Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. Yağmur yağıyor bugün ama mesele değil.
Türkiye’den haberler neler?
(Av. Yılmaz, aynı durumların geçerli olduğunu ve herhangi bir problem bulunmadığını söylüyor; gelecek haftaki seçimleri beklediklerini ekliyor.)
Erdoğan gönüldaşımız yeniden seçilecektir sanıyorum.
(Av. Yılmaz, gülüyor.)
Kumandan Mirzabeyoğlu milletvekili olacak, değil mi?
(Av. Yılmaz, Carlos’un yarı şaka yarı ciddi bu sorusunu “hayır” diye cevablıyor.)
Aday olmadı demek.
Bana herhangi bir sorunuz var mı peki?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Yakın zamanda, e-posta yoluyla yeni bir fotoğrafımı alacaksınız; her ân gelebilir.
Neyse…
Yaklaşık bir saat önce Telesur televizyon kanalında, Venezüella Caracas merkezli uluslararası haber ajansının televizyon kanalında gördüm: Leyla Halid hakkında konuşuluyordu. Kısaydı ama özlü ve doğruydu. Hata falan yoktu anlattıklarında. Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi’nden (FHKC) falan bahsettiler; iyiydi. Leyla Halid’in kaçırdığı, daha doğrusu birinde kaçırdığı, diğerinde başaramadığı eylemlerinden bahsettiler.
Yarın Leyla Halid’le irtibata geçin lütfen ve 1 Haziran Filistin Çocuk Günü münasebetiyle, kendisini, çocuklarını ve tüm Filistinli çocukları sımsıkı kucakladığımı ve öptüğümü söyleyin. Aman unutmayın…
Az önce bir başka haber daha gördüm televizyonda. (Suriye hükümet güçlerinden IŞİD’in eline geçen) Palmira’daki, Tedmur’daki cezaevi havaya uçuruluyor, bu hâdise de IŞİD –İslâm Devleti- savaşçıları tarafından kamuoyuna gösteriliyordu.
Palmira veya Tedmur Cezaevi, ıztırablarla dolu bir tarihe sahibtir. 1982’de -Hama Katliâmı sırasında-, çoğunluğu öldürülmüş birçok siyasî mahpusun atıldığı bir cezaeviydi orası. O dönem neler olduğunu daha sonra anlatacağım ama bu cezaevinin havaya uçurulması hâdisesinde beni rahatsız eden bir şey var; önce ondan bahsedeceğim:
IŞİD’in durumundaki gibi, İngiliz ve Fransız emperyalistleri tarafından çizilmiş sun’i sınırları değiştirmek istediğinizde; bir isyanın peşinden yeni bir sosyal, politik ve ekonomik sistem, yâni bir devlet inşâ etmek istediğinizde, şu olmaz: Savaştasınız, mahpuslarınız var, ama bir cezaeviniz yok!..
Bu bakımdan, bir cezaevini propaganda amacıyla da olsa tahrib etmek, pek akıllıca bir iş değildir benim gözümde.
Aynı şekilde, zemin katıyla, hücreleriyle, tüm müştemilâtıyla birlikte böyle devasa bir binayı havaya uçurmak için, yüzlerce kilo patlayıcıya ihtiyacınız olacaktır. Öyleyse, daha yıllarca sürecek bir savaşın ortasında oldukları hâlde, ne cehenneme bu kadar patlayıcıyı hiç gereksiz bir iş için hebâ ediyorlar?!.. İşgali kaldır, mahpusları kurtar, yeter!..
Sırf propaganda için bunca patlayıcıyı hebâ etmek, hem tuhaf, hem de benim anlam verebileceğim bir iş değil. Gerçekten anlamıyorum.
Mantıklı bir insanım sonuçta ben. Şu ân ideolojik, politik veya jeopolitik bir pozisyonum olmayabilir. Ancak, şayet çatışıyorsanız, size gereken temel savaş araçları nedir, o çerçevede konuşuyorum.
Değil mi? Dünyanın tüm emperyal güçleri size karşı, fakat bir saçmalık için kendi elinizle kendi patlayıcılarınızı hebâ ediyorsunuz! Anlayamayacağım şey budur, absürd olan budur.
Üstelik, gerçekte kimin marifeti bu, onu da çok merak ediyorum. Suudîlerden veya yabancı istihbarat güçlerinden IŞİD saflarına sızmış bir manipülasyon bulunduğundan kuşkulanıyorum.
