“Doğru düşünce olmadan doğru düşünme faaliyeti olamaz” hikmetini başa alalım. Ve ekleyelim; demokrasi aslında bir rejim bile değildir, birleştiği kalıba göre şekil alan bir plazmadır. O yüzden de dünyadaki insan (ve rejim) sayısınca farklı demokrasi tarifi vardır.
Bu minval üzere demokrasi ile fikir ve fikir üretimi arasındaki ilişkiye bakalım.
Demokrasi bir düşünme faaliyeti midir yoksa düşüncelerin çatışacağı bir saha mı? Daha açık konuşalım demokrasi bir ideoloji midir, yoksa ideolojilerin çatışacağı bir saha mı? İdeolojinin “fikirlerin bilimi” olduğunu hatırlatarak devam edelim. Demokrasi bir fikir midir yoksa fikirsizlik mi? Demokrasi bir fikirdir dediğimizde sayısız soru karşımıza çıkar; Sosyal Demokrasi, Liberal Demokrasi, İleri Demokrasi, Muhafazakâr Demokrasi gibi birbirine zıt fikirlere eklemlenen demokrasi neyin nesi? Görünen fikir, Liberalizm ya da Sosyalizm yahud Muhafazakârlık. Peki demokrasi nerede? Görünmez büyülü bir kelime gibi yüzyıldır “algı dünyamıza” yerleştirilen bu demokrasi nedir? Buna hemen bir takım sözlükleri ve siyaset bilim kitaplarını karıştırıp çok rahat cevap verebiliriz. Ama bu tanımlar pratikte ne kadar gerçekçi? Bu tanımları üretenler değil mi zaten bizi “fikirsizlik” zeminine sürükleyenler… Özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı elimizden alanlar bir lastik gibi her tarafa çektikleri bu tanımlar neticesi üzerimizde tahakküm kurmadılar mı?
Kültür Emperyalizminin minimize ederek kitlelerin beynine kazıdığı bu “gölge oyunu demokrasi” nelerin yerine geçti, neleri değiştirdi, neleri iptal etti, nelerin kaybolup gitmesine sebeb oldu ve nihai olarak elimizden neleri aldı? Sadece bu soruları sormak bile mevzunun ana şifrelerini çözmek ve kurtuluşumuzun anahtarını görmek ve kurtulamayışımızın sırrını kavramak demektir.
Malum olduğu üzere İslâm Dünyasında demokrasi bir ihtiyaç neticesi veya alttan gelen kültürel bir baskı neticesi ortaya çıkmış değildir. Aksine İslam Dünyasında hâkim olan “İslâma Muhatap Anlayış” neticesi zuhur etmiş bin küsur yıllık fikir ve aksiyon birikimini, kültür ve irfan deryasını imha etmek ve yine şunca insanın etrafında halkalandığı on binlerce âlim ve kahramanı bir kalemde silmek ve imha etmek için Batı’lılarca dayatılmıştır. Jöntürklerle başlayan, İttihatçılarla devam eden Cumhuriyetçilerle tam şeklini alan “demokrasi” bu tarihten itibaren sadece İslam’ın imhası ve Müslümanlara düşmanlık için kullanılmıştır. Anadolu insanına darbe yapanla onu darbeden kurtardığını iddia eden hep aynı yerde buluşuyordu; Demokrasi. Demokrasi Lenin’in elinde ne ise Mustafa Kemalin elinde de aynı idi, Menderes’in elinde de aynı idi, Erdoğan’ın elinde de aynı… Tatbikçilerinin daha şedit, daha yumuşak olması “demokrasi” neticesini değiştirmiyordu. Rejimler aynı kalıyor, kısmen nefes alan halk “demokratik” bir başka seçim arifesinde yeniden işkencelere maruz kalabiliyordu. Çünkü demokrasinin bir terazisi yoktu, ilahi de olmadığı için hiçbir “fedakârlık” gerektirici duruşu söz konusu değildi. Kim kime dumduma rejimi. Artık kim “iktidar” fırsatını ele geçirirse kendi ideolojisini bağladığı bir “yutturmaca-yalan-hayal” ürünü idi demokrasi.
Demokrasinin ana yurdu olan Eski Yunan'daki filozoflar Aristo ve Eflatun bile demokrasiyi eleştirmiş, o zamanlarda halk içinde "ayak takımının yönetimi" gibi aşağılayıcı kavramlar kullanmıştır.
