Başbakan, Cumhurbaşkanı, Muhalefet Liderleri ve aydınlar hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyorlar; Arşivler açılsın, gerçekler açıklansın. Bu ifadenin arkasında merak edilenler kadar, büyük bir palavradan ibaret yakın tarih bilgilerinin çöpe atılması da söz konusu. Ancak, Mustafa Kemale mahsus dokunulmazlık zırhı 5816, arşivlerin açıklanması ve doğru bir şekilde yorumlanmasında en önemli engel olarak görülmekte. Hal böyle olunca ortada belgeler var ama dobra dobra yayınlayamıyorsun, açık açık yazamıyorsun. Kıvırıp duruyor, kanun duvarına çarpmamak için meseleyi başka açılara ve kişilere taşıyarak tedailerle anlaşılır kılmaya çaba gösteriyorsun. Bu ise doğru bir okuma ve değerlendirme alanı oluşturmamaktadır. Son örneğini Dersim mevzuunda gördük, mesele açık açık konuşulamadı. İki ana kapıdan biri sürekli kapalı ve cezalı tutuldu. Mesele Türkiye’nin gündemine, adından bahsetmenin bile yasak olduğu demlerde İslam samimiyet ve ahlakının temsil makamında büyük misal olan Necip Fazıl Kısakürek tarafından 1950’lerden itibaren sokulmuştu. O günden bugüne değişen tek şey; O gün Necip Fazıl devlet adına hapse tıkılırken bugün yine aynı devlet tarafından “sen doğru demişsin” denilerek yüceltilmiştir. Devlet bu tavrı ile hem Dersimli’den hem de Necip Fazıl’dan özür dilemiştir.
60 yıl önce açık açık bunu yazabilmiş, bedelini ömrü boyunca mahkemelerle zindanlarla ödemiş Üstad’ın cesaretini ayakta alkışlıyorum. Lakin ne hikmetse şimdilerde birileri pek bir cesur oldu, her şeyin artık belgeler halinde ortaya serildiği, yeni bir tarih anlayışının devletçi geleneğin dışında geliştiği ve artık hiç kimsenin resmi tarihi ciddiye almadığı bir zamanda bunları söylemiş olmak bazen “rol çalmak” gibi anlaşılır. Hele ki; Suriye’ye müdahalenin gizli gizli yürütüldüğü ve bizzat Türkiye’nin savaşan taraf olarak Suriye’de uzun bir süredir savaşı yönlendirdiği ortamda “milletin zihninin manipüle edilmesi” gerekiyordu ki, onu da başardılar.
Tarih, malum olduğu üzere övgü veya sövgü ilmi değildir. Suçluları, mağdurları ve şahitleri kaybolmuş bir davâda kahramanlar ve hainler üretmek, bize bir şey kazandırmadığı gibi tarihte kalmış kişiler içinde hiçbir şeyi değiştirmez. Ancak mevzu; tarihi, bu günlerini ispat için malzeme olarak kullananlar ve tarihî gerçekleri çarpıtanlar olunca “Kim nedir, davası nedir?” bütün açıklığı ve hakikati ile ortaya koymak gerekir ki, kim mağdur, kim suçlu, kim kusurlu, kim haklı, kim haksız ortaya çıksın. Herkesimin malumudur ki; Yirminci yüzyıl boyunca ABD başkanlarından Theodore Roosevelt, günümüzde Bağımsız Devletler topluluğu olarak varlığını sürdüren eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurucusu V.İ Lenin, İngiltere başbakanı Winston Churchill, gibi pek çok devlet adamının en büyük rehberi ve güç kaynağı tarih olmuştur. Diğer taraftan Joseph Stalin, Adolf Hitler ve Francisco Franco gibi diktatörler de tarihten çok yoğun olarak yararlanmışlar, tarihin yanlış ellerde kullanıldığında nelere yol açabileceğinin korkunç örneklerini vermişlerdir. Türk’e biçilen tarih anlayışı da bu çerçevede görülebilir. Son yüz elli yıla dair söylenenler tek merkezden tahrif edilerek, eklemeler ve çıkarımlar yapılarak ortaya konulduğu artık devletin kendisi tarafından söyleniyor. Ve birilerinin hain denilerek yok edilmeye çalışıldığı, ötekileştirildiği yalan-yanlış tarih yazıları şimdilerde çöpe atılıyor.