(Carlos, Tedmur Cezaevi’nin tarihinden bahsediyor ve orada birçok insanın öldürüldüğünü veya işkence gördüğünü, Suriye cezaevlerinin zaten oldum olası  “tatil yerleri” olmadığını, o dönem yüzlerce Müslüman Kardeşler mensubunun da bu cezaevinde kaldığını söylüyor…
1982’de Suriye’de yaşanan ve onbinlerce Müslüman Kardeşler taraftarının katledildiği Hama Katliamı’nın çıkış hikâyesini anlatan Carlos, Müslüman Kardeşler’in, önce Haleb’teki eski çarşıda, derken Hama’da, Hums’ta ve Şam’daki çarşılarda bir genel grev başlatmayı plânladığını; bu genel grevden hemen sonra da silâhlı bir isyan başlatma kararı aldığını; ne var ki, herkesin önce Şam çarşısının grevini beklediğini; Şam’daki grevin ise kendisinin de bizzat tanıştığı bir Sünnî’nin –nasıl yaptığını kendisinin de bilmediği şekilde- bu grevi engellemesiyle bir türlü başlamadığını; böyle olunca, grevin doğrudan Hama’da başladığını; bu arada Hama’nın kuzeyindeki köylerden gelen silâhlı Sünnîlerin sabahın 5’inde Hama şehir merkezini bastığını; istihbarat görevlilerinden ve şehrin Baas Partisi liderlerinden oluşan 100’den fazla kişiyi aileleriyle birlikte öldürdüklerini; peşinden, özel kuvvetleriyle Suriye ordusunun saldırıya geçtiğini; Müslüman Kardeşler’in ise isyanın başarısızlığa mahkûm olduğunu görüp köylerine geri çekilmek gibi –öyle korkaklıktan kaynaklanmayan- mantıklı bir askerî karar aldığını; lâkin, Suriye özel kuvvetlerinin Hama’yı kontrol etmesinden sonra, Hafız Esad’ın kardeşi Rıfat Esad’ın devreye girdiğini ve beraberindeki Alevî milisleriyle beraber Hama’nın -çarşının da içerisinde olduğu- eski şehir kısmına girdiklerini; müslüman hıristiyan, alâkalı alâkasız demeden, eli silâh tutan tüm erkekleri, binlerce insanı orada katlettiklerini; bu şekilde halkı korkutup herkese bir ders vermek istediklerini belirtiyor…
İşte bu katliamın sorumlusu olan ve Hafız Esad hasta yatağındayken ona karşı başarısız bir darbe teşebbüsünde bulunduğu için sürgün edilen Rıfat Esad’ın, önce Suudî Arabistan’a, sonra da Fransa’ya gittiğini; Rıfat Esad’ı gittiği Suudî Arabistan’da paraya boğan Suudîlerin, aynı zamanda Müslüman Kardeşler’i de çıkardıkları isyanda desteklemiş olan ülke olduğunu; Suudîlerden aldığı yüzmilyonlarca dolarla Fransa’ya gelen Rıfat Esad’ın, Paris’in en pahalı semtlerinde kendisi ve adamları için mülkler satın aldığını; Rıfat’ın adamlarının silâhlı olarak Fransa’da diledikleri gibi gezebildiklerini, kimsenin onlara karışmadığını, hattâ Fransa’nın Bordo şehri kırlarında askerî eğitim yapabilecekleri bir üs kurmak üzere toprak satın aldıklarını; bunların hepsinin gerçek olduğunu vurguluyor…
Yine Rıfat Esad’ın sorumlu olduğu “Tedmur-Palmira Cezaevi Katliamı”ndan da bahseden Carlos, 1980’lerin başında oradaki Müslüman Kardeşler mahpusları tarafından bir cezaevi isyanı başlatıldığını; adamlarıyla birlikte cezaevini basan Rıfat Esad’ın, karşılarına kim çıkarsa vurdurduğunu, bu şekilde yüzlerce mahpusu katlettiklerini söylüyor…