Demokrasi uzmanlarından bir batılı aydın David Spitz, Anti Demokratik Düşünce Şekilleri adlı eserinde şu ilginç tesbitte bulunur: “Hükümetin şekli demokratik olabilirse de esası hiçbir zaman demokratik değildir; idarenin, hükûmetin, hâkimiyetin şe’niyeti daima çoğunluğa karşı mes’ul olmayan bir azınlığın elindedir; bu hâkim oligarşi ise, gerek iktidara gelmek ve gerek iktidarı muhafaza etmek için cebir ve hileye müracaat eder ve devlet son tahlilde, rızaya değil kuvvete dayanır.”(s,98)
Demokrasi ülkemize girdiği günden itibaren önce devletimizi, sonra şehirlerimizi, sonra cemiyetimizi, sonra cemaatlerimizi, sonra mahallemizi ve en son olarak ailemizi paramparça, darmadağın etti. Ve her defasında aynı büyülü kelimeyi kullandı “halkın kendi kendini idare etmesi; demokrasi”…
Demokrasi önce Hıristiyanlara, Yahudilere daha “adil!” olacağız diye şeriat mahkemelerini elimizden aldı. Islahat ve Tanzimat Fermanları ile birlikte daha fazla “demokrasi” içi muhakeme yeteneğimizi yitirdiğimizi ilan edercesine gayri Müslimler için ayrı mahkemeler açıldı. İlerleyen zamanda halkçılık diye bir kavramla tanıştık. Manasını sorduğumuzda “halkın kendi kendini yönetmesi” denildi. Aynı demokrasi dedik, eğdi büğdüler, manada aynı şekilde farklı sözcüklerle bildik şeyi söylemeye devam ettiler. Cumhuriyet nedir dedik? Yine aynı cevabı aldık. 1. Cumhuriyet, 2 Cumhuriyet nedir dedik, lafın salatası pek tatlı olurmuş hesabı hep aynı cevabı aldık. Fakat milletin üstündeki muktedir güç hiç değişmedi, hedeflenen plan hiç değişmedi ve adı geçen muktedirlerin İslam Dünyasını fikirleri ve insanları ile birlikte imha sürecinden zerre miktarı sapma olmadı, geri adım atılmadı. Sonra katılımcı demokrasi ile tanıştık, ardından ileri demokrasi ve sonrasında daha fazla demokrasi. Şimdilerde demokratikleşme paketleri…
Demokrasi kimliğimizle beraber iffetimizi, izzetimizi şahsiyetimizi de aldı. Bir baktık ki, Anadolu’nun dört bir kenarı “kadın haklarına özgürlük, kadına daha fazla demokratik hak” diyenler tarafından umumhanelerle (zina evleri) doldurulmuş. Ve erkek zaniler orada tüm demokratik taleplerini karşılayabiliyormuş.
Demokrasi sadece kimliğimiz ya da şahsiyetimizi kaybetmemize sebeb olmadı, malımız mülkümüz emeğimiz de gitti bu arada. Bir takım demokratik haklar iddia ederek başımıza çöreklenenler, bize “daha fazla demokrasi” sloganı attırırken ceplerini doldurmakla, ülkenin ana kaynaklarını ele geçirmekle, üretim aşamalarını kontrol eden yapıyı oluşturmakla zaman harcadılar. Ve gün geldi “demokrasi; milletin kendi kendini yönetmesidir” sözü kapitalistlerin, emperyalistlerin, Kumandanın deyişiyle “Üçbin Aile”nin maliye memurluğunu yapacak ve bu “üçbin aile”ye isyanı durduracak iktidarı seçmenin adı oldu.
Demokrasiyle giyimimizde gitti, bin yıllık kültür birikimiz ve koca bir tarihimiz de gitti. Sadece ülkemiz değil, Batı’nın eline geçtiğinden beridir dünya üzerinde “demokrasi” kullanılarak imha edilmemiş fikir kalmamıştır. Bugün sadece direnen İslâmdır, İslâma Muhatap Anlayıştır. Zaten muhataplarımızın İBDA’ya ve mimarına düşmanlığı da buradan gelmektedir.
Yine aynı demokrasi sebebi ile milyonlarca gencimizin kanı anaların gözyaşına bulaştı. Milyonlarca genç kızın çığlığı arşı alayı sardı..
Soran yok ki, Demokrasi ile nereye kadar? İbadet mi, ne bu? Allah’ın emri mi? Vazgeçilmez bir şey mi? Hâşâ vahiy mi, ne bu? Daha fazla demokrat olunca cennet garanti mi oluyor? Demokrasi “uğruna ölünce” mundar değil de şehid mi olursun? İlla her sözümüzün başına sonuna, altına üstüne demokrasi eklemek zorunda mıyız. İslâm’dan bahsetmek neden bu kadar zor ve ağır geliyor?
Peki, demokrasi uyuşturucusu müptelaları demokrasi denilince ne anlıyor ve hakikatte olan biten ne?
