Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, kendisinin nasıl olduğunu soruyor Carlos’a.)
İyiyim, iyiyim. Hayattayım, ayaktayım.
Haberler neler?
(Av. Yılmaz, yeni bir haber olmadığını söylüyor, Carlos’a kendisinde yeni bir haber olup olmadığını soruyor.)
Bekliyorum, bekliyorum. Bu arada, Venezüella Büyükelçiliği’nden birinin önümüzdeki hafta beni ziyaret etmesini de bekliyorum.
Neyse…
Bir makale var şu ân önümde… (Carlos, ironi yaparak konuşmasına devam ediyor)… Yaşayan en büyük İslâm düşünürü İmam Fethullah Gülen tarafından kaleme alınmış, Paris’te çıkan ve dünyanın en meşhur gazetelerinden biri olan Le Monde gazetesinde 18 Aralık 2015 tarihinde yayınlanmış bir makale… Türkçeden Fransızcaya Sami Kılıç tarafından tercüme edilmiş… Bazı müşâhedelerimi paylaşmak üzere, Fransızcadan İngilizceye tercüme ederek şimdi okuyacağım size. Bay Gülen’in pozisyonu çok ilginç çünkü. Şöyle başlıyor makale:
- “Biz müslümanlar, inançlarımızla ilgili anlayışımızı tenkid etmeyi bilmeliyiz artık. Alelâde mü’minler kadar, İslâm ilahiyatçıları da, dinleri adına ortaya konan bu şiddet zincirini sert ve güçlü bir biçimde kınamalıdır.
IŞİD gibi grupların sergilediği vahşet karşısında teessürümü kelimelerle ifade etmekte zorlanıyorum. Bu grupların terör eylemlerini icra ederken bizzat sapık ideolojilerini inanç kisvesine bürümeleri, bir buçuk milyar müslümanla beraber beni de çok üzüyor. Müslümanlar olarak vazifemiz, insanlığın bu terörizm belasından kurtarılması için herkesle omuz omuza çalışmak, öte yandan dinimizin pırıltılı çehresine atılan bu zifti temizlemeye çalışmaktır.
Birtakım sözler ve sembollerle, nazarî olarak bir kimlik iddiasında bulunabilirsiniz. Böyle bir iddianın samimiyeti, ancak pratikte ve öne sürülen kimliğin temel değerlerine sadakatle ölçülebilir. Gerçek imanın kriteri, sloganlar veya kıyafetler değil, bütün dünya dinlerinin esas aldığı insan hayatını muhafaza etmek ve her beşeri aziz tutmak gibi prensipler dairesindeki hassasiyettir.”
Gülen’in, dünyadaki çoğu insan tarafından hoş karşılanacak bu sözlerle yaptığı demagojik girişi görebiliyorsunuz. Devam ediyorum:
- “Müslümanlar olarak teröristlerin yaymaya çalıştığı totaliter ideolojiyi kayıtsız şartsız reddetmeli, ona mukabil kucaklayıcı, çoğulculuğu (Carlos, okurken, “çoğulculuk” kelimesine bilhassa dikkat çekiyor!) zenginlik olarak gören bir zihniyeti teşvik etmeliyiz. Bizim etnik, millî veya dinî kimliğimizden önce insanlığımız gelir ve bu gibi barbarca eylemlerde esas zarar gören, insanlığın kendisidir. Paris'te hayatını kaybeden Fransız vatandaşları, bir gün önce Beyrut'ta hayatını kaybeden Şii müslüman Lübnan vatandaşları, Irak'ta aynı teröristlerin elinde hayatını kaybeden Sünni müslüman vatandaşlar her şeyden önce birer insandır. Acı çeken her insanın acısını, dinî ve etnik kimliği ne olursa olsun empatiyle karşılamadıkça ve aynı iradeyle o acıyı dindirmeye çalışmadıkça medeniyetin ilerlemesi mümkün değildir.
Müslümanlar olarak bizzat sosyal problemlerimizle yüzleşmekten bizi alıkoyan komplo teorilerine sığınmaktan da vazgeçip bir muhasebe yapmalıyız: Acaba içimizde yer etmiş saklı istibdat meyilleri, fizyolojik kuvvet, gençlerin ihmal edilmesi ve dengeli eğitim eksikliği benzeri sebeplerle, cemiyetlerimiz totaliter zihin yapılı grupların kendilerine eleman devşirmesine müsait duruma mı geldi? Temel insan hakları ve hürriyetleri, hukukun üstünlüğü ve herkesi kucaklayıcı bir zihniyeti bir türlü oturtamadığımız için, boşlukta kalan kimselerin ümitsizliğe düşmesine ve farklı arayışlara girmesine zemin mi hazırladık?
 
LANETLEMEK YETERLİ DEĞİL
Paris'te vukubulan bu son trajedi bize bir kez daha hatırlattı ki, dinle ilgiliymiş gibi gösterilen bu hunhar saldırıları gerek din âlimlerimiz gerekse sade müslümanlar kayıtsız şartsız reddetmeli ve lanetlemelidir. Fakat geldiğimiz bu noktada artık reddetmek ve lanetlemek de yeterli değildir. Müslüman toplumların göbeğinde teröristlerin gençleri devşirme çalışmalarına karşı, içerisinde devlet kurumları, dinî liderler ve sivil toplum kuruluşlarının bulunduğu bir ittifakla birlikte etkili bir şekilde mücadele edilmelidir.”
