Yazımızın birinci bölümünde İsrailoğulları’ndan Yahudi’ye dönüşen soyun, milletlerin ruh köküne kibrit suyu dökmeyi amaçlayan, bütün vahdetleri yıkmaya memur mizaçlarından ve onların dünyanın kontrolünü ellerinde tutmak için yapmış oldukları bir takım gizli planların varlığından söz etmiştik.
Bu kavim, ilk yıkıcı hamlelerini Musa Aleyhisselam’a karşı gerçekleştirmeden önce dudakları uçuklatacak, kalpleri durduracak bir mucizeyle karşılaşmış olmalarına rağmen “ruhun karanlık kutbu nefse” uymaktan geri durmamıştır. Musa Aleyhisselam, onları Firavun azgınlığının ellerinden kurtarırken, kaçış esnasında önlerine çıkan Kızıldeniz’e Allah’ın emri ile asasını vurmuş ve o uçsuz bucaksız deryada 12 İsrailoğlu kabilesinin geçebileceği, 12 yarık meydana gelmiştir ve bu yarıklardan hayretler içinde geçmişlerdir. “Mucizenin bu derecesi önünde bile, ruhun menfî kutbunu altedemiyen İsrailoğullarından bir topluluk, yolda uğradıkları bir kabilenin öküz biçimli putlarını görünce kendilerini ona kaptırmaktan geri kalmadılar; ve aralarından, ilerideki Yahudi dölünü mayalandıracak olan kötülük kolunun ilk işaretlerini verdiler:
-Ya Musa, dediler; bize de böyle şekli ve biçimi olan bir tanrı bul!”
İşte Yahudi! Anlayacağınız üzere İsrailoğlu ayrı; Musevî ayrı; Yahudi ise bunlardan apayrı! İşte dünyada kötülüğün ve şeytanî gayelerin mümessili olmaya namzet olan kolun meydana gelişinin ilk safhası…
Roma imparatorluğu’nun baskısı altında inim inim inler ve “Mesih gelecek, bizi kurtaracak” diye haykırırlarken, İsa Aleyhisselam’ı reddedip, onu veled-ü zinâ olmakla sulayan Yahudi… İseviliğin de bizatihi yıkıcısı… Yahudi mizacının en belirgin misallerinden Yuda isimli bir havarinin İsa Aleyhisselam’a ihanet ederek yerini Romalılara bildirmesi… İsa Aleyhisselam’ın hak katına kaldırılması ve yüksek ihtimalle hain Yuda’nın Hak peygambere benzerliğinden dolayı çarmıha gerilmesi… İsa Aleyhisselam’ın çarmıha gerildiği inancı ve İseviliğin tahrip olup Hristiyanlığa dönüşümü…
Yahudi’nin tarih boyunca girdiği her zümreyi nasıl içten yıktığını bu kadar çok belirtme sebebimiz, Yahudi mizacının çok iyi anlaşılması gerektiğine dikkat çekmek istememizdendir. Çünkü bugün de, bu ırk şeytanî memuriyetine aynı güzergâhı takip ederek devam etmektedirler. (İslâmiyet üzerine oynadıkları oyunların da haddi-hesabı yokken ve bugün bu fitneyi en üst düzeye çıkarmış olmalarına rağmen deccalî tavırlarıyla gün gibi ortada olan şeytanlıkları, insanların gözünü kör ederek görmelerini engellemektedirler.)
***
Bugün yaşanan hadiseleri analiz ederken “Siyon Liderlerinin Protokolleri”ni gözden kaçırmamak gerektiğini söylemiş ve bunu Üstad Necip Fazıl’dan bir noktalama ile desteklemiştik. Dünyaya hükmetme amacının açığa vurulduğu, tek hükümet ve ortak din gayelerine ulaşmanın yollarını belirten bu protokollerde hangi araçların kullanılacağı ve geçmişte yapılan hamlelerin bir bir deşifre olduğu gözlemlenmektedir. Bu kitabın sahte olduğunun ispatlanması için gösterilen Yahudi çabası bizde “yarası olan gocunur” misali, burada bir Yahudi parmağı olduğunun şüphesini uyandırırken, dikkat çekilmesi bir diğer husus da protokollerin sahte olduğu kararı açılan mahkemede hakim tarafından daha açıklanmadan, kararın birebir aynı olarak Yahudi basını tarafından neşredilmiştir.
