Bana sorarsanız hemen edilmeli. Yeni bir dizayna öyle bir ihtiyaç var ki, tam zamanı: İnkârcıların Peygamber Efendimiz’i bile hiçe sayışlarını, Kur’an’daki bazı ayetleri dahi çıkarıp atmaya varıncaya kadar dayanan mukaddesata saldırışlarını, birkaç Ehl-i Sünnet uleması kardeşimizin ve değerli Baran dergisinin dışında, hepimizin ağzımızı açıp aval aval seyrettiğimiz bu zamanda, Diyanet’in ciddi olarak ele alınma zamanı gelmiştir.

Diyanet camiasındaki oluşumu değiştirmenin zaten tek zorluğu; kayırmacılığın, onun adamı bunun akrabası olma toleransının yanında, ayrıca imanı, itikadı ve sünneti seniyeye bağlılığı sorulup ölçüsü alınmadan kadroya alınmalarından kaynaklanmaktadır.

İsterseniz ben eski tesbit ve önerilerimizden bir örnek vererek konuyu daha kapsamlı anlatmaya çalışayım.
Devlet-Diyanet dengesizliği bizde Mustafa Kemal’den beri devam eder durur. Çünkü, Mustafa Kemal Türkiyesi’nin laik ‘devrim’leri yerleştirilirken, devlet koskocaman bir sofraya (siniye) benzetilmiş, din ise o kocaman sininin bir köşesine konmuş küçük bir çorba tası...

Devlet büyük mü büyük, din tam aksine... Manzara böyle görününce maksadın dinî ihtiyaçları gidermek, mukaddes dine hizmet gibi bir faaliyet olmadığı hemen anlaşılmış olup bugüne kadar gelen ilk dengesizliğin temeli atılmış. Ekabir sınıfı ne derse, Diyanet de ona itaat eden bir memur pozisyonunda kalmaktan öteye gidememiştir.

Biz elhamdülillah bu iktidar zamanında Diyanet işleri için, düzenlenecek diye sevindik. Yurt dışındaki açtığımız bağımsız camilerimizi Diyanet’e bağlama yarışına girdik. Bu konuda sorusu ve kuşkusu olanlar beni arayabilirler. Heyhat ki, ne görelim, namazları toptan terk eden din görevlisi arkadaşlara rastlar olduk.

Hâlbuki Osmanlı Devleti, cihana meydan okuyacak kadar büyük olduğu halde hiçbir zaman dinin üzerinde bir korkulu rüya gibi durmamıştır. Devletten büyük olarak algılanan din ve fıkhın hukuku esas alındığı için, Diyanet gibi çeşitli mânâlara gelen bir kuruma da ihtiyaç duymamışlardı. Bildiğiniz gibi devlet erkânı dinî hassasiyet içinde meseleleri edeple Şeyhülislâma sorar, aldıkları fetvaya göre amel ederlerdi.

Şimdi bu acayip ve içinden çıkılmayacak kadar karma karmaşık hale gelen devlet, Diyanet ve İlahiyat üçlüsünün her biri ayrılıklar içinde. Burada bir farkı da gözden kaçırmayalım. Bugünkü devleti yönetenler iyi niyetli olmalarına rağmen Diyanet’i tam tamına itikat ve amel noktasında ihya etme fırsatını bulamamışlardır.

Devletin başı kalkıyor; haklı olarak “Ehlisünnete laf söyletmem, hadis inkârcıları bedelini öder” gibi sözler sarf ediyor. Öbür taraftan Allah’ın Kur’an’ından ayet atmaya kalkan haşerat türünden bir inanç yoksunu beyinsiz, hâlâ devletin ilahiyat fakültelerinde ders verebiliyor ve televizyonlarda konuşabiliyor.

Cumhurbaşkanımızın onayı ve tavsiyesi ile Diyanet’in başına geçen Ali Erbaş hoca ise gelir gelmez, başka bir işi yokmuş gibi sapıklara karşı savaş açan, Ehl-i Sünnet İhsan Hoca’nın başını koparıyor. Baş başı yiyor, ayaklar boyna dolaşıyor. Kimin ne dediği, ne haltlar yediği bilinmeden, kim haklı kim haksız düşünülmeden keyfî kararlar veriliyor.
“Allah’a, Kur’an’a, inananlara hizmet için” kurulduğu söylenen Diyanet’in bu tavrına karşı çıkanlara da hükümet karşıtlığı damgası vurularak demagoji panayırları kuruluyor.

Kur’an’ı Kerim’i kendi süflî beyinlerince tefsir eden boş kafalılar da kalkıp Cenab-ı Allah’a dil uzatabiliyor... Hızır Aleyhisselam’a “sözüm ona o bilge kişi diye” küçük düşürücü laflar edebiliyor.

