“Kraldan çok kralcı olmak” deyimi memleketimizde birçok meseleyi izah ederken yardımına başvuracağımız bir ifade olarak karşımıza çıkıyor. Ahlâkî ve fikrî prensiplerden ziyade şahıslara bağlanmayı ve bir taraftar hüviyetine bürünerek bağlandıkları kişilerin her söylediğini körü körüne desteklemeyi ahlâk edinen kütük kafaların içerisinde, bir ahlâkın yahut fikrin müdafaasını yapmak da bir hayli zorlaşıyor açıkçası. Çünkü “iyi, doğru, güzel” nisbetinizden neşvünema bulan söylemleriniz, taarruz ve müdafaalarınız da, işine gelenin sığınacak limanı, işine gelmeyenin saldıracak düşmanı olmanıza; dolayısıyla birileri tarafından “şucu”, diğerleri tarafından “bucu” olmanıza vesile teşkil edebiliyor. “Şucu” yahut “bucu” diye bir tarafa yamayamadıklarını da sünepeliklerine, ezikliklerine bakmadan, “fitneci” yahut “provokatör” diyerek dışlamayı ise çok seviyorlar. Her kesim için, ruhu sökülüp sünepeleştirilen, tembelleştirilen insanımızın, her meselede mesuliyetten kaçma ve konforunun bozulmaması, menfaatinin zedelenmemesi için hak bildiğinden feragat etme hâli… Bilinenin aksine bu yeni de değil, Kemalizm’in çoraklaştırdığı memleketimizin asırlık tablosu…

Bu tablodan akseden bir meseleyi göstererek söylediklerimizi tahkim edelim mesela; Doğu Türkistan’da Çinlilerin Müslümanlara yaşattığı zulmü sağır sultan bile duydu. Zira Doğu Türkistan dernekleri Türkiye’de de bu zulmü duyurmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Elbette bu meselede Batı’nın bilhassa ABD’nin Çin ile olan münakaşasından dolayı birtakım teşebbüslerinin bulunduğunu biliyoruz; fakat Batı’nın menfaatleri adına bu meseleyi kaşıması, orada bir soykırımın söz konusu olduğu, Müslüman kardeşlerimizin Çin zulmü altında inim inim inlediği gerçeğini değiştirmiyor. Buna mukabil “Çin bize bir şey demesin” düşüncesiyle güdülen politika siyasîlerin oradaki zulme ses çıkarmasını engelliyor. Hadi siyasetçileri anladık diyelim (esasında anlaşılacak bir tarafı da yok çünkü bu meselede Türkiye değil, Çin Türkiye’ye muhtaç olan taraf), sırf iktidarı savunmak pahasına bu zulme sessiz kalan gazetecisinden akademisyenine “muhafazakâr” Müslümanlara ne demek lâzım?

Daha bariz bir misal verelim… Ayasofya aslî hüviyetine kavuşmadan evvel Müslümanlar yaklaşık 90 yıldır esir tutulan Ayasofya’nın açılmasını talep ediyordu. Biz de dergimizde bu meseleyi sıklıkla işledik. Ayasofya’nın açılması talebini dile getirip demokratik hakları çerçevesinde eylemler düzenleyenleri, bilhassa ezikliklerinin ifadesi olarak “Batı ne der?” düşüncesiyle meseleye yaklaşan “muhafazakârlar”, ajan, provokatör ve benzeri sıfatlarla yaftalıyor, “Ayasofya açılsın da Batı tepemize çöksün mü istiyorsunuz.” diye höykürüyorlardı. Hatta fantezilerini yazılarında anlatıp bunları millete yedirmeye çalışan birisi “Ayasofya’da eylem yapanlar Washington’dan emir alıp, Türkiye üzerinden Pekin’e operasyon çekiyorlar.” demeye kadar vardırdı işi. Ayasofya meselesinin neticesi herkesin malûmu… Cumhurbaşkanı Erdoğan, âni bir kararla Ayasofya’yı açınca, “şimdi sırası mı canım” diyenlerin hepsi çark edip en önde bayrak sallamaya başladılar. Sevinsinler tabiî; Ayasofya’nın açılmasına sevinmek, şükretmek her Müslümanın vazifesi… Tabiî biraz da hatalardan ders çıkarmak lâzım, değil mi?

