Çin içtimaî hayatında, diğer tüm cemiyetler gibi, din hayatî derecede önemli bir mevkie sahibtir. Yalnız Çinlilerin din konusunda biraz “eklektik” bir yaklaşım gösterdiklerini söylemek abartı olmayacaktır. Belki de bunun sebebi, Çinlilerin intisab ettikleri dinlerin, âlemşümul bir karakterde olmamasıdır. Çinlilerin mizacı ile bu dinlerin “gevşek” tutumları bir araya geldiğinde böyle bir manzara ortaya çıkmış olabilir. Ya da bağlısı oldukları akide, inanç esasları noktasında bulanık olduğundan yeni bir dini bünyelerine almaktan çekinmemişlerdir.
Başlangıçta tevhid inancına bağlı olduğunu gördüğümüz Çinlilerin, uzun tarihleri boyunca yaşadıkları muhtelif yozlaşmalar sonucu böylesi bir terkibe vardıklarını tahmin edebiliriz. Tevhid inancı, evvela “kötülüğün kaynağı” meselesinden ötürü, “düalizm”e kaymış, Yüce Tanrı’nın yanına onun kadar kudretli olmasa da bir “Yeraltı Tanrısı” eklenmiştir. Hülasa, muhtemelen peygamber tesirinden uzak kalarak “sabitlerini” kaybetmişler ve çıpasını kaybeden bir geminin denizde başıboş bir şekilde dolaşmasına benzer bir hâle bürünmüşlerdir. Üstelik böylesi bir hâlin mağduru sadece bu doğulu toplum da değildir; birçok insan topluluğu benzer tecrübeler yaşamıştır. Başlı başına inceleme mevzuu olan bu meselede sözü fazla uzatmadan söyleyebileceğimiz, Çin toplumunda aynı anda üç dinin çok uzun bir süreliğine varlıklarını bir arada muhafaza ettikleridir. Bu dinler, Taoizm, Konfüçyüsçülük ve Budizm’dir.
“Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Budist rahipler Çin nüfusunun en fazla yüzde onunu teşkil etmektedirler; geri kalan kahir ekseriyet, tek başına hiçbir dine bağlı olmayıp aynı anda hem Konfüsyüsçülüğü, hem Taoculuğu hem de Budizm’i benimsemektedir. ‘Üç din uyum içindedir’ ve ‘üç sistem aslında tektir’ ifadeleri, halk arasında yaygın deyişlerdir. ‘Üç Bilge’ye birçok mabed inşa etmişlerdir. Ortalama bir Çinli, mesela Konfüsyüsçülerin taktığı türden bir başlık, Taocu bir cübbe ve Budistlerin giydiği çarıkları giyer. (WingTsitChan, Asya Dinleri, sh. 458)
Son beş haftadır Konfüçyüsçülük bağlamında Çin hayır kurumlarını tetkik ettikten sonra bu hafta, Hindistan menşeili Budizm’i ele almaya başlayacağız.Bu din Hindistan’da MÖ 5. Asırda doğmuş, zamanla civarındaki memleketleri de etkisi altına almıştır. Çin toplumuna ilk nüfuzu, nisbeten geç bir tarihte, MÖ 2. Asırda olmuştur. Ancak bu ilk nüfuzun tesiri oldukça mahdut kalmıştır. Han Devleti’nin kurulması ile eski Çin inancına (Şang ti inancı) sadakat konusunda ilk kırılma gerçekleşmişti. Bu dönemde Şang-ti’nin yerini “Tian (veyaTien)” itikadı almaya başladı. Doğrudan “Gök veya Gök Tanrı” anlamına gelen bu kelime, elbette muhalifini de zımnen içinde barındırmaktaydı. Konfüçyüsçülük, ahlâkî bir sistem öneren, ama ilahiyatı olmayan bir din biçiminde tezahür ederken, manevî tekâmül sahasını neredeyse tamamen terk etmişti. Bu anlamda Konfüçyüsçülük’ü manevî tarafı aksayan bir inanış biçiminde değerlendirebiliriz. Geçen sayılarımızda belirttiğimiz üzere, bu noksanı önceleri Taoizm ikmal etmekteydi;bilhassa MS. 1. Asır ve sonrasında, yani Doğu Han Devleti’nin kuruluşundan itibaren ise bu vazifenin Budizm tarafından üstlendiğini müşahade etmekteyiz.
Budizm, Çin’e doğrudan Hindistan üzerinden gelmemiş, Afganistan ve Doğu Türkistan güzergâhını izlemiştir. Bu din, Çin ülkesine girdiğinde kendisiyle beraber geliştirdiği birçok kurumu da getirmişti. Hindistan’la ilgili bölümde gördüğümüz vakıf benzeri müesseseler de bunların arasındadır.