Hiçbir resmî yetkili kuruluş da, “Hop! Bana bak uzun saçlı adam! Sen de kimsin” deyip “Arkadaş yoksa sen ilahiyattan mezun olduktan sonra mı kâfir oldun? Yoksa eskiden beri bu kafada mıydın?’’ diye soramıyor, soranlara da hemen hadleri bildiriliyor.

‘‘Ekefertüm ba’de imaniküm-/Siz iman ettikten sonra mı kâfir oldunuz” (1) Değerli okuyucular, bu “sonradan mı kâfir oldunuz?” sorusu bana ait değil, bilakis Allah kelamıdır. Buna çok dikkat edelim, bu soruyu Yaradanımız, sapıtan herifciklerin alayına soracak bir gün “Siz iman ettikten sonra mı böyle küfre düşenlerdensiniz?”

Evveliyatı doğru, düzgün ve iman sahibi anne ve babaları tarafından Din-i İslâm’a hizmet etsin diye dinî okullara verilen imanlı aile evlatlarıdır bunlar. Bunları bu sistem bu hale getiriyor ve imansızlıklar zuhur eder etmez hemen dünyada ne kadar imkan sahibi imansız varsa bunları destekliyor, dışardan maddî yardım, içerden de her türlü makamın dik alası sağlanıyor. Demek ki adam gibi bir yeni dizayna ihtiyaç olduğu ayan beyan ortada.

Bu sapıtanlar her şeyi biliyorlar... Bal gibi aşağıdaki ayeti de biliyorlar. Rabbimiz bunlara da aynen şöyle diyor:
“Ey ehli kitab, niçin hakkı batılla örtüyorsunuz da hakkı gizliyorsunuz? Halbuki siz gerçeği bilip duruyorsunuz.” (2)
Bir Yaşar Nuri vardı, öldü. Yaşça benden küçüktü. Anadolu çocuğuydu, hafızlığı tamdı. Zamanında (prof. olamadan evvel) sakallı halim selim ve itikatlı bir cami imamıydı. Hatta ilk başörtüsü savunmasını yapan akademisyenlerden biriydi. Sonra ne oldu, nasıl öldü gördünüz! İlk hanımı başörtülüydü, onu boşadı, başka açık başlı bir hanımla evlendi. İtikadını alt üst etti, sonra Ehl-i Sünnet’e veriştirdi ve yerine gitti.

Dostluk kurduğu tüm Kemalistler ile sosyetik bayanlar cenazesine geldiler ama gazoz şişesi gibi dikilerek ölüsünü uzaktan seyrettiler.

Yine çağdaşçıların başı bir hanım vardı... Ben arkalarından iyi veya kötü bir şey demeyeceğim. İsterim ki, bin voltluk lambaların ışığı altında bol ışıklarda yatsınlar, bu hanımda Prof. Türkan Saylandı, işi gücü tesettürle uğraşmak, başörtüsüyle didişmekti. Allah sonunda onu da başına bir bez parçası sardırarak halkın önüne çıkarttı. Çünkü hastalığı dolayısıyla saçları dökülmüştü... “ÖLÜM GÜÇLÜ BİR NASİHATTIR.” demeyeceğim, nasıl olsa hadis olduğuna inanmayacaksınız...

 “Ölülerinizi hayırla anın” diyen Allah Resûlü’ne canım, anam, babam kurban olsun. Başım üzerine ama, kimi hayırla anayım Ey Allah’ın Resûlü, senin sünnetini bozanları mı, hadisi şeriflerini sümen altı edenleri mi? Bunlar benim ölülerim değil, bunlara batılın uşakları demeyeyim mi Ey Rahmet nebisi?..

Bazılarının hiç hoşuna gitmese de şu Müslim hadisini buraya koymak istiyorum;

“Her kul mutlaka öldüğü hal üzere dirilecektir.” Son bir ayetle tüm inkârcı kafalara bir kere daha sesleniyorum, “Kim hak kendisine açıkça belli olduktan sonra peygambere muhalefet eder, müminlerin yolunun dışında başka bir yola girip giderse, biz onu gittiği yöne bırakır, kendisini cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (Nisa Sûresi 115)

Belki şu ayet beni çok korkuttuğu gibi sizi de korkutur da ibret alırsınız:

“Cehenneme sorarız doldun mu? O hemen cevab verir, varsa daha gönderin.” (3) Yollarınızı değiştirin, kendinizi kurtarın, yarın karşımıza çıkıp da demediniz demeyin.

Kaynaklar:
1.Ali İmran, 106
2.Ali İmran, 71
3.Gaf Sûresi, 30

Baran Dergisi 571. Sayı