Peşin fikrimiz olarak ifade edelim ki; bu sapkınların, bu bid’at ve nifak taifesinin dilinin bu kadar uzun olması, uluorta her yerde pervasızca İslâm’ın tecelligahı Ehli Sünnet’e bu kadar pervasız ve rahat saldırmalarının sebebi, bizim olamayışımız ve Sünneti Seniyye’ye hakkıyla sahip çıkamayışımızdır. Dünyalık telâşeler ve siyasi hesaplar arasında, asıl gayemiz yahut bağlısı olduğunu iddia ettiğimiz İslâm, kalblerimizden söküp alınıyor, zihinlerimizden silinip yerine “uydurulmuş yahut kurgulanmış yeni bir din” ihdas ediliyor ama zerre miktarı kılımız yerinden kıpırdamıyor. Zamanında Selman Rüşdi birkaç kelime beyan etti diye kıyameti koparan Ehli İman, şimdiki sapıklar karşısında köşesine çekilmiş, olan biteni seyirle meşgul. Zannedilmesin ki bu seyir fitneye karışmamaktır; asıl fitne bu seyirdir ki, bir neslin imanı perişan edilirken o dilsiz şeytanlar gibi köşesine büzülmüş bakıyor. Özetle dini içten yıkmaya memur gönüllü yahut görevli bu iblisler konuşmaya devam ettikçe Müslümanlara rahat ve huzur yok, biline.
İslamoğlu adlı bir acib mahlûk. Bir dediği diğer dediğini tutmayan, bir gün Şii öteki gün Teymiyyeci, bir başka gün Harici, daha başka bir gün ise Mutezileci görüşler serdeden ama asla Ehli Sünnet olmayan, nerede Ehli Sünnet dışı mevzu varsa onu dile getiren tecavüzden sabıkalı zat… Ne diyelim, o dairedeki tevbesi kendine mahsus kalsın da beride Ümmetin içine soktuğu fitne dehşet verici. İnsanın aklına, İslamoğlu adlı din maskeli zatın fitnesi böyle ise “kim bilir deccalın fitnesi nasıldır?” diyesi geliyor. İslamoğlu diyor; “Hz. Âdem’in babası vardır”. Ne diyelim, bu sözün neresini düzeltelim! Adamın sicili o kadar kabarık ki, neresinden tutsak elimizde kalıyor. Allah Resûlü’ne (haşa) kibirli adam ve Efgani gibi masonları eleştirenlere tuvalet bezi demesi, Kur’an’daki “Nesih Mensuh” ilişkisini reddetmesi, İmamı Buhari, Ahmed Bin Hanbel ve Kadı İyaz gibi âlimlere ağır sözler söylemesi, Allah’a ‘Cenabı’, Resûlullah’a “Hazretleri” denmesini ve “Salâvat getirilmesini” protokol olarak değerlendirmesi, Humeyni için Dört Halifeden sonra gelmiş geçmiş “en iyi dini ihya eden adam” demesi, Miraç, İsra, Ayın ikiye yarılması gibi mucizeleri inkâr etmesi, Cinleri Allah Resulünü bugünkü Cin mescidi diye bilinen yerde dinlediğini inkârı, Recmi reddi, Ehli Sünnet fıkıh, kelam ve siyer âlimlerine İsrailiyat iftirası atması, İran Şia lideri Sistani’yi övmesi, Suriye’yi İran’a verelim gibi hezeyanlar savurması vs.
Ülke sapık kaynıyor. Kimi “Allah gaybı bilmez” diyor ve ekranlara çıkarılıp harıl harıl bu mevzu tartıştırılıp zihinler iğdiş, gündem meşgul ediliyor. Ertesi gün bir başka sapık çıkarılıyor Kur’an’ın bazı hükümleri geçerliliğini yitirmiştir diyor ve günlerce ekranda yer bulabiliyor. Ve bir başkası Karamanın koyunu sonradan çıkar oyunu hesabı FETÖ’cülerle örgütlü olarak uzun yıllar birlikte çalıştıktan ve onların çatısı altında dinler arası diyalog toplantıları düzenledikten ve ‘günümüzde Hıristiyanlarında cennete gidebileceğini’ de söyledikten sonra, FETÖ deşifre olunca siyasi iktidarın yanına evrilip FETÖ’den doğan boşluktan nemalanmaya çalışıyor.