Bu kavim üzerine yapmış olduğumuz yorumlardan dolayı bize “antisemitist” damgası vurulabilir; fakat biz kendimizi “antisemitist” olarak asla kabul etmemekteyiz. Zira neden öyle olmadığımızı da protokolleri incelerken görebilirsiniz.
“Siyon Liderlerinin Protokolleri”nin ilk bölümünü yani “Protokol 1”i okuduğumuzda Makyavalist bir düşünce tarzı göze çarpıyor. Siyasette asla ahlâkın aranmaması gerektiğini öne süren bu düşünce, âdeta kopya şeklinde alınmıştır: “Ahlaka uygun bir şekilde hüküm süren bir hükümdar mahir bir politikacı değildir ve bundan dolayı tahtında sağlam duramaz. Hükmetmek isteyen kimse hem kurnazlığa hem de yapmacıklığa başvurmalıdır. Açık sözlülük ve dürüstlük gibi halk arasında meziyet sayılan vasıflar siyasette kusurdurlar. Çünkü bunlar en kuvvetli düşmandan daha tesirli olarak ve daha kesinlikle hükümdarları tahtlarından düşürürler. Bu gibi vasıflar Yahudi olmayanların krallıklarına ait olmalıdır. Fakat biz hiçbir surette o vasıfları rehber edinmemeliyiz.” Yani siyasette kullanılacak her yol mübahtır; ahlâk aranmamalıdır vurgusu yapılırken, sürekli dünyada Yahudiler ve Yahudi olmayanlar” şeklinde iki güruh olduğu belirtilmiştir. Zaten en büyük ırkçılık burada yapıldığına göre biz asla antisemitizmle yargılanamayız.
Ayrıca “Protokol 1”de, devlet idaresinde liberal düşünceden dem vurularak, “düşmanlarımız da liberalleşirse işimiz daha da kolaylaşır” demektedir. Günümüzde hemen hemen her devlet liberalizm rüzgarına ister kabul ederek, istemezse kabul ettirilerek (!) kendisini kaptırmıştır.
“Protokol 1”de Makyavelist düşünceden esinlenildiğini belirtmiştik. İtalyan düşünür Makyavel “Discorsi sopra la prime deca di Tito Livio (Titus Livius’un ilk on yılı üzerine konuşmalar)” isimli eserinde “monarşinin, tiranlığa; aristokratlığın, oligarşiye; demokrasinin de anarşiye yol açtığını” belirtiyor. Bilmukabele, “Siyon Liderlerinin” bu ilk ders mahiyetindeki konferansında “Halka muayyen bir müddet için kendi kendini idare etme yetkisi vermek, onları düzensiz bir güruh haline getirmeye yeter. Ondan sonra orada öldürücü bir didişme ortaya çıkar ve kısa zamanda sınıf mücadelesine dönüşür. Bu durumun içinde devletler yanıp yok olur ve onların değeri bir kül yığını derecesine iner. Bir devlet kendi sarsıntıları içinde kendini tüketse veya dahili anlaşmazlıkları onu dış düşmanlarından zayıf duruma getirse telafi edilemez bir kayba uğramış sayılabilir: O bizim hakimiyetimize girmiştir. Tamamı ile bizim ellerimizde olan sermayenin istibdadı ona bir saman çöpü uzatır. Devlet ister istemez ona sarılır. Eğer sarılmazsa dibi boylar” ibarelerine yer verilmiştir. Demokrasi ile birlikte parti parti parçalara bölünmüş olan halkta, zaten fikirsel bütünlük silinirken, çıkan kaosları da kendi yönlerine çevirip liberalizmi kullanarak hükümetleri malî açıdan kıskaca almaktadırlar. Bu konunun daha iyi anlaşılması içinde “II. Dünya Savaşı sonrası kurulan kurumların (IMF, World Bank…) çalışma usulleri” incelenmesi gerekmektedir.
