Demokrasi ile tekelleşme birbirine zıt gibi görünüyor ama öyle değil.
Görüntüye değil, gerçeğe bakalım!
Kapitalizm ile örtüşen demokrasi sistemiyle sermayede tekelleşmenin temin edildiğini belirtelim. Görüntüde serbest pazar ve serbest seçimler olsa bile, bütün bunlar sermayede tekelleşmenin vasıtaları olmaktadır; çünkü kapitalist sistem ile demokrasi uyum içerisindedir ve esasen kapitalist sistemi yaşatıcıdır. Batı ülkelerinin gelişmekte olan ülkelere demokrasi ihracı da, onların kapitalist sömürü amaçlıdır; böylece demokrasi vesilesiyle gelişmekte olan ülkeler Batının ekonomik tasarruflarına da açık ve savunmasız hale gelmektedir.
Zaten ikili ilişkilerden her zaman güçlü olan ülkeler kazançlı çıkar; eşit anlaşmalar güçlü ülkelerin lehine işler. “Stratejik müttefikimiz”, “ortağımız” falan diye böbürlenmeyelim; zaten uygulamada her şey meydanda. Sen Amerika’ya bir şey diyebiliyor musun? Politikaların da seni kaale alıyor mu? Ne ortaklığı?
Sermayede tekelleşme… Belli şirketler ve belli çevreler arasında döner sermaye. Sistem onları yaşatmaya yönelik ve onlar da sistemi yaşatmaya yönelik.
Rakibini de kendi üreten sermaye, böylece alternatifini de kendi temsil ediyor. Serbest Pazar var ya! Mesela; Arçelik marka istemiyorsun, Beko alıyorsun, o da aynı firmanın. Bir başka misal: İstikbal de Bellona da aynı firmanın, misalleri çoğaltmak mümkün.
Zaten asıl tekelleşme, büyük sermayenin belli çevreler elinde olmasıdır. Kazananlar hep aynı oluyor.
Bize sadece büyük sermaye çevresinden birinden birini tercih hakkı(!) tanınıyor. A Bankası olmazsa, B Bankası bu işlemi yerine getirecektir. İstersen C Bankası da ellerini ovuşturarak bizi bekliyor olacak. Banka bolluğu özgürlük oluyor, fakat çarklardan kaçış yok. Bizim de özgürlüğümüz bu oluyor, çarklardan çark beğen!
“Çok partili demokratik rejim”… Ne anlı-şanlı ifade!!! A partisinin sömürüsünden bıktın ise, B partisinin kucağına oturma özgürlüğün var. Bunun adı da demokrasi oluyor, daha gerçek ifadeyle “demokrasi oyunu” diyelim.
Demokrasi adı altında sömürülme özgürlüğümüz var. Batı bize boşuna demokrasi dayatmıyor, onların kapitalist sistemleri de böylece gıdalanıyor. Yoksa nasıl yaşayacaklar? Vampir kan emmeden yaşayabilir mi?
Gerçek demokrasinin olamayacağını daha önceki yazılarımızda işaretlemiştik zaten. “Başyücelik Devleti” isimleri eserinde de mütefekkir Mirzabeyoğlu mevzuyu tahlil etmişti.
Bizim sömürülme özgürlüğümüz var ve bunu sahnedeki artist ya da aktrislerden birinden biri lehine kullanabiliriz. Tercihlerimiz özgür(!). Kim ne diyebilir ki? Fakat sahneye çıkacak olan aktrisleri biz tayin edemiyoruz, kim çıkacak, kim kalacak bunu tayin ve tespit eden biz değiliz. Sahnedeki aktrisler, karanlık mahfiller tarafından tayin ve tespit ediliyor. Artık Washington mu desek, Brüksel mi desek, icazetler oralardan alınıyor. Ama Anadolu çocukları, ama imam hatipliler, ama isimleri Süleyman, Recep Tayip, Abdullah oluyor işbirlikçilerin. İsimlerin de Allah’ı var, hepsi güzel. Yani Corc, Maykıl mı olsun?
İsrail’in 150 atom bombası var…
Fakat Irak’ın olmasın, İran’ın olmasın, garip Türkiye’nin hiç olmasın! Demokratik ülkeler böyle istiyor. “Neden böyle oluyor?” diye soru sorma ve sus, sana gösterilen kuklalardan-işbirlikçilerden birini tercih et! Demokrasi çağında yaşıyorsun ya! Bu kadar da yeter! Yoksa kafana bomba yollarız!
Her şeyde olduğu gibi atom bombasında da tekelleşme var; bizde olacak, sizde olmayacak deniyor. Hani serbest piyasa ekonomisi vardı? Yüksek teknolojiye biz de sahip olmak istiyoruz. Yoksa teknolojimize, çağdaşlaşmamıza karşı mısınız?
Çevre Mühendisleri Odası’nın “2008 Çevre Durum Raporu”nda şu ifadeler yer alıyor: “Dünya nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan zengin ülkeler, toplam karbondioksit salınımının yarısından sorumludur. Buna rağmen iklim değişikliğinin en yüksek faturasını, yoksul ülkeler ve onların vatandaşları ödeyecek.”
Yeme-içmede tekelleşme olduğu gibi, s.çmada da tekelleşme var, kapitalist ülkeler üretim kaynaklarını kontrol ettikleri gibi tüketimde de fark atıyorlar.
Dünyanın zenginleri her yeri kirletiyor, hiçbir sınırlama olmadan, tam bir demokrasi içinde sömürüyorlar.
Mutlu azınlık yesin-içsin-s.çsın, mutsuz çoğunluk ise onların pisliğini temizleyerek bir lokma yiyecek peşinde sürünsün!
Saadet zinciri mi desek buna!


Baran Dergisi 77. Sayı