Kapitalizm o kadar başarılı oldu ki(!)sistemin kurucu unsuru burjuva sınıfı ve burjuva hayat tarzı tereddi ede ede çökmeye yüz tuttu.
Yirminci yüzyılın son çeyreğinden başlayarak kapitalist sistemin işleyiş tarzında alışık olmadığımız, ciddi ve esaslı iki değişiklik dikkat çekiyor. Birincisi: Amerika askersizleştirdiği ve Batı’nın şeref konuğu yaptığı Japonya’yı kendi çıkarları doğrultusunda destekledi, korudu, kolladı. Menfaatleri dışına çıkma eğilimi gösterdiği zamanlar kolunu bükerek hizaya getirdi. Fakat, Japonya bu sarmalı kırdı ve Amerika’nın boyunduruğundan kurtuldu. Maddi genişlemesini Atlantik ötesi ticareti geçecek seviyeye çıkardı. Buna bağlı olarak para gücü, kapitalist dünya ekonomisi tarihinde ilk defa batılıların elinden kayma eğilimine girdi.
 İkincisi: Kuzey Amerika ve Batılı müttefikleri, kapitalist dünya- ekonomisinin üst katmanlarında hâlâ ahkâm kesen konumdalar, fakat Doğu Asya Kapitalizmi’nin elinde bulunan sermaye fazlası kaynaklar, çökmekte olan Amerikan hegemonyasının yapıları üzerinde ciddi bir istikrarsızlık  ve baskı unsuru oluşturmakta.
Amerika, bu baskıyı kendi kurduğu ve finanse ettiği devletler üstü yapılar vasıtasıyla aşma eğiliminde. Buna karşılık Doğu Asya Kapitalizmi’ ne var olma hakkını dünyada batı hâkimiyetinin sürdürülebilirliği şartına bağlayarak, Japonya üzerindeki vesayetini sürdürme isteğinde. Liderliğini ancak dünya nakdi üzerinde inisiyatif sahibi olan kurum ve kuruluşların rızasıyla sürdürebilen, dünyanın en borçlu devleti Amerika’nın bu politikasında başarılı olduğunu söylemek pek mümkün değil. Diğer taraftan, Japonya ve Dört Asya Kaplanı olarak adlandırılan ülkeler, askerî açıdan o kadar savunmasız ve zayıf ki, elindeki gücü kullanırken bile, meşru güç kullanma hakkını kendinde gören örgütlerin rızasını almak zorunda.
Günümüze gelirsek, toplumu koruyucu sınıfları yıktıktan sonra, insanlığa tutunmak için sadece bireyselliği bırakan kapitalist dünya-ekonomisi, evrimsel sürecini tamamlamış gibi görünüyor. Küresel malî krizin çapı kuşatılamıyor.
Batma sırası şirketlerden sonra, artık devletlere geldi.
Yunanistan, Portekiz, İrlanda, Bulgaristan, Macaristan, Romanya gibi hepsi  Avrupa Birliği üyesi ülkelerin hâli ortada.
Yunanistan kurtarın beni diye bas bas bağırıyor. Koskoca ülkeler dilenciye döndü. Bizde ise “müesses nizâm”ın sürdürülmesinden yana olan, dünya yansa çulu yanmaz, tuzu kuru, statükonun bekçiliğini yapan kadrolar, ağlama yarışında en önde.
 Osmanlı’nın son dönemlerinde bunların ağa babaları da İmparatorluğun gerilemesine sebep olarak, ekonominin bozukluğunu gösteriyorlardı. Oysa bozulan, aslında kendi rahatlarıydı. En kötü zamanında bile Osmanlı ekonomisi, Balkanlar’dan Afrika’ya kadar topraklarında yaşayan tüm insanların iaşe ve ibate giderlerini rahatlıkla sağlayan, kendine yeterli iktisadî bir yapıydı. Bu kadrolar o zamandan bu zamana, toplum ve devletin yararına olan, fakat kendi inisiyatiflerinde olmayan her gelişmeyi sabote etti. Bunu da hep memleketin âli menfaati olarak gösterdi.
Kapitalizm, Liberalizm ve paradoks gibi görünse de aslında bir burjuvazi mahsulü Marksizm bilgiyi yanlış bir paradigma zemininde üretti. Bilgi, yanlış yönlendiren deneylerin müsbet etkisiyle ekonomi dışındaki diğer disiplinlere de yayıldı. İktisadî ihtiyaçların baskısı altında insanoğluna kendini kabul ettiren, mantık ağırlıklı rasyonalist bakış açısının ürünü hâline geldi.
Nasıl ki dünyayı düz kabul eden anlayışın ürettiği bilgi, dünyanın yuvarlak olduğunun anlaşılmasıyla iflas ettiyse, bu paradigmaların bilgiyi elde ediş biçimi de, elde ettikleri bilgi de aynı akıbete mahkûm.
Parça parça doğrularla bütün kuşatılamıyor. Hayatı kuşatma iddiasındaki bu formlar hayatı kuşatamıyor. Hayat her seferinde bunlardan taşıyor. Onun içindir ki, “Mutlak Fikir” gerekli.  
Küresel kriz bitti mi?
Ya da tekrar gün yüzüne çıkacağı zamanı beklemek üzere, karmaşık bir ilişkiler ağından, daha da karmaşık başka bir ilişkiler ağına mı geçti?
Kapitalizm sermaye birikimini birlikte gerçekleştirdiği devlet gücüyle birlikte çökebilir mi? Dünya ölçeğinde kurgulanacak sistemik bir kaos ortamında tarihin ve insanlığın geleceği ne yönde seyreder? Bunlar cevap bekleyen sorular.



Baran Dergisi 169. Sayı