Bu konuşmayı yaptığım gün 28 Mart 2020, bu vesileyle bazı şeylerin sene-i devriyeleri hakkında konuşmak istiyorum. 1988’in 29 Mart’ında, yarın itibariyle 32 sene olacak, Dulcie September Paris’te gerçekleştirilen bir suikast neticesinde hayatını kaybetti. Kendisi Afrika Ulusal Kongresi’nin bir temsilcisiydi ve Mandela’nın bir araya getirdiği ırkçılık karşısı mücadelenin bir parçasıydı.

Diplomat statüsünde bulunuyor olmasına mukabil Güney Afrika’ya çalışan masonlar tarafından öldürüldü. Onu öldüren mason bir Fransız’dı ve Güney Afrika orijinli bağlantıları vardı. Bağlantılı olduğu kişinin adı Henry Bowra idi. Bu adam Afrika’da ve Lübnan’da bana ve gönüldaşlarıma karşı yapılan İsrail operasyonlarının başında bulunuyordu. Onu kendi imkânlarımla ele geçirdim ve iki yıl boyunca esir tuttuk. Daha sonra bazı bilgiler almak için Suriye istihbaratı irtibata geçti. Suriye istihbaratı onu infaz ederek Akdeniz’e attı. Çünkü onu kimse takasla almak istemedi. Kendisini esir arkadaşlarımızı kurtarabilmek için takas unsuru olarak kullanmak istedik; fakat ne ABD, ne İsrail yanaşmadı. Kendileri adına çalışan bu adamı istemedikleri için infaz edildi.

Dulcie September, direkt operasyonlarla öldürülmedi, masonlar üzerinden yapılan bir operasyonla öldürüldü. Fransa hükümeti, hukuk ve adalet sistemi bu operasyonu aydınlatmadı. Fransızlar genelde hukuktan, Fransa’nın adaletinden, insan haklarından bahsederler; fakat bu hadise Fransa’da ne hukuk, ne de adaletin olmadığını, sadece adaletsizliğin var olduğunu göstermektedir. Benim vaziyetim de bu adaletsizliğin doğrudan bir isbatı niteliğinde. Dünyada bu adaletsizliğe karşı çıkan tek bir ülke de yok maalesef.

Ne tanık ne bir şey, insanları işlemedikleri suçla suçluyorlar. Polis ve adalet sistemi içerisinde içerisinde kriminal tipler var. Bir kadına suikast düzenleniyor. Güney Afrika’yı temsil eden bir kadın, sıradan birisi değil. Yarın itibariyle (29 Mart 2020) tam 32 sene geçmiş olacak öldürülmesinin üzerinden; fakat suçlular hâlâ tesbit edilemedi.
***
Diğer mevzu... İki gün sonra da (30 Mart 2020) “Toprak Günü”nün yıl dönümü. 1976’nın 30 Mart’ından itibaren bu gün Filistin’de “Toprak Günü” olarak anılmaya başlandı. O gün, Filistin’in mukaddes topraklarının Siyonistler tarafından gasp edilmesi sebebiyle bu şekilde anılıyor.

Filistin’in Arap halkına apaçık bir adaletsizlik uygulanıyor. Burada sadece Müslümanları kastetmiyorum, tüm Araplar ve hatta Filistin’in tüm halkını kastediyorum. Müslümanlar, Hıristiyan ve Yahudi Araplar... Yahudi Araplar Siyonist değiller ve tıpkı Müslümanlar gibi onlar da Siyonist İsrail rejiminin zulmü altında bulunuyorlar. “Toprak Günü” tüm inananların mukaddes toprakları olan Filistin ile alakalı. Ne olursa olsun bu Siyonist katiller nihayetinde mağlup edilecek. Sadece Filistinliler de değil, Yahudi sığınmacılar da Siyonistlerin hedefinde. Filistin’de mücadele devam ediyor, dolayısıyla Filistin’in mukaddes topraklarının geri alınması maksadıyla idrak edilen bu gün, Filistin davası için mukaddes bir gündür.