Demokrasi meraklıları mücerred anlamda idealize ettikleri fikirleri “demokrasi tanımı” diye dizebiliyorlar. Zaten bu manada üzerinde ittifak edilmiş bir tanım da yok. Biz nezaket ve iyi niyetle en tutarlı tarifi yazımıza alalım. “Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Yunanca "dimokratia" sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir.”
İrfan Sultanı Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası eserinden devam edersek; “DEMON: Eski Yunan ve Lâtince’de “Daimon”. Fransızca’da: Bir kişinin, bir şehrin, bir devletin, ALINYAZISI’nı çizen “iyi” veya “kötü” tanrı. Şeytan. Kötü adam. Şeytan gibi çocuk-yaramaz. Edebî dilde, dişi şeytan-fettan kadın… Almanca’da Dämon: Dev, cin, şeytan. Kötü ruhlar. Dämone-vamp kadın… İngilizce’de, Demon: Cin, kötü ruh, şeytan, ifrit. Kötü adam. Enerjik kimse. Erşah:101”( Ölüm Odası-Giriş s,675)
 Olan bitene baktığınızda mevcut tanımla alakası olmayan acayip bir kaotik bir sahne görünüyor. Ve siz bunu dile getirdiğinizde cevap hemen hazır; Demokratik olarak yeterince gelişmemiş ülkelerde bu normaldir… Eee! Demokratik olarak gelişmiş bir ülke göster desen, ilk aşamada göstereceği herhangi bir ülke yok. Ama mecburen hemen ABD, İngiltere, Fransa ve İsviçre gibi ülkeler gösterilir. Onlara, bu devletlerin dünya üzerinde ne gibi demokratik faaliyetleri olduğunu sorduğunda “emperyalizm, kapitalizm, sömürgecilik, sınıf çatışmaları, feodalizm kalıntıları” vs. gibi, ilgili ilgisiz mevzuları kendi anlatımının içine taşıyarak “demokrasi” mikrobunu görünmezleştirmeye ya da masumlaştırmaya çalışırlar. Oysa dünyanın içinde bulunduğu fikirsizlik hastalığının ve ideolojik bunalımın en büyük belki de ana sebebi demokrasidir.
Liberal demokrasi, ideal bir topluma ilişkin tamamen farklı tasavvurlara sahip iki başka-önemli politik ideolojiyle -faşizm ve komünizm rekabet halindeydi. Batı'da bile artan sayıda insan, liberal demokrasinin gerçekten bütün insanlığın özlemi olduğunu ve bunun evrensel bir amaç olduğu görüşünün doğruluğunu sorgulamaya başladı. ABD ve Batı dünyasında yaşayan bir çok kişi önce sömürgeci efendilerini sonra Soğuk Savaş sırasında “koruyucu efendi” rolüne bürünüp emekleri üstüne çöreklenenleri sorgulamaya başladılar. Avrupa’da ve Amerika’da neredeyse patlama noktasına gelmiş bulunan kitle hareketlerinin ana teması bu… Ne kadar üstü örtülmeye, bastırılmaya çalışılsa da ABD misalinde görüldüğü gibi öyle bir yerde öyle bir anda patlıyor ki ABD – güya her şey kontrolünde- Beyazsaray'ın kapısının önünde olana bile müdahale edemiyor ve bu olanın istihbaratına bile sahip olamıyor. O halde yine başa döndük. Fikir ve aksiyon meselesi… Demokrasi fikirleri yıkarak, aksiyonları körelterek BATICI işgali, emperyalist sömürüyü sürdürüyor.
Sormak lazım değil midir Irak’a demokrasi götürüyoruz diye harekete geçip dünyayı ayağa kaldıranlar, geride nasıl bir enkaz bıraktı ve Irak’tan neleri götürdü?
Yine Libya’ya, Mısır’a, Yemen’e, Afganistan’a ve Suriye’ye demokrasi ihraç edeceğiz diye “gül pembe tablolar” çizenler, adı geçen ülkelerde milyonlarca ölü, bir o kadar tecavüze uğramış kadın ve çocuk, yıkılmış ve viran olmuş şehirler dışında ne bıraktı geride? Ve öteden hakikatte neleri yağmalamağa, yok etmeye, telef etmeye, çalmaya gelmişlerdi.
Sormak lazım değil mi? Demokrasi bizim neyimiz olur? Müslümanlığımızın neresine düşer. Ahiret yolculuğunda elimizdeki haritada yeri nedir? Ve açık açık PUT nedir? PERESTLİK nedir? Kendi putunu yapıp tapmak, sonra acıkınca yemek nedir? Böylesi bir davranış ahmaklık değil de nedir?
Sahi ŞERİAT nedir? Allah’ın rızası hangi rejimde, sistemdedir? Siz hangi rejimden tarafsınız?


Baran Dergisi 353. Sayı