Amerika Suriye’den niçin çekiliyor? Konuşulanlar umumiyetle Amerika’nın Türkiye’ye yeni bir tezgâh açtığı yönünde olmakla beraber, “Amerika Suriye’den çekiliyorum diye yalan söylüyor, çekilmeyecekler.”, “Amerika çekiliyormuş gibi yapıp Türkiye’yi önceden hazırladığı bir tuzağa düşürecek.” ve “Erdoğan Amerika’ya dize getirdi.” şeklindeki gerekçelendirmeler, Türkiye’de ve hattâ Batı’da da bu tartışmanın en çok gündem edilen üç bakış açısını ortaya koyuyor. Peki, gerçekten de Amerika’nın Suriye’den çekilmesinin sebebi bu mu, yoksa bunlardan başka bir sebeb var mı?

Böyle bir soru sorduğumuza göre muhakkak ki başka bir sebeb var. Ona geliriz. Evvelâ dünyanın senelerdir içinde yaşadığı halüsinasyonun ne olduğunu bir değerlendirelim.

Halüsinasyon Düzeni
Halüsinasyon görmek, insanın gerçekte var olmayan şeyleri görmesi, işitmesi, koklaması, tatması veya hissetmesi demektir. Yani idrak kuvvetlerinin çevrede olmayan şeyleri hakikatmişçesine idrak etmesi.

Halüsinojen ise gerçekte var olmayan ancak kişi tarafından idrak edildiği düşünülen nesnelerin görülmesine sebeb olan, bu durumun ortaya çıkmasını sağlayan madde. Genellikle yasa dışı kabul edilen LSD, meskalin ve halüsinojen mantarlar gibi maddeler halüsinojendir. Gerçeklik duygusunu zayıflatırlar.

Bugünden geriye doğru dönüp baktığımızda, mutlak hakikatin tahrif edilmiş bir şeklinin liderliğini yapan kiliseden intikam alacağım diye ne kadar ruhî ve mücerret hakikat varsa onları fert ve cemiyet hayatından tecrit edip, bunları çeşitli halüsinojenlerle ikâme etmeye çalışan bir düzen tesis edildiğini görüyoruz.

Müesses nizâmın bir numaralı halüsinojeninin para olduğu muhakkak. İnsana nazaran “müteâl/aşkın” bir konuma yerleştirilen, mücerret bir değer muamelesi gören, insanî faaliyetler ile ferdî ve içtimâî tekâmül ve kemâl için nihaî gaye hâline getirilerek idealize edilen para. Para için devlet, para için birlik, para için düzen, para için üretim, para için savaş, para için diplomasi, para için hukuk, para için eğitim, para için sanat ve para için edebiyat, vs.

Paranın bir hakikati yok mu? Var elbet; fakat insanı aşkın müteal bir tarafı olmadığından ancak çeşitli ideallere varmak için kullanılabilecek bir vasıta olarak kıymetli ve hakiki. Bunun dışında ona atfedilen mânâların tamamı yukarıda da ifâde ettiğimiz üzere kollektif bir yanılgıdan ibaret. 

İlk Uyanan Amerika
Aslında bu halüsinasyon düzeninden ilk çıkmaya çalışan Fransa’ydı. Bu popüler Sarı Yeleklileri kast etmiyorum. Bundan önceki devlet başkanı François Hollande döneminde beyhude de olsa bu düzenden kurtulmak için çeşitli aksiyonlara girişilmiş; fakat hem toplumun bünyesindeki halüsinojen oranı yüksek olduğundan ve hem de girişilen aksiyon köklü çözümler teklif etmediğinden dolayı geniş çaplı düzenlenen grevlerle bu girişim akim kalmıştı. 

Amerikan Başkanı Donald Trump ise iktidara geldiğinden beri bahsettiğimiz üzere çıkış noktasını müesses düzenin kendi dinamikleri arasında aramak yerine nisbeten daha radikal hamlelere başvurarak, son yılların ezberlerini bozmak suretiyle Amerika’yı görmüş olduğu halüsinasyondan çıkartmaya çalışıyor. Çıkardığı ticaret savaşı, globalizme karşı olan tutumu, sınır güvenliğine atfettiği önem, diplomasi tarzı, yurtdışındaki askerleri eve çağırması vs. ilk bakışta “Amerikan Rüyası”na son derece ters girişimler olarak görünüyorsa da aslında son derece yerinde hamleler. Çünkü, global şirket ve servet sahibleri, devletlerin, eskiden olduğu geri kalan orta ve alt-sınıf vatandaşlarına karşı olan sorumluluğunu yerine getirmesi, sosyal refahın tesis edilmesi noktasında artık bir destek unsuru değil. Bilâkis, sermaye, bari memlekette kalsın, kaçmasın diye orta ve alt-sınıfa yüklenen vergilerle teşvik edilmesi gereken, artık faydalı bir uzuvdan ziyade urlaşmış ve artık bünye tarafından taşınamaz hâle gelmiş, öldürücü bir hastalık. Hem zaten bu “Amerikan Rüyası” denen şeyin bizzat kendisi halüsinojen düzenin en ideal hâli değil mi?