Fethullah Gülen, belli ki müslümanların emperyalist düşmanla işbirliği yapmasını istiyor burada. Yorumum bu şekilde. Neyse, Bay Gülen’in makalesini okumaya devam ediyorum:
- “Teröristlerin adam devşirme faaliyetlerine zemini hazır hâle getiren bütün faktörleri dikkate alan ve bütün cemiyeti kapsayan projeler üretilmelidir.
Cemiyetimiz içerisinde boşlukta kalan gençleri en erken zamanda tesbit edip tehlikeli macera arayışlarına girmelerine mani olacak, ailelere danışmanlık ve diğer hizmetlerle destek verecek altyapıları kurmalıyız.”
Şimdi şurasını bir dinleyin:
- “Vatandaşı olduğumuz devletlerle pozitif bir angajmana girerek, terörle mücadele planlarının yapıldığı masalarda oturmalı, fikirlerini ifade etmelidir.”
Tekrar okuyorum:
Yorumlamama hiç de gerek bırakmayacak kadar berrak… Devam:
- “Gençlerimize demokratik yollarla fikirlerini dile getirme yollarını öğretmeliyiz. Okul müfredatlarında erken yaşlarda demokratik değerlerin işlenmesi, gelecek nesillerin sağlıklı bir zihin yapısına sahip olması bakımından mühimdir.
Tarihî süreçte bu tür trajediler sonrasında, birçok tepkiler ortaya çıkmıştır. Müslüman karşıtı, inanç karşıtı söylemler ve devletlerin müslüman vatandaşlarına tamamıyla güvenlik mülahazalı muamelesi, faydadan ziyade zarar getirebilir. Avrupa'nın müslüman vatandaşları barış ve huzur içerisinde yaşamak arzusundadır. Menfi şartlara nazaran müslüman vatandaşlar bizzat devletleriyle iyi angajmana girerek dindaşlarının topluma iyi entegre edilmesine fırsat sağlayacak kucaklayıcı siyasetlerin üretilmesine katkıda bulunmalıdır.
Müslümanlar olarak bu vesileyle İslam anlayışımızı ve pratiğimizi, çağımızın şartları ve talepleri ışığında, yine zamanımızın tefsirleri ışığında gözden geçirmeli ve özeleştiri yapabilmeliyiz. (Carlos, Gülen’in bu sözlerine de özellikle dikkat çekiyor!). Bu, İslamî gelenekten bir kopuş değil, tam tersine selef-i salihînin hep ortaya çıkartmaya çalıştığı Kur'an ve Sünnetin hakiki öğretilerini meydana çıkartacak zekice bir sorgulama olacaktır.”
Gülen’in bu sözlerinden benim anladığım, selef-i salihîn o kadar uğraşmasına rağmen bu doğru tesbitleri bulup ortaya çıkartamamış!.. Neyse, devam ediyorum:
- “Dinî kaynaklarımızın bağlamından kopartılarak sapıkça ideolojilere âlet edilen yorumlarını marjinalize etmeliyiz. Müslüman ulema, fikir erbabı ve aydınlar, dinî kaynaklara bütüncül bir yaklaşımı teşvik etmelidir. Geçmiş çağlarda siyasî ve dinî mensubiyetlerin çakıştığı ve devamlı çatışmaların sürüp gittiği dönemlerde verilen hükümleri gözden geçirebilmeliyiz. Bir takım temel inançlara sahip olmak dogmatizm demek değildir. Müslümanlara o dönemde bir rönesans yaşatan fikir hürriyetini dinin ruhuna sadık kalarak canlandırmak hem mümkün hem de elzemdir. Şiddete tevessül eden radikalizm ve terörizmle ancak böyle bir atmosferde hakkıyla mücadele edilebilir.
Yaşanan son olayların sonrasında maalesef bir takım kesimlerde medeniyetler çatışması tezinin dillendirildiğini üzüntüyle müşahede ediyorum. Bunu ilk ortaya koyanlar bir öngörüyle mi yoksa bir reçete mülahazasıyla mı ortaya koydular bilemeyeceğim. Fakat şurası kesin ki, böylesi bir dil, terör şebekelerinin adam devşirmelerine hizmet etmek demektir sadece. Şunu tam olarak dile getirmek isterim: Karşı karşıya bulunduğumuz manzara bir medeniyetler çatışması değil, bütün insanlık medeniyetiyle barbarlığın bir çatışmasıdır.
