The Economist gazetesi, enflasyonun artmasıyla ayaklanmalar ve protestoların da artacağına, bunun tarihsel bir gerçeklik olduğuna dair bir yazı yayınladı.

Yazının geniş özeti şöyle:

Hz. İsa “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz” demişti. Fakat kıtlık insanları öfkelendiriyor. Bugünküne benzer son gıda fiyatı krizi, iktidarları deviren, Suriye ve Libya’da iç savaşlara yol açan Arap Baharı’nı getirmişti. Maalesef Vladimir Putin’in Ukrayna’yı işgali, tahıl ve enerji piyasalarını yeniden alt üst etti. Bu yıl da ayaklanmalar kaçınılmaz görünüyor.

Yükselen gıda ve yakıt fiyatları enflasyonun en dayanılmazı. Yalnız mobilya veya telefon fiyatları artsa satın almaktan vazgeçebilir ya da erteleyebiliriz. Ama yemeden olmaz. Aynı şekilde çoğu insan işe yürüyemez. Gıda ve yakıttaki hızlı artış nedeniyle yaşam standartları dibe vuruyor. Durumdan en çok gelirinin ekseriyetini ekmek ve otobüs ücretine harcayan yoksul ülkelerin kentlileri muzdarip. Kırsal halk gibi kendi mahsullerini yetiştiremezler ama ayaklanabilirler.

Hükümetler yaraları sarmaya çalışıyor. Fakat onlar da pandemi sonrası borç batağında nakit sıkıntısı çekiyor. Ortalama bir yoksul ülkenin kamu borcunun gayri safi yurt içi hasılaya (GSYH) oranı yüzde 70 civarı ve artışta. Yoksul ülkelerde faiz oranları yüksek. Kimisi bunun sürdürülebilirliğini sorguluyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) ‘borç batağında‘ ya da ‘yüksek riskli’ kategorisine 41 ülke koyuyor.

Sri Lanka tükendi. Öfkeli ve aç gruplar araçları ateşe verdi, devlet binalarına girdi ve başkanlarını başbakanı, erkek kardeşini, görevden almaya sürükledi.

Peru’da yaşam standartları, Hindistan’da tasarruf amaçlı orduya asker alımını değiştiren politika, binlerce insanı sokağa döktü. Pakistan dövizle mücadele için vatandaşlarını günlük çay tüketimlerini bir bardağa düşürmeye çağırdı. Yaşam pahalılığına öfke Kolombiya’da sol adayın başkan seçilmesinin önünü açtı.

The Economist gıda ve yakıt enflasyonu-siyasi karışıklık ilişkisini incelemek için istatistiksel model oluşturdu. İkisi de tarihsel olarak kitlesel protestoların, ayaklanmaların ve siyasi şiddetin habercileri. Modele göre ülkeler bu yıl ayaklanmaların ikiye katlanmasına hazır olmalı. En büyük risk halihazırda istikrarsız yerlerde: Mesela gıda ve yakıt ithalatına bağımlı Ürdün ve Mısır. Bu ülkeler kötü ve baskıcı yönetiliyor. Türkiye’de, tedarik sorunu absürt para politikalarının sebep olduğu yıkıcı enflasyonu hızlandırdı.

Dünya’da yaşam pahalılığı sarmalı insanların sorunlarına ekleniyor ve onları sokağa döküyor. Bu düşük istihdamlı ve çoğunluğu bekar genç erkekli ülkelerde saldırganlığa ve şiddete dönüşmeye meyilli. Alım güçleri düştükçe çoğu evliliğe ve aile kurmaya yetemeyeceğini düşünecek. Böylece yılmış, küçük düşmüş insanlar ayaklanmalara katıldığında kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığını hissedecekler.

Enflasyon, rüşveti teşvik ederek toplumsal huzursuzluğu artırır. Bu da mağdurları iyice çileden çıkarır. Örneğin Arap Baharı’nın tetikleyicisi, Tunuslu seyyar satıcının, polislerin rüşvet taleplerine protesto amaçlı kendini yakmasıydı.

Ayaklanmalar yayılırsa ekonomik sıkıntı katlanabilir. Yatırımcılar devrimleri ve isyanları sevmez.

Yaklaşan sıkıntıları önlemek zor. Fiyat kontrolleri ve ihracat kısıtlamaları gibi gıda üretimini caydıran politikaları rafa kaldırmak iyi başlangıç olabilir. Tunus gibi ülkelerdeki çiftçiler mahsullerini devlete çok ucuza satmak zorunda. Bu yüzden verimli toprakları sürmeden bırakıyorlar. Hükümetler çiftçilerin ektiğini biçmelerine izin vermeli. Ayrıca biyoyakıt olarak çok daha az tahıl yakılmalı.

Birçok ülke kurtarma paketi istiyor. Uluslararası finans kuruluşları denge bulmalı. İstekleri reddetmek, kaosa götürür ve kalıcı zarar verebilir. Ama kötü ve sürdürülemez politikaları sağlamlaştırıp, dertli hükümetleri kurtarmak da öyle. IMF gibi kuruluşlar cömert olmalı ancak reformda ısrar etmeli. Yardımlarının nasıl harcandığını kontrol etmeliler. Hızlı olmalılar. Öfke birikiyor.

*Çeviren: Duvar