Bu yazıyı kaleme almamıza vesile olan hadiseye gelirsek; geçtiğimiz hafta Ayasofya Camii başimamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın Hoca, yeni anayasa tartışmaları çerçevesinde son derece yerinde bir çağrı yaparak, yeni anayasada lâikliğin olmaması gerektiğini dile getirdi. İslâm düşmanlarının hocaya taarruzu yetmiyormuş gibi İslâm düşmanlarından daha ağır ifadeleri iktidar destekçisi bazı gazetecilerden geldi. Hususiyetle, işi belediye kapılarından beş para etmez konferanslar ile nemalanmak olan bir tanesi “Boyun devrilsin” diyerek öyle bir çıkış yaptı ki, aslında para ve makamla bozulmadığını zaten bozuk olduğunu ciğerinin pisliğini akıtarak ortaya koydu. Mevzubahis mamacıdan başka bir tavır beklemezdik zaten…

Bugüne kadar düştükleri hatalardan, bilhassa Ayasofya meselesinde “Batı ne der?” diye düşünmelerinden bir ders çıkarması gereken bazılarının da, Boynukalın Hoca’yı sözde uyarmak maksadıyla, “Avrupa Gazeteleri, Enstitüler, FETÖ Ajanları, Dışişleri Bakanlıkları ve Ordulara rapor yazan düşünce kuruluşları yaklaşık 100 civarında başlık sıralıyorlar. Bunlar yalan. Peki bu sıraladıkları iftiraları nasıl kanıtlıyorlar? Sizin gibi kıymetli hocalarımızın sözlerini iftiralarına kanıt yazıyorlar. Siz fikrinizi söylersiniz ama bunun hesabı Dışişlerinden sorulur. Size kimse hesap sormaz ama sözlerinizin hesabını Erdoğan vermek zorunda kalır. Siz konuşursunuz ama küfrü devletimiz yer.” diyerek Hoca’nın sözleriyle devletin Batı’ya karşı zor durumda kalacağını söylediğini de gördük. Hoca’nın kullandığı ifadeleri, “elhamdülillah Müslümanım” diyen herkesin savunmasının zarurî olduğunu hakikatini bir kenara bırakalım, sanki Hoca bu sözleri söylememiş olsa, Batı ile ilişkilerimiz kallavi bir hâle gelecekti. Zaten KETÖ’nün, FETÖ’nün, 15 Temmuz’un, Suriye’de karşımıza dikilmeye kalkan YPG-PKK’nın, Doğu Akdeniz’de karşımıza çıkan Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısır’ın, Orta Doğu’da işlerimizi bozmaya kalkan Suud-BAE’nin arkasındaki güç Batı değil… Zaten elinde olsa bizi bir kaşık suda boğmaya kalkacak olan Batı değil… Yersen…

Bu mahkûm tavrı artık o derece sık görüyoruz ki, kabak tadı vermeye başladı. Resmî tarihin yalanlarına laik-kemalist İslâm düşmanları kızacak diye boyun eğilmesinden, üniversitelerde fuhşiyatın yaygınlaştığı gerçeğinin iktidara laf gelecek diye yalan gibi sunulmasına kadar…

Beyler, ya kendinize gelin, adam olun, delikanlı olun ve bir değeriniz varsa onu savunun; yahut da topyekûn Hıristiyan olun kurtulun… Böylece Batı size bir daha asla kızmaz!

Yazımızı noktalarken şu notu da düşelim: Üstad Necip Fazıl, meşhur Ayasofya hitabesinde “Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!..” diyordu. Bu açıklamanın Ayasofya başimamı Mehmet Boynukalın’dan gelmiş olması ve hocanın sosyal medya hesabından yazdıkları, Üstad’ın Ayasofya hakkında söylediklerini bir kez daha hatırlattı.

Baran Dergisi 736.Sayı