Bu çerçevede birkaç katkıda biz bulunalım istedik;
Dersim Katliamı’nın emri Mustafa Kemal’den
Nevzat Çiçek anlatıyor “Oysa biz biliyoruz ki Dersim Katliamı’nın emrini veren, Dersim Harekâtını bizzat yöneten Mustafa Kemal’in ta kendisidir.1934 İskân Kanunu, 1935 Tunç-eli Kanunu ve 4 Mayıs 1937 tarihli Tunceli Tenkil Harekâtına Dair Bakanlar Kurulu Kararı bizzat Mustafa Kemal’in emriyle çıkarılmıştır. Bu karar ve kanunların altında Mustafa Kemal’in imzası vardır. 4 Mayıs 1937 günü Dersim’in kaderini belirleyen bakanlar kurulu toplantısına Atatürk başkanlık etmiştir. 4 Mayıs’ta alınan bu kararla Dersim Tertelesi başlamıştır. Trabzon Atatürk Köşkü’nde bulunan haritanın üzerinde asılan yazıda  Atatürk’ün Dersim Harekâtını bizzat yönettiği yazılmaktadır. Harita Dersim bölgesi işaretlenmiştir. Askeri planlar bizzat M. Kemal tarafından çizilmiştir. Sabiha Gökçen’de anılarında Dersim’i bombalama emrini Atatürk’ün verdiğini anlatmaktadır.”
Peki, kimdir bu Sabiha Gökçen; Bazı kaynakları ve röportaj mahiyetinde ifadeleri kontrol ettiğimizde Sabiha Gökçen’in kimliği ile ilgili ilginç bilgilere ulaşıyoruz; “2004 yılında Antep asıllı Ermenistan vatandaşı Hripsime Gazalyan,  Gökçen'in kendisinin teyzesi olduğunu ve asıl adının Hatun Sebilciyan olduğunu açıklamış. Daha sonra Agos Gazetesinde yayınlanan belgelerle Sabiha Gökçen’in ailesinin Ermeni Katliamında esnasında katledildiği, katliamdan kurtulan Sabiha ve kız kardeşinin yetimhaneye verildiği doğrulanmış. Kemalist kıyımcılığın doğasıyla müthiş bir uyum sergileyen bu durumun özeti, Ermeni Ulusu’na mensup bir kız çocuğunun, Kemalistlerce zulüm kıvamında yoğrulup, 1937-1938 arasında Dersim’de katliam yapabilecek ‘maharete’ ulaştırılmış olmasıdır.”
Önceki haftalarda Hüsamettin Cindoruk’la yapılan bir röportaj gündeme dair en net açıklamayı içinde barındırıyordu; Radikal gazetesinde Ezgi Başaran imzasıyla yayımlanan haber şöyle: “Hüsamettin Cindoruk uzun yıllar Celal Bayar’ın avukatlığını yapmıştı. Dersim katliamı sırasında başbakan olan Bayar’la Cindoruk’un bu konu hakkında neler konuştuğunu, Bayar’ın Dersim’le ilgili fikrini öğrenmek için kapısını çaldım.  
1936’da Celal Bayar’ın Dersim’le ilgili hazırladığı rapor en az İnönü’nünkü kadar sert. Bayar, Dersim katliamıyla ilgili ne düşünüyordu?
Ben Bayar’ın son 25 yılında avukatlığı yaptığımdan bu konuda da konuşmuştuk. Rahmetli Bayar’ın Dersim’le ilgili bana söylediği şudur: “Cumhuriyet Milli Misak sınırları içerisinde tamamen egemen olmuştu. Hakkâri dâhil, Trakya dâhil bütün ülkede Cumhuriyet egemendi, bir tek Tunceli dışında. Tunceli’deki mütegallibe Tunceli’yi Cumhuriyet’in dışında tutuyordu. Polis, jandarma oraya giremiyor, vergi alamıyordu. Coğrafyası böyle bir direnmeye çok müsaitti. Bunu aşmak için çok uyarı yaptık, kanunlar çıkardık ama olmadı. Atatürk sonunda bize vurun dedi, vurduk. Tenkir ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli’yi kattık.” Aynen böyle anlatmıştı.”
 
Dersim Katliamının örgüt olarak sorumlusu CHP’dir. Nihayetinde o gün hâkim olan güç CHP, içte ve dışta uyguladığı katı İslam düşmanlığı ve Türk-Kürt fark etmeden Anadolu insanını katlederek terbiye ediciliği ile öne çıkmıştır. Camilerin ahıra çevrilmesi, pavyonların modernizm-uygarlık diye artırılıp devletin memur kadrosunu dans pistlerinde kucak kucağa medenileştirmesi, şapka denilen melaneti milletin başına geçirip Allah Resulü’nün sünnetine ittiba babında takılan sarığın çıkarttırılması ve bu sebeple on binlerce kişinin idam edilip bazı şehirlerin topa tutulması vs. CHP’nin en hafif suçudur. Daha ağırları ve binlerce özürle dahi temizlenmeyecek olanları söz konusudur ki, bunu CHP’yi anlamadan bilemezsiniz.
CHP Nedir, kimlerden müteşekkildir? Peki!
