Global siyaset ve ekonomiyle alakadar olanlar İsviçre’nin Cenevre kentindeki küçük bir kasaba olan Davos’u çok iyi bilir. Türk halkı ise “Davos”un neresi olduğunu 2009 yılında öğrendi. “Davos” denildiğinde, herkesin aklına dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’e 2009 Dünya Ekonomik Forumu’nda yaptığı ve literatüre “one minute” hadisesi olarak geçen o sert çıkış geliyor; fakat Davos’un nasıl bir işlevinin olduğu hâlâ bilinmiyor. Bu sebeple ilk olarak Davos Zirvesi’nin tarihçesine kısa bir göz atalım.
Davos Zirvesi
Davos Zirvesi, ilk olarak, 1971 yılında Cenevre Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Klaus Schwab’ın öncülüğünde 440 akademisyen, iş adamı ve politikacının katılımıyla gerçekleştirildi. Keynesyen politikaların işlerliğini kaybettiği, Neo-liberal düşüncenin henüz doğma aşamasında olduğu ve piyasada rekabetin hızla arttığı bir dönemde ilk kez düzenlenen toplantının amacı Avrupa’yı bu rekabette ön sıralarda tutmak adına fikir teatisinde bulunmaktı. 1970’lerde global ekonomide yaşanan sarsıntılar Davos Zirvesi’ni her geçen gün daha da ehemmiyetli bir konuma getirmeye başladı. 70’lerin sonuna gelindiğinde Davos, akademisyenler, iş adamları, politikacılar; hâsılı dünyanın siyasî ve iktisadî olarak nereye doğru gittiği hususunda fikir sahibi olan ve olmak isteyenler tarafından takip edilmeye başlanan bir zirve hüviyetine büründü. 1987 yılında ise Davos Zirvesi, Dünya Ekonomik Forumu adını aldı. İsminde “ekonomik forum” tabiri geçmesine mukabil her senenin Ocak ayında düzenlenen Davos Zirvesi’nde ekonomiden politikaya, sosyal problemlerden eğitime, sanata ve daha nev’i meseleye dâir oturumlar düzenlenmektedir. Davos’un “Ülkeler, şirketler ya da fertlerin dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için hangi ana eylemde bulunması gerekir?” sorularına cevap araması hasebiyle ehemmiyetli görülür; fakat dünyanın her geçen gün daha “kötü” bir mecraya doğru yol almasından anlıyoruz ki, Davos’ta bu sorulara bir türlü cevap bulunamıyor
Önceden ağırlıklı olarak global ekonomik ahvalin ele alındığı Davos Zirvesi, son zamanlarda muhtevasında daha geniş yelpazede değerlendirmeler barındıran bir forum özelliği kazanmıştır. Siyasî, iktisadî ve sosyal olarak dünya kamuoyunda yer kaplayan ve ivedilikle çözülmesi gereken problemler de Davos’ta konuşulmaktadır. (1)
Davos ve Türkiye
1970’lerde içeride uğraştığı çetrefilli meselelerden ötürü uluslararası politik hamle yapma kabiliyetini bir türlü kazanamayan Türkiye, tabiî olarak Davos Zirvesi’nin toplanmaya başladığı ilk zamanlarda bu zirveye de alâka göstermedi. Neo-liberal politikalarla Türkiye’nin uluslararası piyasalara entegrasyonunu başlatan Turgut Özal iktidara gelene kadar bu durum böyle devam etti. Turgut Özal, Davos Zirvesi’ne katılan ilk devlet adamı oldu. İktidarda olduğu süre boyunca da Davos ve benzeri uluslararası organizasyonlara iştirak etmeye, en azından alâka göstermeye çalıştı. Özal döneminde Türk iş adamları ve akademisyenlerin de zirveye katılımı artmıştı; fakat Özal’ın ölümünün akabinde Türkiye-Davos münasebetleri ilk zamanki hâline geri döndü. Türkiye’nin Davos’a olan ilgisi bir süre bu vasatta devam ettikten sonra 2000’li yıllar ile beraber bu platformda yer almanın getirilerini ve önemini kavrayan Türk siyasîler ve iş adamları zirveye daha geniş katılım gerçekleştirmeye başladı.
Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere, 2009 yılındaki zirvede dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye-İsrail ilişkilerinde ve dolayısıyla Türkiye-Batı ilişkilerinde sarsıntıya neden olan “one minute” tepkisi gündeme oturdu. Bu tepki Batı’da “Türkiye’nin ekseninin Ortadoğu’ya kaydığı” şeklinde yorumlara neden olmuştu. Erdoğan, moderatörün tavrı üzerine “bir daha da Davos’a gelmem” deyip çıktı. Evet bir daha gitmedi; ama Türkiye Davos’ta yüksek perdeden temsil edilmeye devam etti. Nitekim geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen zirveye, Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere siyasîler, iş adamları ve akademisyenler katıldı.
Davos 2016 ve Uluslararası Konjonktür
Davos Zirvesi her senenin önemli bir veya birkaç gündem maddesi çerçevesinde gerçekleştirilmekte… 2015 senesinde yaşanan ve 2016 senesinde yaşanması muhtemel olan hâdiseler göz önünde bulundurulduğunda Davos 2016’nın ajandasının yoğun olacağı tahmin edilebiliyordu. İlk toplanmaya başladığı 1971 senesinden bu zamana belki de en yoğun gündemlerden biri yaşandı; çünkü dünya II. Dünya Savaşı’ndan bu zamana en kaotik süreçlerinden birisini yaşamakta… Bu kaos siyasî, iktisadî ve sosyal sahalar başta olmak üzere, bir çok sahada kendisini göstermekte. Özetle, I. ve II. Dünya Savaşlarında görülemeyen hesaplar yeni bir formda tekrar karşımızda…
Batı ekonomisi 2008 krizinden sonra düştüğü bataklıktan bir türlü kurtulamazken, ABD’nin krizi dünyaya ihraç etmesi neticesinde gelişmekte olan ülkelerde de ekonomik durgunluklar baş gösterdi. Bu krizin tesirleri hâlâ devam ederken hegemon bir gücün varlığından bahsedilemeyen ve birbirine rakip birçok güç merkezinin oluştuğu dönemde yaşanan siyasî istikrarsızlık da uluslararası ekonomide oluşan bu çatlağı derinleştirdi.
Bunun siyasî atmosfere tesiri de hâlihazırdaki “başıboş dünya düzeni”ni doğurdu. Düşmüş olduğu buhrandan çıkmak için çabalarken idealsizlik girdabında boğulan ve bu buhrandan bir türlü kurtulamayan Batı, petrol fiyatlarının hızla yere çakılışı karşısında son bir çaba ile ayakta kalmaya çalışan Rusya, sanayi atılımlarıyla dünya ekonomisinde kendisine büyük bir alan açan Çin’in büyüme oranındaki muazzam düşüş ve bir haftada iki kere borsa kapatmasına sebep olan sarsıntılar, tabir-i caizse kan denizinde boğulan Ortadoğu, Suriye krizi ve diğer bölgelerde yaşanan çatışmalar sebebiyle had safhaya çıkan ve “Modern Kavimler Göçü” hüviyetine bürünen mülteci problemi…
Dönemin koşullarını bu şekilde özetleyip hâkim bir gücün varlığından söz edilemediğini söylediğimizde, dünya devletlerinin hâkimiyet için bir takım atılımlar yapmasının zarurî olduğu bir süreçten bahsettiğimiz de anlaşılmaktadır. Nitekim birçok devlet bu hâkimiyeti kurabilmek için derin arge çalışmaları yapmakta. Dünya eko-politiğinin kalbi olarak nitelendirilen Davos Zirvesi’ne alâkanın yoğun olmasının bir sebebi de bu olsa gerek.