Donald Trump Başkanlığındaki Amerika Birleşik Devletleri, mevcut şartları muhafaza etmek suretiyle artık ayakta kalamayacağının ve hattâ varlığını sürdüremeyeceğinin şuuruna ermiş vaziyette. Bu karşılık, her ne kadar bu halüsinasyon düzenini idrak etmiş olsa da, mevcut düzenin yerine yepyeni bir anlayıştan tezahür etmiş yeni bir dünya düzeni teklif edemediği için, inkılabcı değil ıslahatçı bir siyaset izlemekle yetiniyor. Tüm bu hamleler, Amerika’nın son derece bozuk ve artık düzeltilmesi mümkün görünmeyen gelir gider dengesini sağlamak için tasarruf ve tedbirlerden ibaret. İthal mallara konan vergiler, NATO’daki diğer ortakları masraflara ortak olmaya teşviki, hamiliğini yapmış olduğu yeraltı zenginlerini kendisini daha fazla finanse etmeye zorlaması, Suriye ve Afganistan’daki askerlerini geri çekmesi aslında gelir ve gider kalemlerinin, Amerika’nın “Süper Güç” olmadığı çok kutuplu bu yeni düzene göre yeniden tasnif edilmesinden ibaret. 

Pansuman yapmak, merhem sürmek suretiyle hiçbir tümör vücuttan sökülüp atılamaz. Dolayısıyla Amerika’nın günü kurtarmak adına palyatif çözümlerden müteşekkil izlediği bu siyaset, neticede onlara ancak zaman kazandırır veyahut çöküş sürecini uzatır. 

Fransa’daki Sarı Yeleklilere dönecek olursak. 1968 senesinde Fransa’da başlayan halk hareketleri ile alâkalı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun sıkça kullandığı bir misâl vardır:

- “1968’de Fransa’da başlayan talebe hâdiselerinde, hareketin başındaki lider çok güzel bir söz söylemişti: MEVCUD DÜZENİ BEĞENMİYORUZ, NE OLMASI NASIL OLMASI GEREKTİĞİNİ DE BİLMİYORUZ; BUNU BULUN!

O dönem bu düzenin beğenilmediğine dair bir şuur varmış, bugün ise sarı yeleklilerin taleblerine baktığımızda gördüğümüz, “fiyatlar düşsün, sermaye vergi ödesin, sermaye kaçmasın, aynı zamanda çevre sağlığı korunsun, sosyal devlet prensibi daha fazla işletilsin” gibi her biri bir diğerini çelici bu taleb listesi bize göstermektedir ki, Batı, içinde bulunduğu vaziyetten nasıl sıyrılacağını bilmediği gibi, daha bu vaziyetin ne olduğunun bile tam mânâsıyla şuurunda değildir. 

Fırat’ın Doğusu ve Batısı
İnsanoğlu tarihten veyahut başkasının hâllerinden belki gafil olmuyor ama her ne hikmetse kendi yapıp ettiklerinin mânâsını idrak etmekte çoğu defa güçlük çekiyor. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde kurulması planlanan Kürt, onun altındaysa Şiî ve Sünnî devletleri veyahut eyaletleri planının merkezinde FETÖ vardı. Büyük Orta Doğu Projesi… Yani, Amerika’ya bağlı olmak kaydıyla, ılımlı ılımlı, en ekonomik şekilde bu bölgeye nizam verilmesi ve sömürülmesi projesi. 17/25 Aralık yargı darbesi ve 15 Temmuz askerî darbe girişimin bertaraf edilmesiyle beraber bu proje çöp oldu. Bu planın ortağı olarak Kürtler başta olmak üzere IŞİD dâhil bölgedeki çeşitli kesimlerle kurulan ittifaklar bozuldu, yapılan harcamalarsa açıkçası boşa gitti. Yukarıda izah ettiğimiz konjonktür ve FETÖ’nün artık kendisine biçilen misyonu ifâ etmesinin mümkün olmaması dolayısıyla Amerika, mevcut kaynaklarından azamî derecede istifâde edebilmek adına Suriye’den çekiliyor. Aslında bu kadar basit.

Amerika’nın boşalttığı bu alanlara leş kargaları üşüşmeden Türkiye’nin bir ân evvel girmesi ve inisiyatifi ele alması şart. Afrin ile beraber Anadolu’dan uzanan ilk dal artık yeni dallar filiz veriyor. Bu müsbet bir gelişme. Diğer taraftan Batıyla aynı halüsinojen düzen içinde yaşıyoruz. Onlar vaziyete ufak ufak uyanmaya başlar ve tedbirler almaya çalışırken, burada hâlen aynı saçmalıklar idealize edilmeye devam ediliyor. Batı henüz içinde bulunduğu vaziyeti idrak edememişken, Anadolu’nun fikir büyükleri Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu bu vaziyetin muhasebesini çoktan yapmış ve yerine yeni bir anlayıştan süzülmüş misilsiz bir fikir örgüleştirmiş ve bunun düzenini çoktan teklif etmiş bulunuyor.

Türkiye, Suriye’den başlayarak uzanan dallarını ve Anadolu’daki gövdeyi, senelerdir baltalan baltalana bir türlü kurutulamayan ruh kökünden beri beslemek ve kendisinden başlayarak olmak ve oldurmakla memur. Aksi takdirde, girişilen aksiyonlar birbirini destekleyip verimli kılmayacağından, beyhude bir çabadan ibaret kalmaya mahkûm... 



Baran Dergisi 624. Sayı