Başlık ve mana işin ehline -Müjdeci ve Müjdelenen-e ait. Adres Mütefekkirin “İstikbâl İslâmındır” eseri.

Olan biten her şey insanlığı ‘O ne dediyse O’ noktasına getirdiği gibi, O’nun zaferinin duacısı ve aktif oyuncusu olmanın dışında çaresizlik içerisinde, O’nu, ortaya koyduğu fikir aynasından seyretmenin dışında bir şey yapamıyoruz-yapmıyoruz. Seyirci kabalığı bir tarafa, seyrettiğini anlama ve akletme kapasitesinden de oldukça uzağız. Ve anlamak için onlarca yıl beklemek yahut hadiselerin artık inanmaktan başka çare bırakmadığı şekilde zuhur etmesini görmemiz gerekiyor. Kürt meselesinden Ortadoğu meselesine, tatbik fikir-dünya görüşü gerekliliği şartından Batı-İran menşeli fikir helezonuna, emperyalist yayılmacılıktan sahte antiemperyalist unsurların kısır döngü halindeki mücadelelerine, Ehli Sünnet Ve’l Cemaat etrafında dört bir koldan biriken kenelere karşı dik duran ‘Ehli Sünnet’ merkezli “İslâm'a Muhatap Anlayış” sistem terkibi zaruretine vs. her şey onu doğrulamaktan, onu işaret etmekten ve kurtuluşumuz içinde teklif ettiği reçeteyi tatbik etmemiz gerektiğini ihtar etmekten başka bir şey yapmıyor. Evet, O’nun deyişiyle “ŞARTLAR TÜRKİYE’Yİ TARİHİ MİSYONUNU YÜKLENMEYE ZORLUYOR”

Şeytan ve şeytanlaşmış yürekler bırakmıyor ASIL görünsün. Vesveseler, vehimler, haset ve kıskançlıklar diz boyu. Elinde ve kafasında kurtuluş reçetemizi tutan, 17 yıldır ağır hücre hapsinde ve yine 17 yıldır şiddetli işkence altında bir Mütefekkir. Asıla musallat sahteler. Bu millet hep sahtelerden çekti ne çektiyse. Sahte kahramandan, sahte âlimden, sahte liderden, sahte müride, sahte fikre kadar, ne çektiyse sahtelerden çekti. Ama bir düşünün sahte para basıldı yahut var diye asıl paradan vazgeçilir mi, piyasa sahte altına boğuldu diye altının değeri mi düşer, hem sahte altın sarrafların eline düşünce çöpe atılmıyor mu? Hepsi bir tarafa sahte peygamberler ortaya çıktı diye ne peygamberlik töhmet altında kalır ne nübüvvete olan zaruri ihtiyaç ortadan kalkar. Sahte kahramanlar, sahte devrimciler, sahte antiemperyalistler de böyle değil mi? Onları test eden ölçü nedir; İş içinde eğitim… Hem eğiten hem ayıklayan bir süreç…

Ve devam edelim; şeriat sadece had cezalarını bir tellal çıkarıp ilan etmek midir? Yahut şeriat sadece birkaç bildiriden ibaret tatbik edilecek fikirler manzumesi mi? Böyle olmadığı herkesin malumu… Nihayetinde bu mantıkla yahut bu “öngörü” ile hareket edenlerin bir müddet sonra geldikleri nokta ortada. O halde;

Açık ve net; Büyük Doğu-İbda, üzerinde bütün cemaatlerin, grupların sağ-sol fark etmez bütün anti emperyalist unsurların ittifak edeceği, kendini bulacağı ve yine dost düşman herkesin ‘adalet’ dairesinde, mevcut rejimlerden daha üstün bir merhamet ve hikmetle muamele göreceği İslâm kaynaklı bir nizamdır. Fikirde, sanatta, siyasette, edebiyatta, sinemada, müzikte, sokakta, okulda, evde, işyerinde, köyde, kentte, mimaride neyin ne olacağı niçini ve nasılı birlikte açık ve net bellidir. Büyük Doğu-İbda’nın gizli gündemi, arka bahçe olayı yoktur. Ne yapacağı, nasıl yapacağı, kimlerle yapacağı açık ve net bellidir. Ve ortada devasa bir külliyat vardır.