Meselemizle doğrudan bağlantılı olduğundan Budizm üzerinde bir miktar durmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Budizm, ilk ortaya çıktığında, insan davranışlarının mahiyeti tam bilinmeyen bir “Kudret” eliyle karşılığını bulacağı öğretisine dayanmaktaydı. Bu dini diğer pek çok benzerinden ayıran en temel fark, bir cennet-cehennem inancına sahib bulunmamasıydı. “Karma” denilen ve fiiller ile onların tabii neticeleri şeklinde tanımlayabileceğimiz bir süreç aracılığıyla insanların mükâfat ve cezalarını bu dünyada “bedenden bedene” gezerek aldıklarına inanmaktaydı. İnsanların doğru davranışlarda bulundukları ve dünyadaki imtihanlarını başarıyla verdiklerinde “Nirvana” derecesiyle ödüllendirileceklerini kabul etmekteydi. Elbette tüm bu inancın merkezinde, yeryüzünde bu mahiyeti belirsiz kudretin mümessili Gotama Buda bulunmaktaydı. Sanskritçe “aydınlanmış kişi” anlamına gelen Buda kelimesinin kendisine layık görüldüğü “tanrılaşmış” Gotama Buda, MÖ 563-483 arasında Hindistan'da yaşadığı tahmin edilen bilge bir kişilikti. Doğduğunda adı SidartaGotama olan Buda’yaPrens Sidarta ya da Sakyamuni (Sakya kabilesinden gelen bilge) de denir.
Budist kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Buda öğretisi ise özetle şöyle:
Nirvana, Buda’ya göre, dünyayı ilgilendiren karmaya artık bağlı olmayacak derecede her şeyden arınmış olmaktır. Buda, geçici dünyevî unsurlara bağlanmanın ve maddî isteklerin bütün ızdırabların kaynağı olduğunu söyler. Bu bakımdan Nirvana, arzuların, maddî isteklerle beraber ızdırabların, acıların, nefretin sönmesi anlamına da gelir. Daha açık bir deyişle Budist felsefeye göre dünya bir çilehanedir; insan iyilik yaparak yaşamalı, zulüm etmekten kaçınmalı, ahlâklı olmalıdır. Budist Asanga’ya göre Nirvana, öte-âleme ait bir ödül olmayıp insanların ruhî tekâmülü neticesinde yeryüzünde erişebilecekleri bir hâldir; bu, saf şuurluluk hâlidir.
Bu din, Buda’nın ardından farklı kollara ayrılmıştır, ancak bunlardan en önemlileri iki tanedir: Treveda (veya Hinayana) ve Mahayana. Hinayana Sanskritçede “küçük araç”, Mahayana ise “büyük araç” anlamlarına gelmektedir. Bu mezheplerden eskisi (ve kökenine daha sadık olanı) Hinayana’dır. Fakat Çin bahsi bağlamında ilerlediğimizden, Çin’de neşvünema bulmuş Mahayana mevzumuz açısından daha mühim.
Buda öğretisinin ilk evresi, dört yüce gerçekle özetlenebilir. Dört yüce gerçekten ilki yaşamın bütünüyle acı çekmek olduğu üzerinde durur. Amaç; açgözlülük, kin, cahillik gibi ruha acı veren kirlerden arınarak acılardan kurtulup, özgürlüğe kavuşmaktır. Kişi, ruhun bu zehirlerinden arınmayla ikinci gerçek olan acıların sebeblerini sorgulamaya geçer. Ardından dördüncü gerçek olan sekiz aşamalı yolu uygulayarak Nirvana’ya ulaşır. Acılardan kesin kurtuluş olan Nirvana’ya ulaşmak ancak üçüncü gerçeklik aşamasında, Buda’nın onayıyla mümkündür. Budizm’e göre acılardan kurtulmuş, Nirvana’ya ulaşmış kişi artık iç huzura ermiş demektir. Gelişimin bu safhasını tamamlamış, Nirvana’ya ulaşmış kişilere Budizm’de “Arhat” adı verilir. Mahayana’ya göre bir Buda, kişinin geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki bütün “karmalarını” bilir ve böylelikle bir “Arhat”hâlini alıp bencillikten kendini kurtarabilir. Bu yüzden Buda’nın aydınlanması Mahayana Budizm’inde “Tam Aydınlık” olarak adlandırılır. Bu üç tür aydınlanmaya ulaşmak için bazı yollar vardır. Tam Aydınlığa giden yol, tabii Mahayanacı Budistlere göre, Mahayana’da yer almaktadır ve Şravakasların izlemesi gereken sekiz aşamalı yolu içermektedir. Mahayana Budizm’ini takip eden bir kişi bodisatvanın ilk seviyesini aştığı zaman Nirvana’ya ulaşabilir.