Böylesine korkunç katliamlardan sorumlu olan Rıfat Esad’ın şu ân NATO ülkelerinin koruması altında olduğuna dikkat çeken Carlos, Rıfat’ın hem İspanya’da –eski Suudî kralı Fahd’ın Washington’daki “Beyaz Saray” örnek alınarak yapılmış sarayına komşu- deniz kıyısındaki sarayında, hem de Fransa’daki lüks ikametgâhlarında sefa sürdüğünün altını çiziyor; gerçek suçlularla kolkola olan Batının sağda solda “suçlu” aramasının inanılmaz bir durum olduğunu; aradıkları “suçlu”ların Paris’in göbeğinde yaşadığını; bunların işte bu kadar “ikiyüzlü-münafık” karakterde olduklarını ekliyor…
İkiyüzlülük-münafıklık zımnında güya hıristiyan rejimleri örnek gösteren Carlos, hepsinin bir şekilde yahudiler tarafından yönetildiğini veya yönlendirildiğini ifâde edip, Obama’nın zenci karısıyla ilgili çarpıcı bir bilgiyi de paylaşıyor ve bu zenci kadının anne tarafından atalarından birinin yahudi olduğunu söylüyor…
Kendisinin “insan” olarak yahudilerle bir probleminin olmadığını, yahudi yoldaşları bulunduğu gibi, yahudileri de hıristiyanlar, budistler, hindular kadar sevdiğini; onların da Allaha inandığını ve itikadî noktada müslümanlarla aralarında birçok farklılık bulunsa da, müslümanlara herşeye rağmen çok yakın olduklarını belirtiyor…
Namuslu insanları herşeyden sorumlu tutan bu ikiyüzlü-münafıkların, gerçek suçları ve suçluları ise işte böyle örtbas ettiklerini söyleyen Carlos, Suriye rejimini aklamadığını ve işledikleri suçlar dolayısıyla eleştirdiğini, ancak onunla savaşanların da temiz olmadığının bilinmesi gerektiğini vurguluyor…
Müslüman Kardeşler’i teşkilât olarak çok saygıdeğer bulduğunu ve Leninist yapılarından dolayı imha edilemez bir güç niteliğinde olduklarını; Arab dünyasının her yerinde dünden bugüne başarıyla mücadele etiklerini; ne var ki, ciddi insanlar olsalar da kendilerinin ideolojisinden hazzetmediğini; zaten dinî fanatizmden hoşlanmayan bir insan olduğunu belirtme ihtiyacı duyuyor…
Buna rağmen, İslâm dünyasında nerede Batı karşıtı, komünizm karşıtı bir hareket çıktıysa, ismi el-Kaide olur, IŞİD olur, Boko Haram olur, başka bir şey olur ama hepsinin bir kökünün Müslüman Kardeşler’e dayandığını, bir şekilde Müslüman Kardeşler’den ilhâm aldığını; aynı hareketlerin ilhâm aldığı bir diğer kökün de, saptırılmış ve marjinal bir anlayış olarak Vahhabîlik olduğunu söylüyor; bunların da İngilizleri bırakıp Türklerle savaştığını; konuşmasının ilerleyen bölümlerinde ise, Müslüman Kardeşler’in kurucusu büyük insan Hasan el-Benna’nın bile hiç farkında olmaksızın İngiliz istihbaratı tarafından kullanıldığını; Müslüman Kardeşler hareketinin de bugün Arabları ve müslümanları birleştirmek yerine bölmekte ve emperyalistlerle siyonistlerin çıkarına olarak kendi aralarında savaştırılmasında kullanıldığını; IŞİD’in de aşırılıklarıyla yine bu şekilde yönlendirilmeye açık davrandığını ekliyor…
Konuşmasının başından itibaren hem Suriye, hem Irak, hem Mısır, hem de Suudî Arabistan’da yaşananlar ve yaşayanlar hakkında parça parça değerlendirmelerde bulunan Carlos, hernekadar “sağdan soldan” konuşuyor gibi de gözükse, bugün yaşanan ve yaşayanların hepsinin arkasında işte böyle tarihî ve siyasî bağlantılar bulunduğunu, bugünü doğru anlamanın yolunun bunları da bilmekten ve irtibatlandırmaktan geçtiğini ifâde ediyor…
Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyen Carlos, “Gönüldaş Erdoğan”ın seçimlerden galib çıkmasını ve siyasî çizgisini düzeltmesini umduğunu söyleyerek konuşmasını noktalıyor…)
 
31 Mayıs 2015
Baran Dergisi 440. Sayı