İspanya’da yükümüzün yarısını boşalttıktan sonra İberik Yarımadasının Kuzeyine doğru yol aldık. Bir gün içinde Portekiz’in Leixoes Limanı’na varmıştık. Limana yanaşmak için demirde beklemeden direkt olarak içeriye almışlardı. Leixoes’de toplam 6 gün boyunca Arjantin’den getirmiş olduğumuz tahıl yükünü boşaltmıştık. Ben de dahil olmak üzere limanı gezdik hem de bir parça dinlenmiş olduk. Zira haftalarca denizde kalmış, İspanya’ya gelince liman kontrolleri ile uğraşmış, nefes almaya dahi fırsat bulamamıştık. Leixoes şehri, Porto şehrine çok yakın, hatta iç içe geçmiş denilebilecek bir liman şehri. Tramvaylar ile Porto’ya gitmek mümkün. Şehirden ziyade limanı ve limana girişteki köprüsü çok ilginçtir. Aradan 10 yıl geçmiş olmasına rağmen bu köprüde yaşadığım heyecanı unutamadım. Hatta bu yazıyı yazarken dahi heyecan duyduğumu itiraf etmeliyim. Baskül şeklinde açılıp kapanan Leixoes köprüsü bir mimarlık harikasıdır. Çünkü köprü bir dakikada açılıp yine aynı süre içinde kapanabilmektedir. Tabii bunu bilmediğim için köprüye açılmadan çarpacağız diye çok körkmuştum.

Köprü sayesinde limanın ikiye böldüğü Metasintos ve Leixoes şehirleri birbirine bağlanmış durumdadır. Leixoes Limanı bizim gemimize göre oldukça küçük sayılır. İğnenin deliğinden geçer gibi manevra yaparak tahliye yapacağımız rıhtıma yanaştık. Zira Halis Kalkavan’ın boyu 180 eni 28 metre olduğu halde köprü ayakları en fazla 50 metrelik idi. Birde 200 metrelik bir alanda bu koca gemiyi çevirmek zorunda kaldık. Bütün bu manevralar bir yana asıl heyecan duyduğum şey köprünün dibine kadar geldiğimizde hâlâ kapalı hâlde bulunuyordu. Tabi oldukça heyecanlı anlar yaşadım. Köprüdeki araç ve yaya trafiği bizim geldiğimizi gördükleri hâlde hâlâ durmamıştı. Aradan kaçan yolcular köprünün açılmasını geciktiriyordu. Nihayet 100 metre kala köprü açıldı ve kazasız belâsız geçip manevramızı yaparak rıhtıma yanaştık. Bizim Galata Köprüsüne benzeyen bu köprü, en fazla 15 dakikada yeniden trafiğe açılabiliyor. İki yıl önce hizmete girmiş. Dünyada bu kadar seri bir şekilde açılıp kapanan köprü var mı, bilemiyorum, fakat teknoloji ve mimarlık bakımından mükemmel bir eser olduğu kesin.

Dünyanın en başarılı denizcilerini yetiştiren Portekizliler, su yolları ile ilgili önemli keşiflerde bulunmuşlardır. Dünyanın etrafını dolaşan ilk denizciler Macellan’ın arkadaşlarıdır. Ümit Burnu’nun keşfi de yine Portekizli denizciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı devletinin Hint okyanusunda ve Atlantik’te en büyük rakibi işte bu Portekizli denizcilerdir. Daha sonra denizcilikteki üstünlüklerini İngilizlere kaptıran Portekizliler, bugün çok küçük bir devlet olarak varlıklarını sürdürüyorlar.

Portekiz, tam 800 yıl İslâm uygarlığı ve medeniyeti altında kaldığı hâlde ne yazık ki bir tane eser bile ortada görünmüyor. Engizisyon mahkemeleri insanları öldürdüğü gibi eserleri de yakıp yıkmış. İspanya ve Portekiz’de, Yahudilere göç etmeleri için belirli bir süre tanındığı hâlde Müslümanlara hiç acınmamıştır. Yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan göç etme hakkı bile tanınmamıştır. Zorla din değiştirmeye zorlanan Müslümanlar, ya işkence ile öldürülmüşler ya da dinlerini gizleyerek yaşamak zorunda kalmışlardı. Çok küçük bir azınlık ise Türk denizcileri sayesinde Cezayir ve Osmanlı topraklarına kaçmayı başarabilmişti.