Açıklık getirelim; “Büyük Doğu, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı... Sadece «Sünnet ve Cemaat Ehli» tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrın esiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı…” (NFK, İdeolocya Örgüsü)

O halde; hangi haset duygusu yahut kin, düşmanlık buna engel? Bu noktada geniş anlamda bir nefs muhasebesi ve idrak sıçraması yaşamak gerekmez mi?

“DÜNYA BİR İNKILÂB BEKLİYOR”

Irak, Suriye, Libya, Somali, Lübnan, Yemen,  Mısır, Afrika, Doğu Türkistan, Keşmir, Bosna-Hersek, Pakistan, Afganistan, Türkiye vd. İslâm coğrafyası kan revan içinde. İki yüz elli yıllık İngiliz-Yahudi fitnesinin katliamlar serperek yerleştirdiği diktatörlükler, ruhları iğdiş olmuş işbirlikçi kadrolar bir bir tarih sahnesinden çekiliyor. Batı ve Yahudi sadece iktisadî, siyasî ve ahlâkî olarak çökmüyor, askerî olarak da çöküyor. Siyonist Emperyalizmin yaydığı fitne eline gözüne bulaşıyor, önlem için set çektiği baraj bir müddet sonra sele dönüp kendisini ezip geçiyor. Batı ve Yahudi’nin fena halde uykuları kaçıyor. Elli-yüz yıllık gelecek planları yapanlar şimdi yarın sabah ne olacak hesap edemiyorlar. Ve bu panik hali nüfuz ettikleri medyaya ve işbirlikçilerinin yüzlerine yansıyor. Korku ve endişe içindeler, çünkü kurdukları oyun bozuluyor ve mazlumlar ‘intikam’ için kapılarını zorluyor. Hesaplaşma vakti geldiğindendir ki, Batı ve Yahudi’nin bir sözü diğerini tutmuyor. Müslümanlara şirin görünme derdindeler, yaptıkları katliamları, soygunları, yağmaları, tecavüz ettikleri kadınları kızları, ateşe attıkları bebekleri, zevk için köpeklere yedirdikleri çocukları unutturmak istiyorlar. Kendi katliamlarını, iğrençliklerini görünmezleştirirken IŞİD üzerinden Müslümanlara leke çalmaya kalkışıyorlar. Ancak kaçışın olmadığı görünüyor ve Irak örneğinde olduğu gibi hesaplaşma çetin şartlarda gerçekleşiyor ve duracağa da hiç benzemiyor. Hiçbir kara propaganda ve engelleme girişimi bu isyanın önünü de kesecek gibi değil. İsyan bir sel gibi geliyor. 

Irak’ta onlarca yıldır yaşanan yağmaya, tecavüze, harabe edilen şehirlere milyonlarca kişinin ölümüne ve binlerce nesebi belirsiz çocuğun doğumuna sebeb olanlara karşı başlatılan kurtuluş-direniş hareketi diğer deyişle “Sünni İsyan”a kara çalmak, bunca yıldır birikmiş işkenceyi zulmü görmeden münferit birkaç hadiseye takılıp Irak Halkının haklı isyanını küçük göstermeye yahut basit çete eylemleri gibi algılatmaya kalkışmak domuzluktan ve kökünde var olan hainlikten başka bir şey değildir. IŞİD’in yaptığı ABD’nin Irak İşgalinde Şii blok desteğinde Ebu Gureyb Hapishanesinde Müslümanlara uyguladığı işkencelerin yüzde biri kadar bile değildir. 