Davos 2016
55 devlet başkanı, 300 bakan ve 40’ı aşkın uluslararası kuruluş başkanının katılımıyla 20 Ocak tarihinde başlayıp, 23 Ocak tarihinde sona eren zirvenin bu seneki ana teması “4. Sanayi Devrimi” yahut diğer adıyla “Endüstri 4.0” idi. Bunun yanı sıra “bölgesel güvenlik”, “iklim değişikliği”, “göç krizi”, “terörle mücadele”, “düşen petrol fiyatları”, “global ekonomik sarsıntılar” gibi meseleleri içeren oturumlar da gerçekleştirildi. Bilhassa göç krizi bir hayli ön plana çıktı.
“Endüstri 4.0” Nedir?
Her ne kadar diğer meselelerin de görüşülmesine rağmen zirvenin ana teması “4. Sanayi Devrimi”nin ne olduğundan biraz bahsedelim.
Avrupa’da 18. yüzyılda üretim tekniklerinin değişerek su ve buhar gücünün kullanılmaya başlanması ve 1784’te mekanik dokuma tezgâhının keşfi 1. Sanayi Devriminin startını vermiştir. Bu tarihten itibaren endüstrileşmede müthiş bir ivme yakalanmış ve 19. yüzyılda elektriğin üretimde kullanılmaya başlanmasıyla 2. Sanayi Devrimi gerçekleştirilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında tabir-i caizse elektronikte çığır açan buluşlarla beraber 3. Sanayi Devrimi ortaya çıkmıştır. Mevzu bahis 4. Sanayi Devrimi ise yeni bir endüstriyel devrimi başlatmaya yönelik stratejik bir planlamayı içermektedir. Yani henüz bir devrim gerçekleşmemiştir; fakat dünyada söz sahibi olmak isteyen her devlet, bu gayesine ulaşmak için 4. Sanayi Devrimi’ni yakalamak zorundadır.
18. yüzyılda İngiltere’de gerçekleştirilen ilk Sanayi Devrimi’nden itibaren Batı, İngiliz politik iktisatçı David Ricardo’nun “karşılaştırmalı üstünlükler teorisi”nde ortaya koyduğu prensipleri endüstride yakalayıp dünyanın geri kalanını tahakkümü altına almıştır. Bu devrimin üretim araçlarının dünyanın diğer coğrafyalarındaki devletler tarafından kullanılmaya başlanması Batı için yeni bir Sanayi Devrimi’nin yapılmasını zarurî bir hâle getirmiştir. Bu çerçevede bilişim teknolojileri ile endüstrinin buluştuğu yeni bir dönem hedeflenmektedir.
4. Sanayi Devrimi kavramı ilk olarak 2011’de Hannover Fuarı’nda (Almanya) kullanılmıştır. Bu yeni dönemde yapılan çalışmalar “Hemen hemen tüm bilgisayarların birbirine bağlı olduğu günümüzde, üretim sırasında ve sonrasında özellikle fabrikalar gibi büyük üretim tesislerindeki makineler ile diğer üretim araç ve gereçlerinin hem birbirleriyle hem de ürettikleri ürünler ile bağlantıda olması neden mümkün olmasın?” sorusu etrafında şekillenmektedir. (2)
Üretim safhasında kullanılan tüm makinelerin ve çıktıların birbirleriyle bağlantılı olması neticesinde insanlardan tamamen bağımsız ve makine üzerine kurulmuş bir üretim aşaması hedeflenmektedir. Batı’nın mekanik dünya tasavvuruna matuf sürecin son aşaması da böylece tamamlanacaktır.
Endüstri 4.0 ve Türkiye
Türkiye’nin bölgesel güç olma ve dünya sahnesinde etkin bir rol kapabilme iddialarının dillendirildiği demlerdeyiz. Fakat endüstrileşmenin ekonomi ve politikaya müessir en ehemmiyetli sahalardan biri olmasına mukabil Türkiye günümüzde baş döndürücü bir ivme yakalayan “çağın gerekliliklerine uygun teknolojik gelişim”in yakalanması hususunda birçok devletten onlarca adım geride bir görüntü sergiliyor.
Kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılama hususunda çaba sarf eden Türkiye, hâlâ katma değeri düşük mallar üreten bir imalat ve montaj sanayiine bağımlıdır. Elit tabakayı yakalamak adına yapılan çalışmalar yetersiz kalmaktadır. Türkiye’nin teknoloji açısından nasıl bir durumda olduğunu Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın şu sözleri özetlemektedir:
“Türkiye olarak 'endüstri 4.0'da, buharlı makinelerin icat edildiği birinci sanayi devrimi, elektriğin kullanılmaya başlamasıyla çıkan ikinci sanayi devrimi, elektronikle başlayan üçüncü sanayi devrimini arkadan takip ettiğimiz gibi acaba dördüncü sanayi devriminde de yine tribünden seyreden, ciddi para ödeyip, satın alıp tüketen bir ülke mi olacağız yoksa yeni sanayi devriminde, Türkiye rol alan, üreten, satan ve kendi gelir ve refahını yükselten bir ülke mi olacak? Odaklanmamız gereken önemli alanlardan biri bu.”(3)
Buradan da anlaşılacağı üzere Türkiye eğer gerçekten büyük hedefleri olan bir devlet ise bu sahadaki gelişmeleri yakından takip etmeli ve ilk 3 sanayi devriminde olduğu gibi dünyanın gerisinde kalmamak adına çaba göstermelidir. Tabiî, Türkiye’nin bu yönde ilerleyebilmesi için de her şeyden önce özüne aykırı her ne var ise ifraz ederek ruhen ve zihnen aslına inkılâb etmesi zarurîdir.
Peki, Çözüm Endüstri 4.0 Mı?
Tekrar Davos’a dönersek; dünyada hâkim olan kaos ortamı zirveye de yansıdı. Karmaşa ve belirsizlik içerisinde girilen 2016’ya dâir yapılan yorumların neredeyse tamamı karamsardı ve zirvenin belki de en çok kullanılan kelimesi “kriz” idi.
Zirvenin ana gündem maddesi yapılmasına mukabil Endüstri 4.0 projesinin dünyayı içine düştüğü bu bataklıktan kurtaramayacağı aşikâr… Çünkü bu proje Batı’nın dünyanın geri kalanına karşılaştırmalı üstünlük kurmak için ürettiği yeni bir projedir. Burada Batı’nın hesaba katamadığı husus ise dünyanın ne birinci, ne ikinci, ne de üçüncü sanayi devriminin vuku bulduğu dünyaya benzemediğidir. 
Dünya gayri safi milli hasılasının yarısını dünya nüfusunun %1’i elinde bulundururken, geri kalan %99’luk kesim diğer yarıyla idare etmek zorunda kalmaktadır. Yani sosyal adaletsizlik tarih boyunca olmadığı kadar artmış durumda… Sosyal adaletsizliğin bu denli yüksek olduğu bir dönemde kıtlıkların, açlıkların, sosyal patlamaların ve neticesinde de savaşların vuku bulması kaçınılmazdır. Hele ki globalleşme neticesinde, bu adaletsizliğe Batı’nın sebep olduğunun çocuklar tarafından bile anlaşıldığı bu demlerde imkânsızdır. Bugün insanlığın temel meselesi bu problemi çözmek olmalıdır. Bunun da mevcut dünya düzeni ile olmayacağı herkes tarafından çok iyi bilinmektedir; çünkü “mutlak menfaat” merkezli hiçbir nizam hayatını daha fazla sürdüremez.
 
Kaynakça:
1- Beş Soruda Dünya Ekonomik Forumu (20 Ocak 2016), www.deutchewelle.com, Erişim Tarihi 30 Ocak 2016
2- Ege, Börteçin, 4. Endüstri Devrimi Kapıda Mı?, Bilim ve Teknik (Mayıs 2014), 27
3- Bakan Işık: Üç sanayi devrimini kaçırdık, dördüncüyü kaçırmayacağız (23 Aralık 2015),  www.aksam.com, Erişim Tarihi: 30 Ocak 2016

Baran Dergisi 473. Sayı