1948’den beri Filistin’de her türlü zulmü gördük. Bölgenin demografik yapısı Filistinliler aleyhine değiştirildi. Bu demografik değişim sırasında bir çok insan göç etmek zorunda kaldı. Bu vaziyet seçimlerde de Siyonistlerin istediği neticeleri doğurdu. Fakat artık Filistin halkına zulmün karşısında olanlar yapmaları gerektiği gibi Netanyahu aleyhine oy kullanıyorlar. Çünkü Netanyahu yozlaşmış delinin biri, onun gibi olmayan Yahudiler de var. Netanyahu ahlâksız, hırsız, yalancı bir adamdır. Sadece Filistin tarihi ile alâkalı söyledikleri değil, söylediği her şey yalan. Er yahut geç yakalanıp yargılanması gerekiyor; fakat ABD onu koruyacaktır.
***
ABD’de bir başkanlık seçimi yapılacak, fakat şu an Trump’ın başkanlık dönemi devam ediyor.  Kendisi ilk aday olduğunda gönüldaş Trump’ın (Carlos gülüyor) harika bir adam olduğunu söylemiştim. Yeniden Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı diyebiliriz. İlk seçildiği zamandan beri söylediğim gibi kendisi ABD’nin bugüne kadarki en iyi başkanıdır. Niçin böyle söylüyorum? ABD’nin sisteminde temiz ve ahlâklı kalmak kesinlikle imkânsız. Trump da her bakımdan uygunsuz bir adam olabilir; fakat ABD halkı bu adamı başkan olarak seçti. Büyük çoğunluğu Evanjelik olan fakir beyazlar onu iktidara taşıdı. Yahudilerin büyük bir kısmı da onu destekledi. Siyonistler de onu destekledi. Çünkü onun İsrail’i destekleyeceğini biliyorlardı. O da ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıdı.

Bu seçimlerde de aynı senaryo ile karşı karşıya olacağız. Demokratik Parti’nin adayı olması beklenen Barnie Sanders bir sosyalist. Aynı zamanda kendisi bir Yahudi; fakat Siyonist değil, bilakis anti Siyonist. Seçilmesi durumunda “ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Tel Aviv’e geri taşıyacağını” söyledi. Bunu açıkladı. Bu politik bir söylem; fakat Trump ne yaparsa yapsın hakkındaki düşüncelerimin doğru olduğunu düşünüyorum. Ben Amerikan emperyalistleri sebebiyle senelerdir cezaevindeyim. CIA ve Fransa’nın onunla işbirliği yapan yozlaşmış homoseksüellerden, kokain müptelası Amerikan ajanlarından oluşan terörle mücadele sistemi burada olmama sebep oldu. Yakalanmamış sağlayanlar aylık 45 bin dolar emekli maaşıyla ödüllendirildiler. Beni Sudan’da bulup yakalayan ve hapse tıkan bu sistem, 1988’de bir suikast neticesinde öldürülen Afrika Ulusal Kongresi Temsilcisi Dulcie September’ın katilini bulamadı öyle mi? Tüm bunlara rağmen mücadele ediyorum. Zaferin bizim olacağına inancım ise sonsuz.
***
Son olarak; ABD, Venezüella Devlet Başkanı Maduro’yu yakalayana 15 milyon dolarlık bir ödül vereceğini açıkladı. Maduro hükümetinde bulunan her bir isim için ise 2 milyon dolarlık ödül koydular. Buna sebep olarak da Maduro başta olmak üzere Venezüella hükümetindeki isimlerin uyuşturucu ticareti yaptıklarını iddia ettiler. Ayrıca bu iddiaların merkezinde bulunan Venezüellalı general için de ödül koydular. Bu tam anlamıyla saçmalık. ABD, Maduro’nun yerine Guaido’yu başkan yapmak istiyordu. Guaido’nun Kolombiya ve oradaki uyuşturucu kartelleriyle olan olan ilişkisi malûm. Kokain ticaretinin merkezi Kolombiya ve bu işi orada bulunan uyuşturucu kartelleri yapıyor. Ayrıca mevzubahis generalinde bu kartellerin elemanlarıyla fotoğrafları bulunuyor. Venezüella daha önce bunlar hakkında soruşturma açmıştı ve bu General ülkeden kaçmıştı. Kendisinin bu karteller üzerinden Maduro hükümetine karşı faaliyetlerde bulunduğu da biliniyor. Neresinden bakarsanız bakın, ABD’nin bu iddiası tam olarak saçmalık, bilakis ABD uyuşturucu ticaretinin içinde gibi bir netice çıkar bu anlattıklarımdan. Gerçekten inanılmaz. Memleketim üzerindeki baskılar ve manipülasyonlar devam ediyor. Uyuşturucuyu belli noktalarda serbest bırakan ülke, uyuşturucuya karşı en sağlam mücadelelerden birini veren ülkeyi uyuşturucu ticaretiyle itham ediyor. İslâm’a göre de haram olan uyuşturucuya karşı Venezüella uzun zamandır mücadele ediyor.
 
Allahü Ekber!
28.03.2019
Tercüme: Faruk Hanedar


Baran Dergisi 690.Sayı