Bugün Irak'ta hareket eden sadece bir örgüt yoktur, onlarca örgüt vardır; fakat üzerinde ittifak edilen tek bir fikir vardır: Ehli Sünnet Ve’l Cemaat. Ve Irak Şam İslam Devleti diye bilinen IŞİD onlarca örgütten sadece biridir. Diğer taraftan IŞİD’in tabanının ve üst yönetimin önemli bir bölümü Saddam’ın Cumhuriyet muhafızlarından geride kalan iyi eğitilmiş askerlerden oluşmaktadır.

Özetle; Yahudi-Batı ve İran koalisyonun üzerinde ittifak ettiği Şii Maliki yönetiminin baskı ve zulümlerine karşı artık sabredemeyen Sünni aşiret, grup ve örgütler (yaklaşık 14 grup, 20 aşiret) 9 aylık bir çalışma sonucunda birlikte hareket etme kararı aldılar. IŞİD, Cemaat Ensar El-İslam, El-Ceyş el İslami Fi’l Irak, Ceyş er Rical et-Tarikat en Nakşibendiye, Ceyş el-İzze ve’l Kerame, Kataib Suvar el Sünne. Musul'da ise Cihad ve Değişim Cephesi adıyla bünyesinde 12 örgüt barındıran IŞİD'i birkaç kez katlayacak savaşçı gücüne sahip bir güç söz konusu. Irak 11 yıllık işgalin öfkesini, birikimini şimdi patlattı.

Dünya Âlimler Birliği Lideri Yusuf Karadavi’nin açıklamaları da bu tezi destekler nitelikte; “Irak'ta yaşananları sadece bir grubun olayı olarak açıklayamayız, bu büyük bir Sünni devrimidir”. Yine Irak Lideri Saddam Hüseyin’in kızı Raghad Hüseyin’in açıklamaları olanı biteni izah etmeye yetiyor; “Bütün bu zaferleri gördüğüm için mutluyum. Bu, babamın ve amcam İzzet Eld Duri’nin savaşçılarının zaferi.”

İRAN; İÇERİDEKİ YAHUDİ

Irak'taki bu büyük Sünni İsyana kara çalma olayında Batı ve Yahudi yalnız değildir. Doğduğu günden beridir İslâm-Ehli Sünnet muhalifi olan ve bir kez bile Batıyla, Yahudiyle cephe savaşı yapmamış İran da vardır. Hatta bu kara propagandanın başını İran çekmektedir. Çünkü Türkiye’de İran yanlısı olup Kur’an’ın tahrif edilmesi, Hz. Aişe’ye (r.a) iftira atılması, Sahabelere lanet edilmesi ve kendileri dışındakilerin, Sünnilerin Navasıb olarak tanımlanıp tekfir edilmesi, Müslüman kabul edilmemesi gibi gerçekleri gizleyerek, hatta kendi kimliğini dahi gizleyerek ‘sureti hak maskesi’ üzerinden lobi faaliyeti yürüten ve Ehli Sünnet Müslümanlar hakkında istihbari bilgiler toplayıp onları farklı ünitelere servis ederek itibarsızlaştırmaya çalışan sayısız kişi var. Bunların önemli bir kesimi, kendisine “İslâmcı” denen birçok dergi, grup ve derneklerde örgütlenmiştir. Bilirkişi hüviyetinde çağrılan bu tipler Uzman Terörü oluşturan Şii Lobi faaliyeti yürüten gönüllü İran ajanlarıdır. Bu ajanlar veya ajanlaşmış kişiler sadece ülke dışındaki gruplar aleyhinde faaliyet yürütmez, ülke içinde de ‘Ehli Sünnet’ bilinen gruplara sızarak onların kötü temsilini sağlar, sempatizanlarını ürkütür, fikri savunmasız ve itibarsız hale getirmeye çalışır. Yalnızlaştırmaya, hareketsizleştirmeye ve mensuplarının zihin bulanıklığı yaşaması için özel gayret gösterirler. Tıpkı batıcı fitne gibi, milleti birbirinin yüzüne bakamayacak hale getirip çekip giderler. 

