Ergenekon soruşturması vesile­siyle darbe teşebbüsünde bulu­nanlar, malum medya tarafından yerden yere vurulurken, asıl darbecilere karşı bir teşebbüs-bir operasyon söz konusu değil.
12 Eylül’ün eli kanlı darbeci paşala­rına 28 Şubat’ın post modem darbeci­sine uzanılmıyor, sorgu-sual edilmi­yor. Hatta eğer yaşıyor ise 27 Mayısçı, 12 Martçı darbeciler de yargılansın, bu darbeler hukuk önünde hesaba çekilsin!
Bir zamanlar devletin kirli işlerinin taşeronluğunu yapan, Amerika ve Batı’nın tetikçiliğini yapan Ergenekoncuları savunmak değil maksadım; hakkı, hakikati savunmak ve ikiyüzlülüğe dik­kat çekmek istiyorum. Muhakkak kirli işlere bulaşanların tasfiyesi iyi olmuş­tur, fakat madem darbe kötü bir şey, o zaman şunu soruyoruz:
Darbe teşebbüsünde bulunmak kötü de, darbe yapmak iyi mi?
Amerika’dan pişirilen propaganda­nın dolmuşuna gelen sözde aydınların “darbelere karşıyız!” türünden açıkla­maları, bazı kirli işlere bulaşmış ve dar­be teşebbüsünde bulunmuş çetelerin temizlenmesine hizmet ediyor görünse de, asıl maksat Amerikan politikaları ve operasyonlarının meşrulaştırılmasıdır. Maalesef asıl niyet budur.
“Darbelere karşıyız” dolmuşuna bi­nenlere şunu hatırlatmalı. Bu söz ve duruş asıl darbecilere yönelik kullanılmamakta, bilakis bütün darbelerde par­mağı olan Amerika’nın maksadına hizmet, etmek için kullanılmaktadır. Bize bir kötüyü gösterip, başka ve daha tehlikeli kötüye razı etmek istemektedirler.
Kimse bizi Ergenekoncuların yahut Amerikancı liboş-Müslüman takımın safına çekemez, ikisinden birine de tercihi dayatamaz. Her iki grup da çeteye bulaşmış, Amerikan terör örgütü ile zaman zaman işbirliği yapmıştır. Hatasın­dan dönenler ve antiemperyalist bir çiz­giye gelenler kardeşimiz olup onlara sözümüz yoktur, ne inançlarına, ne ya­şayışlarına da karışmayız.
ABD yanlısı Zaman Gazetesi mik­rofonu uzattığı kişilere soruyor: “Dar­belere karşı mısınız?” Kasıt ve maksat belli; asıl darbeler değil, darbe teşebbü­sünde bulunan Ergenekoncular... Böylece bir kamuoyu oluşturuyorlar. Öyle ya, kimse “darbelere karşı değiliz” di­yemeyecek!
Bizim güya sivil toplum İslâmcılarımız da kendilerine tanınan sınırlar içerisinde “darbelere karşı” paneller, oturumlar düzenliyorlar, mitingler ter­tip ediyorlar ve böylece ABD menşeli operasyonun, sivil toplum mühendisli­ğinin anlamadan hizmetçisi oluyorlar. Ne kadar yumuşatılmış olursa olsun 28 Şubat mağduriyeti devam ederken... ABD’nin, halkın nazarında tutmayan 28 Şubat’çılara karşı “ılımlı İslâm” hainliğini önermesi bizim “Amerikancı” oluşumuz için bir gerek­çe, bir bahane olabilir mi? ABD, 28 Şubat’ın mimarı ve destekçisi değil miy­di?
Kendi halkına, kendi halkının dini­ne dayılanan “anlı-şanlı generaller”in yargılanmasını memnuniyetle karşılı­yoruz. Amerika ve Batı’nın tetikçisi olarak kendi halkına dayılanan bu paşa­ların içeriye girer girmez sapır sapır dö­küldüklerini, hepsinin hastaneye kapa­ğı attığını görmekteyiz. Arkalarındaki efendileri çekilince ayakta duramayan askerler? Halbuki asker dediğin savaş­mak için eğitilmiştir ve her şartta asker­liğini gösterecektir. Bizim bunlar hak­kında daha önceki (belki 15-20 sene) yayınlarımızda dediğimiz “çişini tuta­mayan generaller” tesbiti ispatlanır ol­muştur.