İşte büyük acıların yaşandığı bu topraklarda şimdi ne bir Müslüman ne de bir cami var. Lâkin Portekiz halkı şaşılacak derecede Araplara benziyor. Kıyafetlerini ve evlerini değiştirseniz kendinizi bir Arap ülkesinde zannedebilirsiniz. Her halde bu benzerlik yüzyıllarca süren Endülüs kanı ve uygarlığından kaynaklanıyor.

İspanya ile Atlas Okyanusu arasına sıkışmış bu ülkede 10 milyon insan yaşıyor. Ekonomisi AB’den alınan yardımlarla bir müddet iyileşmiş gibi görünse de ekonomik krizin pençesine düşmekten kurtulamamış. Gerçi bu ülkeye vardığımızda İspanya’nın içine düştüğü durum kadar kötü görünmüyordu lakin biz ayrıldıktan sonra ülkenin hali içler acısı duruma düşmüştü.

Evleri en fazla iki üç katlı ve çok güzel. Leixoes ve Porto şehirden ziyade bir kasabayı andırıyor. Sokakları temiz ve bakımlı. Dükkânları oldukça çok ve her şeyi bulmak kolay. Lâkin diğer ülkelere göre oldukça pahalı. Halkın dilinde hep M. United’ın Real Madrid’e sattığı Ronaldo var. 100 Milyon dolara yakın bir paraya satıldığı söylenen bu futbolcu, ülkenin en meşhur kişisi. Reklâm tabelâlarında da boy gösteriyor. Portekiz geçen yıl Avrupa Şampiyonu oldu. Bu sene de Maderia Adasında doğan Ronaldo’nun da katkısı ile hem İspanya’da hem de Şampiyonlar Liginde rakiplerini yenerek birinci oldular. Ne diyelim Real Madrid’e hayırlı olsun. Bu arada kiracımız “ölü navlun” nedeniyle yapmış olduğum çabalardan dolayı ödül olarak 1000 Avro “bonus” göndermişti. İster istemez bahriye hatıraları gözümün önüne geldi. Defalarca Cumhurbaşkanı gemimize gelmiş, top atışlarındaki başarılarımızdan dolayı ödüller almıştık. Genellikle saat şeklindeki bu ödüller, gemi komutanı ve silah subayına verilirdi. Ayrıca Gayret Muhribi ile defalarca top atışlarında birinci olmuştuk. Harp Filosu içinde bu nedenle çok itibarlı bir gemi olmuştuk. Ayrıca sadece iki muhripte bulunan ve bugün dahi dünyanın en gelişmiş güdümlü mermisi olan Harpoon’a sahip olmakla övünürdük. Bugün müze olarak halkın ziyaretine açık olan TCG Gayret’in Silah Elektronik ve Atış İdare Subaylığını yapmış olmaktan dolayı hala kıvanç duyarım. 10 Mayıs 1946 yılında Amerika Birleşik Devletleri tarafından yapılan gemiye USA Everson adı verilmiş ve 1973 yılında Türk Donanma Komutanlığı’na geçişi yapılan bu gemiye Osmanlı Devleti zamanında da Gayret-i Vataniye adı ile hizmet yapan TCG Gayret adı verilmişti. İngilizlerden alınan diğer Gayret ise Türkiye’nin ilk radar cihazına sahip olmakla ünlenmişti.

TCG Gayret, 20 yılı aşkın süre içinde bir çok önemli görevi başarıyla yerine getirdi. 1995 yılında hizmet dışına ayrılan TCG Gayret, Müze-Gemi Projesi kapsamında Kocaeli Valiliği, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ve Donanma Komutanlığı’nın müşterek girişimleri ile modern müzecilik anlayışına göre dekore edilerek 1997 yılında TCG Gayret Müzesi olarak İzmit sahilinde hizmete alındı. Bu yazıların öncelikle denizcilik hatıraları olmasından dolayı yıllarca görev yaptığım savaş gemisine de yer vermekten dolayı umarım okuyucularım rahatsız olmamıştır. İşte ödüllerle dolu Portekiz’de yükümüzü boşaltırken yeni seferimizde belli olmuştu. Rotamızı ABD’ye, kiracımızın merkezi olan New York’a çevirecektik. İşin bir de kötü tarafı vardı: Limana yetişmek için çok az bir süremiz kalmıştı. Tam yolla seyir yapmak gerekiyordu. Büyük daire seyri yaparak mesafeyi kısaltma imkanımız vardı. Fakat bu sefer o tarihlerde güçlü kuzey rüzgarları ve akıntı buna el vermiyordu. İşte bu şartlar altında “Vira Bismillah” diyerek seyrimize devam ettik…

Baran Dergisi 551. Sayı