Ülkemizin tam sıkıntılı hali ortada, başarısız ve rezil darbe sürecinin berraksızlığı da meydanda, sinirler de tamamen gergin ve stresler ise zirvede iken, böylesine bir yazı başlığı ile konuya girmek pek sağlıklı gelmeyebilir değerli BARAN okuyucularına... Pek de haksız sayılmazlar amma ne yapalım ki, bu satırların yazarı Ramazan yazılarından hemen sonra öyle bir darbe yedi ki, HERKES SOPASINI, BAYRAĞINI, alıp sokağa çıkarken bu aciz eline kalemi alıp da bir satır bile yazamadı, kimseyle dertleşemedi, söyleşemedi. Çünkü Ramazanın son haftasında en ağır darbe kendisine yapıldı, hem de kalbin tam ortasından. Malum kalpten beşinci darbeye maruz kalmış, daha önceden bir baypas, iki ay içinde ise, peş peşe iki kriz, iki anjiyo ve iki ayrı ülkede ise beşinci stentle darbeleşerek, aynen vatansever milletimiz gibi can pahasına da olsa şu an zafere ulaşmış sayılırız elhamdülillah.

Evet, işin ironi kısmını bir tarafa bırakıp gelelim ülkemizin bir bataklığa düşmesine, fosilleşmiş zihniyetin silahlı saldırısına, ehli salibin kapı köpeğine dönmüş gizli kardinal hoca bozuntusunun, tâ uzaklardan bir ülkeyi yakıp yıkma teşebbüsüne. Hamdolsun Allah’a ki, bütün bir millet olarak hem direnerek, hem de Yüce Rabbimizin yardımıyla birkaç yüz Şehid ve gazi karşılığında omuz omuza dimdik ayakta durmak şerefine ulaşmış olmanın sevinci içindeyiz.

Şimdi esas bundan sonra ne yapmalıyız, nelere dikkat etmeliyiz, ona bakalım, onları yazıp çizelim. Hem de eski yazdıklarımızda haklı mı çıkmışız, yoksa yanılmış mıyız, bunu konuşalım.
Bu musibet öyle bir ruh hastalarının mamulüdür ki, öyle kolay kolay bitmez ve birkaç senede kökü de öyle kolayca kazınamaz.

Üremeye ve türemeye uygun ve yatkındır, çünkü ilk temel din olgusu üzerinden atıldığı için halkımızın iman ve merhamet damarları hassastır, bu yüzden iman ve Kur’an’dan bahsedeni, hele gözü de sulu sepkense öyle pat diye savurup atamaz yüreğinden.

Biz ağlayan birini gördük mü hemen yaklaşıp;

“Neyin var koçum, ne derdin var yavrum?” diyen bir milletiz. Ya hemen elimizi cebimize atarız yahut da yüreğimizi açar yaklaşırız o kimseye...

Allah vallah ile salya sümük gözyaşlarıyla adam kandırmada Şeytana taş çıkartacak kadar mahir bir kişinin ağzından bir de ayet ve hadislerle süslü güzel sözler çıkarsa iş tamamdır.

İşte halkımızın bir kısmı böyle içi başka dışı başka bir münafığın dizleri dibinde yıllarca yoğrulmuş ve uyutulmuştur ki, hala karşı çıkmayı günah ve dinen tehlikeli sayanlar dolaşıp duruyorlar ortalıkta...

Önce itikadî yönden bir adamın iki dudağı arasına hapsedilmiş yüz binlerce insan, ağzını açmış, gözlerini onun sapkın suratına perçinlemiş bir vaziyette “Cehennemden azad Cennete ilhak” aşkıyla morfinlenmiş bir ölü haline getirilmiş.

Halkımızın okumuşu da, cahili de kabuklaşmış inanç bozukluğunun iğfaline uğramış olmanın hâlâ daha farkında değil...

Bu İNANÇLI insanlarımızın, “hoca” zannettikleri bu sapkın, dinlerini bozmaya (tağyire) kalkmış, itikatlarını yosunlaştırmış, “üç din” zırvalıklarıyla milletin beynine hükmedebilme cesaretini göstermiş bir acayip kişilik olarak karşımızda dimdik duruyor mu durmuyor mu?  