CHP; İslam’ı ve Anadolu’yu İmha Etmenin Partisi
CHP, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 9 Eylül 1923’te önce “Halk Fırkası” adıyla kurulmuştur. 1924 yılında “Cumhuriyet Halk Fırkası”, 1935 yılında ise “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır. Kurucu meclis olarak ortaya çıkan ilk mecliste neredeyse her kesimden vekil vardır ve henüz üstünden bir yıl geçmeden meclise karşı kısmi darbe gerçekleştirilir. Şöyle ki; “Halk Fırkası”nın içinde herkesimden insan vardı ve dindar muhafazakarlar ve Kürdistan ifadesi ile temsilciler, bazı aşiret liderleri, din alimleri vs. Biraz daha açalım; Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde sonradan CHP’ye dönüşecek olan Birinci Grubun Devrimci ve Reformcu bir dünya görüşüne sahip olduğu, İkinci Grubun ise; geleneksel, muhafazakar ve popülist bir anlayışı benimsediği görülmektedir. Kurtuluş Savaşı’nın ertesinde, 1923 yılında yapılan seçimleri kaybeden İkinci Grup üyeleri İkinci TBMM’ye girememiştir. Bu dönemde Rauf (Orbay) Bey, muhalif paşalarla birlikte Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuştur. Peşi sıra Hüseyin Avni Bey, Kara Vasıf Bey ve Selahattin (Köseoğlu) Bey de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na girerek, Partinin İstanbul örgütünü kurmuşlardır. Böylece, Birinci Grup’tan kopan muhalif kanat ile İkinci Grup birleşmişler, ayrıca, bazı eski İttihatçılar da yeni kurulan Partiye katılmışlardır. Adı geçen birinci grup, halen günümüze kadar süregelen Kemalist geleneğin, jakoben anlayışın, Halka düşmanlıktan gayri bir şey üretmeyen, bütün politikaları İslam’a düşmanlık ve Anadolu insanını imhaya yönelik olan CHP’dir. Bu yüzden liderleri basbas bağırır biz şu kökteniz diye. İnkâr edende yok zaten “Kemalizm” zorbalığının, seviyesizliğin, dinsizliğinin temsil makamı CHP’dir ve Dersim’de, Diyarbakır’da da, Rize’de de, Kastamonu’da da bunlar suçludur.
“Kemalizm” CHP’nin Mayıs 1935 tarihinde toplanan Dördüncü Büyük Kurultayı’nda kabul edilen CHP Programı ile resmiyet kazanmıştır. Programın “Giriş” kısmında Kemalizm ile ilgili şu değerlendirme yer almaktadır: Partimizin güttüğü bütün bu esaslar, Kemâlizm prensipleridir”. O dönemlerle şimdiden farkı olmamakla beraber istendiği kadar “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” densin, “halk egemenliği”nden söz edilsin, “seçimler”den bahsedilsin, Mebus (Milletvekili) tayinleri M. Kemal tarafından bizzat yapılıyordu. 1927’de yayınladığı bir tamimde M. Kemal şunları söylüyor: “Aziz vatandaşlarım, Cumhuriyet Halk Fırkası namına bütün memlekette Türkiye Büyük Millet Meclisi azalığı için tespit ettiğim zevatın umumiyesini ıttılanıza (bilginize) arz ediyorum. Her vatandaş için yeni devrede beraber çalışmayı münasip gördüğüm arkadaşlarım heyeti umumiyesinin birlikte görülmesini faideli addettim. Bunlardan her daire-i intihabiye’ye (seçim bölgesine) tefrik edeceğim mebus namzetlerini ayrıca imzam tahtında arz edeceğim.”( Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1927, Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, cilt IV, sayfa 534.)
Her daim birinci grup etkin ve yapılan tüm inkılâpların, katliamların, inkârcı davranışların arkasında bu grup var. Aslında bu ifade yeni bir şey değil, İttihatçı gelenek sürekli kılık değiştirerek yüz yıla yakın bir zamandır ülkeyi kan gölüne çevirmiştir. Diğer adıyla Selanik Ruhu ve Selanikten gelip bir daha geri dönmeyen 31Mart darbecileri… Bu artık en küçük çocuğun bile ezberinde mevcut.