İran’ın desteklediği ve binlerce Müslümanı feci şekilde katleden Mehdi Ordusu, Bedir Tugayları, İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Tugayları, Irak Hizbullahı gibi irili ufaklı onlarca Şii terör örgütünün, hükümete bağlı ordu ve polis güçlerince ABD-İngiliz-Yahudi işgalcilerin de desteğiyle binlerce Ehli Sünnet âlimini, imamı, hatip ve vaizi katletmesi, 2006’nın Şubatından 2007’nin Haziranına kadar Mehdi Ordusu adlı terör örgütünün lideri Mukteda Sadr adlı savaş suçlusunun başta Bağdat olmak üzere Irak’taki camilere yönelik olarak yaptığı saldırıları, yağmaları, kundaklamaları unutmuş değiliz. 

Ve şimdi. Şiiler tarafından dini merci kabul edilen Ayetullah Ali Sistani Irak'taki Sünni Kıyama karşı “cihad” emri vermiş. Aynı Şiiler, ABD ve İngilizleri Irak’ta keyif içerisinde güleryüzle karşılamış, üsler vermiş ve ülkeyi kan gölüne çevirmesine yardımcı olmuşlardı. ABD ve Siyonist Yahudiye cihad ilan etmeyen Sistani, yüzlerce yıllık geleneği bozmayarak Ehli Sünnete “cihad” ilan etti.

Bu çerçevede İran, Batı ve Yahudi korkmakta haklı, hatta yerli işbirlikçilerin paniklemesi normal. Çünkü bir düşünün ülkemizi soyup soğana çeviren ‘Üç bin aile’nin mümessillerinden birine ya da bir kaçına kısas tatbik edildiğini ve bunun da ulusal medyanın önünde yapıldığını. Ya da Hz. Aişe’ye f....e (hâşâ) diyerek iftira atan necisin boynunun vurulduğunu. İslam düşmanları ve yerli işbirlikçiler kendilerini bekleyen sonu bildikleri içindir ki, inanılmaz bir şiddet ve dezenformasyon kıskacı ile zihinleri bulandırmaya çalışmaktalar. Korkmaya başladılarsa demek ki tehlike o kadar yakın. Ne diyelim, şerleri bizden uzak olsun, korktukları da başlarına gelsin inşallah. Hz. Ali’ye aid olduğu iddia edilen bir sözle bu bahsi noktalayalım; “Mazlumun öç alma günü, zalimin zulmettiği günden daha korkunçtur!”

Bu arada hatırlatalım, böyle bir sonu görmek istemeyenlerin bile tek kurtuluş adresi vardır; Büyük Doğu-İbda. Çünkü Büyük Doğu-İbda ‘ifrat ve tefrit’ noktalarında gezmez, had ve hudud hesabı içerisinde en nazenin ve güçsüz varlığın hesabıyla en zengin ve güçlü varlığın hesabını bir tutar. Sünni, Alevi, Şii, veya kâfir haklı oldukları mevzuda ilahi hukuk karşısında ne bir adım ileri ne bir adım geri, hepsi eşit muameleye tâbidir. Bu çerçevede kâfir bile ‘dünya keyfini’ en iyi İslâm Devleti altında yaşar. Çünkü malı, canı, ırzı, nesli, hürriyeti güvendedir ve herhangi bir dine girmeye zorlanmamaktadır.

