Dava adamlarının tüm zorluklara İslâm’ın izzeti adına tek başlarına göğüs germeleri, eziyet ve tarassut altındaki İslâm Âlemini rahatlatmaktadır. Bu rahatlamanın maalesef yol açtığı rehavet ortamı ise gâye olan kurtuluşa ermenin önündeki engellerden biridir. Nitekim Türkiye’deki Müslümanların hâlini böyle tasvir edebiliriz. 
Gençlik her toplum için ehemmiyetlidir ve gençliğimiz bu rehavet ortamının getirdiği tesir altındadır. Bu tesir ile beraber asıl gaye unutulmuştur, gayeye giden yoldan sapmalar meydana gelmiştir. 
Yakın zamanda okuduğum bir tarihî romanda, Osmanlı’nın en önemli askerî birimlerinden Karatuğların reisi bir Yunan askeri ile boğuşurken, Batılılar hakkında şunları düşünüyor: “Sorgulamıyorlar, eskilerin hakikatini tüketmiş muharebe anılarıyla tesis ettikleri o tecrübe ve akla uzak dünyanın masallarında yitip gidiyorlardı. Sırf bu deva bulmaz ahmaklıkları yüzünden daha çok uzun yıllar Batılı ordulara olan üstünlüğümüzü muhafaza edebilirdik.” 
Sanki o zaman ceddimizin Batılılar için düşündükleri bugün bizim için geçerli. Sorgulamıyoruz, hakikati tüketmişiz, ceddimizin şanlı tarihi ile övünüp duruyoruz. İş şanlı tarihimizle övünmeye gelince hiç kimse geri durmazken ve o tarihin şanlı olmasına sebep mânayı, mücadele ruhunu kavrama cehdi yok ne yazık ki…
Dünyanın her yerinde Müslümanlara zulmediliyor. İnsan olan tabiî olarak bir ıstırap hissediyor. Oysa biz Müslümanların kardeşlerimiz zulüm altında ezilirken ıstıraptan öte evinde rahat oturamaması gerektiği halde ya bünyemiz bu sahnelere bağışıklık kazandığından yahut da “bizim elimizden ne gelir, bizim yerimize liderimiz müdahale eder” yaklaşımından ötürü önce bir kaç eylemde 10-15 dakika bağırıp gazımızı atıyor, sonra evimize gidip televizyon karşısında maalesef keyif çatıyoruz.  
Siyonist ürünleri boykot meselesi bunun en müşahhas misali... İsrail, Filistin’i bombalıyor. Biz Anadolu Müslümanları boykot kararı alıyoruz. İyi, güzel; ama maksimum dört-beş gün gevşek bir şekilde sürdürülüyor bu boykot, sonra bir bakıyoruz sofralarda yine Coca-Colalar… Ancak İsrail, Filistin’i bombalamaya devam ediyor. Boykot sürmüyor; ama bombalamalar sürüyor.
Bir misal de Asya’dan… Doğu Türkistan’daki din kardeşlerimize Çin’in yaptığı zulüm karşısında Çin Konsolosluğu önünde protestolar başlıyor… Daha eylemler sürerken Çin, Müslümanların camilere girmesini engelleyen bir yasa çıkarıyor. Devlet dairelerinde İslâm’ı çağrıştıracak her şeyi yasaklıyor… Ama bizlerin gazı alınmıştır; evlerimize gidip rahatça keyif çatabiliriz.
Şimdi bu söylediklerimize mukabil “ne yani eylem yapmayalım mı?” diye soranlar çıkacaktır. Elbette bunu kastetmiyoruz. Anlatmak istediğimiz, yaptığımız her şeyi lâyıkıyla icra etmek ve gâyenin hasıl olmasından nasibimizi alabilmek. Yani biraz dirayet, biraz samimiyet… Kısacası biraz Müslümanlık… Sosyal medyada boykot paylaşımlarıyla, “ben de gözükeyim bari” mantığıyla eylemlere katılmayla iş bitmiyor… Mücadele ve cesaret ruhu ile şekle ve şatafata takılmadan samimiyetle hedefe odaklanmak, fedakârca dirayet göstermektir hepimizin boynunun borcu olan. 
Bu bahsi, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Tilki Günlüğü” eserinde geçen şu sahne ile çerçeveleyelim:
“ ‘Allah Resulü her Müslüman’a sessizce Mekke’den ayrılmalarını söyler… Herkes gizlice (Medine’ye) çıkıp gittiği hâlde, Ömer, belinde kılıç ve elinde ok, hareketinden evvel Kâbe’yi tavafa gitti, yedi kere tavaf etti ve oradaki müşriklere şöyle haykırdı:
-İşte ben gidiyorum!.. Anasını ağlatmak, karısını kocasız ve çocuğunu babasız bırakmak isteyenler şu vadiye doğru arkamdan gelsin!”
Alakasına binâen Üstad Necip Fazıl’ın “Son Devrin Din Mazlumları” adlı eserinden şu sözlere bir göz atalım:
“…Bir yerde, şeriat inceliklerinde laubali, üzerinden benlik kokuları gelen velilik iddia edici ve keramet satıcı, gözü dünyada ve güya dünyanın ıslahında, usulü telaş ve didinme ve gâyesi isim ve şöhret, birini gördünüz mü, rahatça hüküm mührünü basabilirsiniz:
-Bu adam veli değil, ancak bir denidir!”
Üstad Necip Fazıl’ın tâ 1960’larda kaleme aldığı bu cümleleri bir de bugünkü sosyal yapı içerisinde düşünelim kimler gelir hatırımıza? İşte bugün bir çırpıda hatırımıza gelen bu din bezirgânları, gençlik ile dinimiz arasına geçmiş ve köprünün önünü tutan zangoçlardır. Ehl-i Sünnet vel Cemaat anlayışına muhalif hoca kılıklı tiplere itibar etmek, kendi dinimize ihanete kadar varır Allah muhafaza.