Zilli zurnalı şaklaban gibi hala ötüp dururken siz bu işi kökünden söküp atarız mı zannediyorsunuz?

Öyle kolayca hemen aldık, attık, tıktık diye işi kolaylaştırmak pek doğru bir tavır değil bence. Biz bunları çok gördük, çok sıkıntılarını yaşadık. Kitabını bile yazdık. Kim baktı, kim okudu, kim dinledi? Ne idi kitabın adı? Bilen bile yok.

“Orada Bir Hoca Var Uzakta, Din ve Devlet Hain Tuzakta” dedik ama tuzak kuran alçaklar uzaklarda değil, meğer burnumuzun dibindeymiş, kah emir subayımız olmuş, kah sırdaşımız, kah en çok güvendiğimiz yüksek rütbeli generalimizmiş meğer, tam da koltuğumuzun altında.

Allah için söylüyor ve buraya yazıyorum;

Bu FETÖ denen istavroz sevdalısı sürünün karşısında son on, on beş senedir bu BARAN dergisi yazarları erkekçe mertçe yılmadan her şeyi yazdı çizdi, her sayısında bu Ehli salip’in (FETÖ’nün övdüğü Haçlı ordusu) ne menem mal olduklarını anlattı söyledi ve çırpındı, ama hiç kimse çıkıp da;

“Yahu bu arkadaşlar ne diyorlar? Bunları niye bu kadar yerden yere vuruyorlar? Elbette vardır bir bildikleri” diye ne sordular, ne sorguladılar, ne de alakadar oldular.

Ben aciz tâ Almanya’daki örgütlenmelerinden bahsederken, bu adam Alman harbinden virane olarak kalan birçok kiliseyi ve havraları Müslümanların verdikleri paraları bu kurumlara hibe olarak veriyor ve onların tamirini üstleniyor deyip bunları hem BARAN’da hem de kitapta yazarken çıt çıkmadı kimseden.

Dört beş sene evvel Alman devleti artık bunları aynen PKK gibi benimsemiştir. “Başlangıçta yüksekokul açmalarına ve diyalog kurslarına izin vermeyen Almanya, birden bire döndü arsa verip yurt almalarına artık açıkça destek veriyor” diye yazarken herkes sus pus olup seyrediyordu.

Şimdi moda oldu 30-40 sene Fetullah’ın dizinin dibinde hizmet edip el etek öpenler şerit değiştirip televizyonlarda bangır bangır veryansın ediyorlar. İyi hoş da dostlarım, içinizde din eğitimi almış adamlar da var, bu hoca zannettiğiniz adam ayetleri budarken nerelerdeydiniz? 

Kur’an-ı Kerim’de hiçbir yere çekilemeyecek bir açıklıkta “Ey iman edenler kendilerine kitap verilmiş olanlardan hiç kimseyi dost edinmeyin”, “onlardan bir gruba itaat ederseniz sonunda sizi de imanınızdan çevirip kâfir ederler” mealindeki ayetler mevcutken, bu sapığı uyarmak ve karşı koymak çok mu zordu Allah aşkına? Hiç mi bu ayetler kör gözlerinize ilişmedi?

Bütün İslam müfessirleri bu ayeti böyle yorumladığı halde, bu kişiliksiz kişi tüm kâfirleri dost ilan edip Papa’ya biate giderken siz ölü müydünüz?

Pişman olmak, nedamet duymak yine de bir erdemliktir ama siz onun tüm şirklerine ortak olmuş ve de çok geç kalmışsınız.

Allah, milletimize zeval vermesin, güç versin bu da geçer dostlar diyelim, diyelim amma ortadaki cenazenin leşi ufak tefek bir leşe de benzemiyor hani.

Daha güzel günler görürüz inşaallah deyip “La tagnetu min rahmetillah” gibi ilahi duvarın dibinden fazla uzaklaşmayalım.

Tüm Müslümanların geçmiş Kurban bayramlarını tebrik ediyor, Allah’tan Âlem-i İslam’a huzur ve barış vermesini niyaz ediyorum.

Baran Dergisi 506. Sayı