıman İslâm) içindir ve halkın gönlünü hoş etmeye yöneliktir. CHP’nin varlığı da Müslümanları Ak Partinin muhafazakârlığı tuzağına düşürmekte ve “demokratik Batıcı” rejimin kucağına itmektedir. Böylece Ak Parti muhafazakârlık adı altında İslâmcı ruhu öldürmektedir.

Ak Partinin bir fikri, bir ideolojik temeli olmadığı için gençlik yetiştirme derdi olmamıştır; aslında şuurlu kadro (gençlik) ihtiyacının farkında bile değildirler… Yozlaşmış, internetci ve biraz da muhafazakar bir gençlik Ak Partinin işine gelmiştir. Ak Parti, “ben oyumu alayım da mukaddesatçı gençlik olmuş olmamış önemli değildir” düşüncesindedir. Gezi olaylarında ve 17 Aralık operasyonunda biraz gözleri açıldı ama yine de bunlar aynı adamlar. Ak Parti, İslâmî hassasiyeti yüksek bir gençlik istemez, çünkü böyle bir gençliğin önce kendilerine hesap soracağından korkar. Bu kadar pragmatist ve her şeyi seçimle ve oyla ölçen bir parti olmuştur Ak Parti. Halbuki ahlakî ve ideolojik bir temele dayanmayan hareketler sabun köpüğü gibi parlarlar, kiminin ömrü uzun, kiminin ise kısa olur. Nesil yetiştirme gibi kalıcı etkileri olmaz.

Şeriatın korumakla mükellef olduğu beş husus var: Can, mal, din, akıl, nesil güvenliği… Mal güvenliğimiz, uluslararası şirketlere ve faizci finans sistemine bağlı, gelir dağılımı adaletsiz ve emek sahibi hakkını alamıyor, işsizlik korkutucu boyutlarda ve boğaz tokluğuna köle gibi çalışanlar “Allah’a şükür!” diyorlar. Bu hale getirildik. Akıl sağlığımız ise özürlüler seviyesinde, İslâmcısı bile Batıcı normlarda düşünüyor, demokrasi lafazanlıklarına başvuruyor. Selim akıl kaybedildiği için bir kısım İslamcılar Ehl-i sünnet, tasavvuf, mezhepler, edep gibi hususları bilmiyor. Nesil (namus) sağlığımız ise, nefsî özgürlüklerin yaygınlaşması olarak büyük bir tahribata uğramış. İçki ve uyuşturucu yaşı ortaokul seviyesinde, olgun yaştakilerin ise gözleri çöplükte. Din anlayışımız ise, İslama muhatap anlayış derdi olmadığı için düzenin şuur süzgeci ve Batı’dan esen rüzgârlara göre yerlerde sürünüyor, ama buna rağmen yok edemedikleri bir cevher var. Mal, din, akıl ve nesil sağlığımız tahrib olduktan sonra can sağlığımız kalıyor bir tek. O da, ruhu, aklı çekilmiş bir can olarak tenimizde taşıyoruz. Belki de efendilerine kölelik etmek üzere bize bağışlanmış… Bütün bu tahribatlarda Ak Parti veya Cemaatin içeriden rollerini ve cürümlerini biliyorsunuz. Dergimizde sık sık bu mevzuları işliyoruz. İslama muhatap anlayışımız ve buna bağlı neslimiz tahrib edilmiş durumdadır.

Siyasî iktidarların biri gider, öbürü gelir. İslâmî bir dünya görüşüne sahip olanlar ise seyirci olamaz. Çünkü İslâmî bir dünya görüşü olan BD-İBDA fikriyatına bağlı olanlar zaman ve şartlara göre Ak Partiye veya başka bir partiye oy verse bile Ak Parti veya başka bir partinin duacısı olamaz. Bizler, pazarlıksız Allah ve Resûlü davası güden Salihlerin duacısı oluruz ancak, duayı icrada arayarak…

İnsanın en küçük bir işini yaparken bile bir fikri, bir planı olmasına ve siyasetin insan ve toplum meseleleriyle muhatap olmasına rağmen, bizim, “fikir ve sistem, sisteme bağlı siyaset” uyarı ve eleştirilerimiz ise nazara alınmayıp günlük siyasî itiş kakışlar tercih ediliyor. Kendimizi de katarak ve istisnaları muaf tutarak söylersek, İBDA bağlılarının ideolojilerini tekerleme gibi tekrar ettikleri ve müşahhas ve tahlilci olamadıkları da bir gerçek. İhtilal-inkılapçı bir hareket halka suçu atmamalı, öncü ve yol açıcı olmalı, işleyici ve işletici kanalları kullanmalı. Kanunî veya kanundışı oluşu, yasaklamaların niteliğiyle ilgilidir. Fikir eğer taraflarınca sindirilmişse her şartta su yüzünde tutulabilir. Şartlara fikri tatbik edemiyorsak ve tekerlemede kalıyorsak, pörsüyen fikir değil, bizim şahsımızda o fikrin temsilidir. Kendimiz ateşiyle yanmadığımız ve heyecanını duymadığımız bir fikri başkasına sirayet ettiremeyiz.

Karıncalar gibi çalışarak kendi rönesansımızı başlatmaya muhtacız; bunun da lafını yalama yapmamaya dikkat etmeliyiz.

İnşallah bu satırları boşuna karalamamış, bir ıstırabın sesini, Allahın bizi oldurması duasıyla, sizlere ulaştırmış oluruz. Körler sağırlar birbirini ağırlar durumuna düşmemek için, dayanışmalı fikir oluşumu ve aksiyon içinde tezahür etmek gerekiyor. Kendi değerlerimizi yenilemeli ve bunun heyecanını duymalıyız.

Aslında sistem her bakımdan çökmüş, her olayda bunu göstermiş (en son Ak Parti-Cemaat kavgası) ve iç ve dış şartlar bize görevimizi ihtar ederken, sömürgeciliğin ihraç edilmiş şekli “demokratik rejim” den kurtulup, kendi iman ve aksiyonumuzla yeni sistemimizi kurmalıyız.      


Baran Dergisi 272. Sayı