Müslüman vatandaşlar olarak bizim sorumluluğumuz, zor şartlara maruz kalsak da çözümün bir parçası olmaktır. Müslümanların hak ve hürriyetlerini müdafaa etmek ve inancı ne olursa olsun bütün insanların barış ve huzur içerisinde yaşamasına katkıda bulunmak istiyorsak, siyasî, ekonomik, sosyal ve dinî bütün boyutlarıyla terörizm problemine eğilmeliyiz. Bizzat hayatımızda erdemli kişiler olarak misal teşkil ederek, dinî kaynakların kökten yorumlarını reddederek ve marjinalleştirerek, bunların gençler üzerindeki etkisi mevzuunda uyanık davranarak ve demokratik değerlerin eğitimine erken çağda başlayarak terörizmle ve onun ebesi olan totaliter ideolojilerle mücadele edebiliriz.”
Bay Fethullah Gülen’in makalesi işte bu şekilde.
Alelâde bir insan, bu makaleyi oldukça mantıklı bulacak ve hoşlanacaktır muhtemelen. Ne var ki, bu makalede savunulan ve hem İslâma hem cihada ters düşünceleri farketmeyecektir.
Unutulmaması gereken şey, ABD’de yaşayan birisinin kaleme aldığı sözlerdir bunlar.
Fethullah Gülen, 1941’de doğmuş ve 1999’dan beri mültecî olarak ABD’de yaşayan müslüman bir Türk entellektüelidir. Gülen Hareketi’nin, Hizmet Hareketi’nin kurucusudur. İslâmın düsturlarının modernize edilmesini, bilimi, diyaloğu, demokrasiyi savunan bir hareketin kurucusudur. Yoksa, öbür türlü, Türk Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’a –düşünce olarak- çok yakın çizgide bir insandır ve yolsuzluk gerekçesini öne sürerek Erdoğan muhalifi olmasına ve Ankara’daki adaletin daimi hedefi olmasına kadar da durum bu merkezdeydi zaten.
Şimdiyse, Fethullah Gülen’in böyle bir makalesini basıyor Le Monde. Bu vesileyle, eskiden bazı ülkelerde, dünyada olup bitenlerle ilgili olarak Le Monde’da çıkan bir makale “referans” addedilir, şayet yargılanıyorsanız ve onu mahkemenin önüne getiriyorsanız, hemen ciddiye alınır ve neredeyse delil mesabesinde görülürdü. Neyse…
Türkiye’deki İslâmcı hükümetin esas müttefiği olduğu dönemde niçin Türkiye’ye geri dönmedi acaba Fethullah Gülen? Bu çok ilginç ve merak uyandırıcı bir soru. Fethullah Gülen’in takibçisi olan –çoğu Türk- tüm o müslümanların kendilerine sormaları gereken soru budur. Niçin başka bir yerde, meselâ Fransa’da, meselâ Küba’da falan değil de, ABD’de, İslâm düşmanı o ülkede, kuvvetlerinin tarihteki başka herkesten fazla müslüman katlettiği bir ülkede mültecîdir Fethullah Gülen? Budur hakikat. Evet, işte kendi kelimeleriyle Gülen’in istediği:
- “Müslüman toplumların göbeğinde teröristlerin gençleri devşirme çalışmalarına karşı, içerisinde devlet kurumları, dinî liderler ve sivil toplum kuruluşlarının bulunduğu bir ittifakla birlikte etkili bir şekilde mücadele edilmelidir. (…) Vatandaşı olduğumuz devletlerle pozitif bir angajmana girerek, terörle mücadele planlarının yapıldığı masalarda oturmalı, fikirlerini ifade etmelidir.”
Konuşma ve basın hürriyetine duyduğum tüm o saygıyla beraber ifâde etmem gerekirse; şimdi ABD’den Fransız basınına bunları yazan Fethullah Gülen’i takib eden iyi insanlar, namuslu müslümanlar, bence bu bağlılıklarını tekrar gözden geçirmeli ve müslümanca hayatlarına, pozisyonlarına, maneviyatlarına artık bir başkasını takib ederek devam etmelidirler.
Allahü Ekber.
 
(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra da bir süre daha değerlendirmelerine devam ediyor ve Gülen’in niçin ABD’den asla çıkmadığını şimdi anladığını, çünkü ABD’den çıktığı ânda öldürülme riskini alamadığını vurguluyor. Türkiye’den haberlerin neler olduğunu tekrar sorduktan sonra, Av. Yılmaz’ın Türkiye’nin doğusundaki çatışmaların devam ettiğini belirtmesi üzerine, Kürdistan’da çok sayıda insanın öldürüldüğünü ama PKK’nın da aynı şekilde aptalca hatalar ve provokasyonlar yaptığını söylüyor. Çok üzücü bu durumun bedelini alelâde insanların ödediğini, bu yaşananların Türkiye’yi günden güne daha da fazla NATO’nun kucağına ittiğini ekliyor. Konuşmasının sonunda, Kumandan Mirzabeyoğlu başta olmak üzere, Türkiye’deki erkek kadın tüm kardeşlerine çok selâm söylüyor, geçtiğimiz günlerde kendisini Paris’te ziyaret eden Av. Yılmaz’ın ve Av. Ahmed Arslan’ın çocuklarını öptüğünü belirtiyor.)
 
26 Aralık 2015
 
Baran Dergiis 468. Sayı