KURTULUŞ YOLU: İBDA

Bugün İslâm coğrafyasının her tarafında direniş ateşi tutuşmuş, zulme sömürüye karşı başkaldırılar artmış ve sağlam bir akide etrafında ittifaklar oluşturulmaya başlanmış durumda. Malum olduğu üzere İslam’ın/Ehli Sünnet Ve’l Cemaat'in yüzyıla yakın zamandır devletsiz oluşu, devlet planında temsil edilmiyor oluşu Müslümanların yaşadığı sıkıntının en büyük kaynağıdır. Hıristiyanların (ABD, Rusya, İngiltere, Vatikan), Yahudilerin (İsrail), Şia’nın (İran), Vehhabinin (Suudi Arabistan), Nusayri’nin (Suriye), Hinduizm (Hindistan), kısmen Kıpti'nin bir devleti vardır ama İslâm’ın/Ehli Sünnet Ve’l Cemaat'in bir devleti yoktur. Bu yokluğa binaen AÇIK ve NET olarak İBDA dışında bunun mücadelesini SİSTEM çapında yapan da yoktur. Mütefekkir’in deyişiyle; “Güya İslâm adına çırpıştırılmış fikirlerden kurulu köpek kulübesi cinsinden uyduruk oluşumlar bir yana, kelimenin gerçek anlamıyla insan ve toplum meselelerini kuşatıcı İslâmî bir dünya görüşü, ancak «Ehl-i Sünnet» itikadıyla mümkündür; Büyük Doğu-İbda, bu davanın hem tespitçisi ve hem de dünyada “İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik” mevzuundaki tek «sistem» terkibidir!..” (Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, 115)

Bu, TAKDİRİ ve LİYAKATİ sadece Kumandan Mirzabeyoğlu’na olmak üzere sistem çapındaki bu fikri temsil kabiliyetinde ER de yoktur. Ve bu yokluğun neticesidir ki; gençlik sağda solda gecekondu seviyesindeki fikir ve aksiyon hareketlerinde ömürlerini zayi etmekte, enerjisini tüketmektedir. Gençliği bu hususta mazur görürken, hakiki suçluyu; oluş ızdırabı çekmek ve olamayışının sırrını liyakatsizliğinde aramak yerine sağına soluna yahut benzerine ağzını kanalizasyon çukuru gibi açanlar, FİKİR ile GENÇLİK arasında KÖPRÜBAŞI olmak EDEBini gösteremeyen bücür oluşlar ve şahsiyetler olarak işaretlemek lazım. Yeri gelmişken belirtelim; İBDA EDEB DEMEKTİR. Kavgasını vermediği fikrin taraftarı olmaz. Yaşamadığın fikrin seveni muhabbet edeni olmaz. Sahada görünmeden saha hâkimiyeti kurulmaz. Acil yapmamızı ve olmamız gereken BÜYÜK DOĞU-İBDA’nın murad ettiği EDEB-ASALET-AHLAK-ŞAHSİYET elbisesini giymiş, keyfiyetini kuşanmış olarak FİKİR ve AKSİYON cephesinde yerimizi almaktır.

Yazımızı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun yıllar önce yaptığı, hala sıcaklığını ve tazeliğini koruyan çağrısını yineleyerek sonlandıralım. 

“Aramıza katılmamaya sebep gösterilebilecek hiçbir mazerete açık kapı bırakmamak için tekrar belirtelim ki; kim pazarlıksız olarak Allah ve Resulü diyorsa biz ondanız ve o da bizdendir. Bizim gibi dar çerçevelerini tepeleyecek ve kaleme aldığımız bu deklarasyona imza atabilecek olanlarla hiçbir meselemiz olamaz. Dar çerçeveleri içinde kendilerine yönelttiğimiz doğru tenkitler de, üzerinde «girilmez!» yazılı levha olarak kalır...

Kısaca iç savaşı ihtar eden şartlarda birleşmenin ve gerçek İslâmiyeti temsil eden Büyük Doğu aksiyonunun ne olduğunu göstermenin günündeyiz. Derdimiz de, dâvamızı dar ve hasis çerçevelerde harcanmaktan kurtarmak ve kızgın bir aşk potasında erimek ve kaynaşmak hasretiyle ifadeli...

Tek kelimeyle: NE PUT ADAM, NE HAM YOBAZ, NE BOZKURT; YENİ NİZAM, YENİ İNSAN, YENİ YURT (N. F. Kısakürek, Rapor 7, s. 15, Akıncı Güç Deklarasyonu)

Baran Dergisi 388. Sayı...