Bu zat (H. Karaman) diyor ki: “ben Muaviye’yi sevmem” ve “Bir Hıristiyan veya Musevi, ‘Hz. Muhammed’in de Allah’dan vahiy aldığına inanıyorum’ der. Sonra ‘bu peygamber (Hz. Muhammed) benden ne istiyor?’ sorusunu sorar. Yani ‘Ben bir Museviyim ya da İseviyim, dinimi bırakıp şu ana kadar inandığım ve yaşadığım şeylerden tevbe edip Müslüman olmamı mı bekliyor? Yoksa başka bir beklentisi mi vardır?’ Müslümanların çoğu ‘Peygamberin, bütün din saliklerini İslâm’a çağırdığına’ inanırlar. Ben diyorum ki, İslâm uleması içinde, Kur’an-ı Kerim’e bakarak Peygamberimizin beklentisinin bundan ibaret olmadığına inanlar da var. Peygamberimiz ‘Yahudi mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor, ‘Hıristiyan mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor. Diyor ki; ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar tek Allah’a inansınlar, ahirete inansınlar ve kendi kitaplarında da bulunan iyiliklere göre yaşasınlar (yani bizim amel-i salih dediğimiz şeyler); beni de sahtekârlıkla, yalancılıkla itham etmesinler. Getirdiğim kitabı da şuradan buradan çalıntı olduğunu söylemesinler.’ Dolayısıyla ‘Bu takdirde onlar da cennete giderler’ demiş oluyor. Bu inançta olanlar var mı? Var. Bu inançta olmayanlar (inançlarına şirk karıştıranlar) var mı? Evet, onlar da var.” (Polemik Değil Diyalog, 35)
Bu zatın kitapları İlahiyatlarda ders kitabı olarak okutuluyor. Böylesine bir eğitimin sonucunda ne çıkar. Kaldı ki Fetullah Gülen’le yolları ayırmış gibi görünen H. Karaman’ın öncülük ettiği Ensar Vakfı bugün paralel yapının eski unsurlarını içine almanın dışında üniversitelerde kadrolaşma dâhil imam hatipler üzerinde büyük bir fitne ve desise hareketi yürütmekte. Ve saman altından su yürüten bu zümre, gerçek İslâm bağlılarını tıpkı İslamoğlu ve ekibinin, Fetullah Gülen ve ekibinin yaptığı gibi ekarte etmeye çalışmakta yahut halkın gözünde itibarsızlaştırmaya gayret etmektedir. Yıllar öncesinden Rahmetli Üstad’ın bu zevat hakkındaki sözleri, o günlerden bugünleri işaret eden keramet derecesinde bir tesbittir ki Karaman fitnesinin yarın Gülen yahut İslamoğlu fitnesi gibi önümüze çıkması ve kanalizasyon atığı gibi patlaması mümkündür. Ancak o güne kadar sömürülen insanlar, iğdiş edilen beyinler, gaye istikametinde emekleri zayi edilen mü’minlerin vebali ne olacak, meçhul.
Batılı ve yerli müsteşrikler bütün hızları ile çalışıyor ve Müslümanların zihin eforlarını meşgul etmek, onları sağlıklı bir düşünce zemininden kaçırmak ve fikir üretmelerine engel olmak için sürekli bir takım ZIRVAİST’leri uzman diye milletin önüne çıkarabiliyorlar. Bir başkası yuvalandığı Marksist dergi yahut gazetede taktığı din maskesi ile İ. Eliaçık imzasıyla her çeşit melaneti kusuyor. Ve cemiyet öyle bir hale geliyor ki uzunca bir zaman onları rehabilite etmek gerekiyor.
Mesele uzun ancak yazıyı yer darlığımız sebebi ile noktalamak icab eder. Bu sebeble hem kurtuluş reçetemizi işaretlemek hem yapılması gerekeni göstermek için İbda Mimarı’na müracaat edelim:
“İslâm itikad arsasının ölçü ve ölçülendirmelerinin esası üzerine kurulabilecek İslâmî bir dünya görüşü, itikadî yamukluklar gözardı edildiği ve bellibaşlı nisbet beyânları yerine getirilmediği zaman vücut bulmaz... Güya İslâm adına çırpıştırılmış fikirlerden kurulu köpek kulübesi cinsinden uyduruk oluşumlar bir yana, kelimenin gerçek anlamıyla insan ve toplum meselelerini kuşatıcı İslâmî bir dünya görüşü, ancak “Ehl-i Sünnet” itikadıyla mümkündür; Büyük Doğu-İbda, bu davanın hem tesbitçisi ve hem de dünyada “İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik” mevzuundaki tek “sistem” terkibidir!..” (İbda Diyalektiği, sh. 115)
YOLU YOLUMUZ, DAVASI DAVAMIZDIR! 
Baran Dergisi 477. Sayı