K. Mirzabeyoğlu’na, 28 Şubat süre­cinde en aşağılık işkenceleri yapan, bu korkak paşalar olup, bir vesile ile bu­gün sapır sapır dökülmektedirler. Şu önemli hususun altını tekrardan çizelim ki, 28 Şubat’ın başarısızlığı İBDA’nın direniş çizgisindedir (K. Mirzabeyoğlu ve dava arkadaşlarının ağır cezalar al­ması da bundandır) ve süreci sürdüre­meyen paşaların tasfiyesine de Ameri­ka karar vermiştir; Devrimci İslâm’a karşı “ılımlı İslâm” kozuyla sed çek­mek için. Amerikanın böyle bir politika değişikliğine gitme sebebi Devrimci İslâm, yani İBDA hareketidir.
Batıcı-Kemalist devrimler bu ülkeyi geriye götürdü; kültürel olarak çöl yap­tığı gibi, ekonomik olarak da kuruttu, yetmiş milyonu parya yaptı. 1919 Kur­tuluş Hareketi, maddi ve manevi kurtu­luş niyetiyle başladı, fakat hemen ba­şında ahlâki, kültürel ve ekonomik esa­rete dönüştü; kimliksiz, kişiliksiz, Batı özentisi bir nesil doğurdu. Batılılaşma bizi batırdı; şu ânki Batı özentiliği ve Amerikancılık da bu düzenden besleni­yor ve nemalanıyor. Yani, şu anki Ame­rikancıları, Kemalist düzen yetiştirdi; Liboş Müslümanları (AKP-Fetullah çizgisi) Kemalist düzen yetiştirdi. Bizi değil; bizi Necip Fazıl ve Salih Mirza­beyoğlu yetiştirdi; eğer varsa devrimci­liğimiz (inkılapçılığımız) ve bu düzene isyanımız onlardan gelir.
Lüzumlu lüzumsuz “darbelere kar­şıyız!” açıklamalarının yapıldığı günü­müzde, biz de şu açıklamayı yapma ih­tiyacı duymaktayız.
Biz darbelere karşı değiliz; hakkın darbesine taraftarız. Çivi çiviyi söker hesabı bütün darbeci-çeteci, AB-D’ci güçlerin son bir darbe ile temizlenip, kurtuluşumuzun sağlanacağına inanı­yoruz. “Duranlar görecektir yürüyeni”.
Bugün Amerika, Kemalizm’i tasfi­ye ederken -dünkü Kemalistlerin yerine bugün liberalleri ve Amerikancı liboş Müslümanları yerleştirirken- bizim ta­rafımız tabiî ki iki batıldan biri olma­yıp, kendi ideolojimiz, örgütümüz ve kendi yüreğimizdir. Şu hususu özellik­e belirtelim ki, her iki batıl grup batıcı olmakta müşterektir; aralarında nüans farkları taşısa bile. Namaz kılan Ameri­kancı ile namaz kılmayan Amerikancı arasında temelde fark yoktur. “Hiç yok­tan birinin alnı secdeye değiyor!” türü yaklaşımlara şunu hatırlatırız ki; Şeriate göre, Müslüman görünen Ehl-i Bi­dat, Ehl-i Küfürden daha tehlikelidir ve ona daha etkili şiddet gösterilmelidir. Barack Obama gibilerin şirinliklerine aldanılmamalıdır. İçimizdeki Barack’lara dikkat! Bizim dinimize, ima­nımıza, şahsiyetimize musallat olabilir, bizleri zalimlere yem yapabilirler.
Bugün Atatürk ve Atatürkçülük si­yasi mevtâ oldu, Atatürk öldü ağlayanı yok.
Cumhuriyet gazetesi ise, Atatürkçü­lüğü tasfiye eden Amerika’ya bayrak açacağına yürekleri yetmediğinden ve esasında Batıcı ve Amerikancı oldukla­rından- ucuz yolu seçip, Şerait’a ve şeriatçılara dil uzatmayı marifet saymak­ta, türban giymiş domuz şeklinde kari­katürler yayınlamakta. Yine bu yobaz devrimbazlar AKP-Fetullah çizgisini; Amerikancı olduğu için değil de, -yine ucuzculuk yaparak- “dinci” diye eleş­tirmektedir. Yani, geberirken bile, onu gebertenlere değil de, dine küfretmek­tedirler. Sanki “İBDA-C”nin iktidarı varmış ve onlara operasyonu yapanlar­mış gibi, Anayasa Mahkemesi’nin önünde, “İBDA-C’ci başkan istemiyo­ruz!” diyebilenler de (İşçi Partililer) olduğu gibi. Böylece tarihin çöplüğüne doğru yol al­maktadırlar.
Ordu ne mi yapmaktadır? Tabii ki seyretmektedir. Çünkü iş ordu işi değil, millet-ordu işidir ve Atatürk dendi mi millet orada bulunmak istememektedir. Hak ve halk düşmanı kadrolar, başka bir halk ve Hak düşmanı kadrolar eliy­le tasfiye edilmektedir.
Buna üzülecek değiliz!
 
 
Baran Dergisi 112. Sayı
5 Mart 2009