Burada kısa bir anekdot aktaralım; Bir Yahudi ve Sabetayist kenti olan Selanik Balkanlar'ın Kudüs'ü olarak biliniyordu. Nüfusun çoğunluğu dört yüzyıldan beri İspanyolca-İbranîce karışımı Ladino dilini konuşan Yahudilerdi. Ama nüfus tamamıyla Yahudilerden oluşmuyordu. 1870'te Selanik'in nüfusu 90 000'di. Bunların 50 000'i Yahudi, 22 000'i Müslüman ve Sabetayist, 18 000'i Rum'du. Selanik aynı zamanda Sabetayistlerin en kalabalık olduğu şehir idi. Sayıları hiç de küçümsenecek bir nüfus değildi.(S. Yalçın, EFENDİ Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, sayfa 57)
CHP’yi taşeronlaştıranlar kimler? Sözde Mübadele ile Türk’ün içine sokulan Selanik dönmeleri kimler? Batı ve Yahudi… Lozan’la boynumuza geçirilen İngiliz prangası… Çanakkale’yi geçilmez kılarak defettiğimiz yedi düveli, Uygarlaşma-uygar dünyayla bütünleşme adıyla başımıza taç yaptığımız Batılılaşma cereyanı. Kemalizm Selanikçilik değildir daha aşağı haliyle; Merkez Anadolu olmak üzere bölge insanını İslam’dan koparmanın, yani Türk’ü İslam’dan koparmanın, Kürd’ü İslam’dan koparmanın, Arab’ı İslam’dan koparmanın taşeron fikridir. Bu yüzden Kemalizm yıkılması bir anlam ifade etmemekte asıl yıkılması gereken bu Selanik ruhunun, laik-batıcılık-demokrasi halinde işgal ve sömürünün asıl sahiplerinin yıkılması gerekir. Nihayetinde bu güruh yeni teşaron örgütler ve fikirler bularak işgallerini sürdürmektediler. Hali hazırda Ilıman İslam taşeron fikri ve bazı dindar gözüken taşeron örgütler bunun en güzel delilleridir.
1923 ve Sonrası İtibarı ile İşlenen Suçlar
Her şey ayan beyan ortada, biran önce yargılama başlamalı ve hakiki suçlular cezalandırılıp masumların iâde-i itibarı gerçekleşmelidir. Devletin başı özür dilemiştir, Cumhurun başı büyük bir suç işlendiğini kabul etmiştir. Yargı hemen devreye girmeli ve suç ve suçluyu tarih önünde açığa çıkarmalıdır ki, hem tarih hem de yürekler rahatlasın. Arşivler bütün halinde eksiksiz açılsın ve bilelim kim kiminle örgütlü olarak-kolkola bu suçu işlemiş. Dış destek var mı bu örgütlerin arkasında? Zihinlerde şüphe kalmasın, malum milletin zihnimizdeki bir şüphe giderilmezse büyük bir inkılâba döner. Gelelim Dersim dışı suçlara;
Ümmeti başsız bırakma manasına gelen Hilafet kurumuna darbe yapmak ve kaldırmak.
Milletin cehaletine ve köksüzlüğüne sebep olacak İncil dilini Kur’an Dili’nin yerine “Harf İnkılâbı” diye getirmek ve zorla tatbik etmek. Bu sebeple onbinlerce insanın ölümüne sebep olmak.
Tevhidi tedrisat Kanunu ile ilim ve irfan yuvalarının kapılarına büsbütün kilit vurmak ve Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair kanunu ile cemiyet içerisinde ahlaki telkin odalarını ihya yerine imha ederek milleti başsız, ruhsuz bırakmak. Bunun neticesi olarak her çeşit ahlaksızlığın ve suçun artışını hızlanmış ve İslam aile yapısını, cemiyet nizamını, topluluğa dayalı yaşam biçimini imha eden cereyanlar, gruplar ortaya çıkarak bunların yerini almıştır.
İslam hukukunun ilga edilerek yerine Hıristiyan-Roma hukukunun getirilmesi, Soyadı kanunu ile Müslüman ailelerin-aşiretlerin parçalanması ve soysuz bazı kimselerin soyadı ile Anadolu insanının içine sızdırılması… Böylece iktidarın zamanlar Anadolu insanının elinden alınarak bu kimselere devrinin kolaylaştırılması.
İç isyanlar bahanesi ile Doğuda onbinlerce Müslüman’ın öldürülmesi, kırıma tabi tutulması ve binlerce âlimin darağacında sallandırılması. Ölçüler Kanunu ile binlerce yıllık ölçü biriminin, Uluslararası Saat ve Takvim Kullanılması Hakkında Kanun ile İslam ümmetinin kendi arasında kullandığı saat-tarih(Hicri) yerine Hristiyan dünyasının kullandığı(Miladi) saat-takvimin getirilmesi ve yine Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin Kurulması ile tarihimizin tahrifi ve batı endeksli yeniden dizayn edilmesi, Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Kurulması ile Türkçeyi bile tanınmaz hale getirici uydurukça dil tedariklerine girilmesi, vs.
Uzatmayalım, failleri ve mağdurları belli bu suçların müsebbipleri ve failleri yargı önüne çıkarılmalıdır.


Baran Dergisi, 259. Sayı