Mahayana’nın ayrı bir mezhebhalinde ortaya çıkışı MÖ 1. yüzyılda Kuzeybatı Hindistan’da gerçekleşmiştir. Burada bir hayli geliştirildikten sonra yaklaşık MS 2. yüzyıl civarında Doğu Türkistan ve Çin’de yayılmaya başlamıştır. Mahayana Budizm’inin kökeni kesin olarak bilinemese de, kimi araştırmacılar Ekavyavaharika, Lokottaravadin ve Sautranika gibi eski mezheblerle arasında benzerlikler kurmaktadır.
Budizm’in daha (ortodoks) kolu olan Theravada’ya (Eskilerin Yolu)Hinayana (küçük araç) ismini biraz da küçümseyerek veren Mahayana Budistleridir. Günümüzde Sri Lanka, Myanmar, Tayland, Laos ve Kamboçya’da yaygın olan Theravada Budizm’i ile Mahayana arasındaki temel fark, Buda’nın doğası ve Budizm’de izlenmesi gereken ideal konularında ortaya çıkar. Theravada’da Buda’nın yolunu izleyip Nirvana’ya ulaşan kişiye “arhat” adı verilir. Mahayanacılar ise arhat haline gelmeyi, nihayetinde bencil bir amaç sayarlar ve karşılık olarak “bodisatva” idealini savunurlar. Bodisatva aydınlanmaya erişmiş, ancak Buda olmayı erteleyerek dünya üzerindeki tüm duyarlı canlılar Buda’lığa erişmedikçe doğum ölüm döngüsünden ayrılmayı reddeden, yardıma ihtiyacı olanın yardımına koşan kişidir. Dolayısıyla bodisatvanın en önemli erdemi olan şefkat (yani, karuna), Theravada’nın bilgelik erdeminden daha üstün sayılır. Bu yüzden Mahayana manastırları ve bunların müntesipleri, ihtiyaç sahiblerine yardım hususunda, etraflarındaki diğer din ve mezheplere nazaran çok daha aktif bir rol oynamışlardır.
Mahayana metinleri muhtemelen MÖ 1. yüzyılda yazılmaya başlandı. Prajna-Paramitasutralarında olduğu gibi kimi yazmalar, Buda’nın saklı kalmış vaazları olarak tanıtılır. Kimilerinin ise diğer yazmalarla birlikte kulaktan kulağa aktarıldığı, sonradan yazıya geçirildiği iddia edilmektedir. Kimi kaynaklar ise bu yazmaların Buda döneminden sonra saklandığını, ancak daha sonraları mitolojik yollarla tekrar ortaya çıktığını savunur.
Mahayana Budistler kimi zaman Sakyamuni Buda’nın öğretilerini üç genel kategoriye ayırır; buna “darma çarkının evreleri” adı verilir. Budizm, Çin ve Tibet’e yayıldıktan sonra Mahayana metinleri buralarda çevrilmiş ve bazı yeni kutsal metinler eskilerinin üzerine eklenmiştir.
Budizm’in Çin’de yayılmış diğer bir versiyonu de Amitabacılıktır.Amitabacılık veya Amidizm, ruhanî özelliklere sahip, Buda Amitaba’nın önderi olduğu bağımsız bir Budizm akımıdır. Bu Budizm’in temelini Amitaba’ya duyulan güven ve “Saf ülke” de yeniden doğumun beklentisi oluşturmaktadır. Saf ülke, Buda ve Bodisatvalar’ın yaşadığı düşünülen, acılardan, kötülüklerden arınmış temiz ülke anlamına gelmektedir. Onlara göre, çoğu insanın Nirvana’ya ulaşması mümkün olmadığından onlara yardım edecek tek kişi Amitaba’dır. Çünkü Amitaba diğer varlıkları aydınlığa ulaştırmak için Bodisatva’lık yemini etmiştir; diğer insanların tekrar doğumunu sağlamadıkça aydınlığa ulaşmayacaktır.Kendisini diğer insanlar için feda etmektedir. Bu sebeble her kim ona güvenir, onun adını içtenlikle anarsa, huzur dolu, cennet misali bir dünya olan Saf ülkede tekrar doğabilecektir.
Görüldüğü üzere, eski Çin dininde ve Konfüçyüsçülükteki nisbeten mücerret “tanrı” algısı, bu dinde bir nevi putataparlığa dönmüş, merkezine şeytanî iğva diyebileceğimiz bir “mazoşist” hazzı alarak onu yayılmasının yakıtı haline getirmiştir. Çinlilerin inanç dünyasının yozlaşmasında bu “göze hoş gösterilen” putperest dinin tesirinin yüksek olduğu kanaatindeyiz.
Gelecek sayı Çin Budizm’i faslına devam edeceğiz.

Baran Dergisi 453. Sayı