Yazımızın birinci bölümünde yine “Yahudilerin nüfuz sahibi olanlarının Avrupa’nın merkezlerinde ve ABD’de kaldıklarını; İsrail’e göç etmediklerini” söylemiştik ve bilhassa ABD’deki Yahudilere dikkat çeken bir iki cümle sarfetmiştik. Şimdi buraya dikkat etmek gerekmekte: ABD devlet olarak Afganistan’da, Irak’ta ve şimdi de Libya’da yaptığı harcama kadar kâr sağlamış mıdır? Bunun cevabının “hayır” olduğunu 11 Eylül 2001’den sonra ABD ekonomisini irdeleyerek basitçe anlayabilirsiniz… Peki “neden ABD demokrasi çığırtkanlıkları yaparak büyük zararlara girmeyi göze almıştır?” Bunu da ABD siyasetine yön veren güruhları ve şahısları incelediğimiz zaman anlayabiliyoruz. ABD’deki lobi çalışmalarında ve ticarî alanda tek hâkim Yahudilerdir. Bu devletlerin petrollerinden ve stratejik önemlerinden faydalanacak olan ise yine Yahudilerdir. Çünkü liberal ekonominin benimsendiği, sistemin çarklarının kumanda edildiği ABD’de işgal edilen topraklardaki petrolleri de tekeline alacak olan Yahudi şirketleridir. Şu anki Yahudiler dedelerinin yahut babalarının kendilerine emanet bıraktıkları bu ders mahiyetindeki gayeleri sindirerek öğrenmiş ve uygulamaya kalınan yerden devam etmektedirler. Onlar için hiçbir devlet, hiçbir milletin bir önemi yoktur. Dün İngiltere, bugün ABD; batacakmış, çıkacakmış hiç fark etmez…
Niçin demokrasi diye çıldırdıklarını anlattıklarımızdan rahatça anlayabilecek olmamamıza rağmen liderler protokollerde bunu basit bir biçimde izah etmişlerdir: Yetişmiş bir kimse bir budala da olsa yine hükmedebilir. Halbuki yetişmemiş kimse çok zeki de olsa siyasetten bir şey anlamaz. Bütün bu hususlara Yahudi olmayanlar dikkat etmedi. Oysaki her zaman hanedan hükümdarlıkları bu fikirlere dayanmıştır. Çünkü baba siyasi işlere dair bilgileri oğluna naklederdi. Bu suretle bunları hanedan içindeki intikal manasını kaybetti ve bu durum davamızın başarısına yardımcı oldu.”
Şimdi “demokrasi, demokrasi” diye haykırmanın kime yardım ettiğini görebilmek çok zor olmasa gerek! Demokrasiyi ele alarak tüm hatlarıyla-enine boyuna tartışmak ve eksilerinin artılarından daha fazla olduğunu söylemek için sayfalar yetmez; fakat demokrasinin bilhassa teknolojinin bu kadar geliştiği ve “dünyanın küresel bir köye(!)” dönüştüğü çağda manipülasyonu içinde en çok barındıran sistem olduğunu da söylemeden geçmemek gerekiyor.
Siyon Liderler, ihtiyaç duydukları insanlarla “para hesabı, tamah ve insanın maddî ihtiyaçları hususundaki açgözlülüğü” sayesinde irtibat kurarak zafere ulaşmalarını, devlet içinden satın aldıkları “şuursuz ajanlarla” kolaylaştırdıklarına temas ederken, “halk temsilcilerinin değiştirilme imkânının, onları Siyon Liderleri’nin emrine tâbi hâle getirip böylece onları tayin etme kuvveti sahip olabildiklerini” de söylemeden edemiyorlar.
Yazımızı yine Üstad’dan Yahudi mizacının mükemmel bir tarifi ile noktalayalım:
“Roma lejyonlarının önünden vahşi bir sürü gibi kaçıp dünyanın her tarafına yayıldıktan sonra toplu millet seciyesini terk edip gizli ve ferdî millet maskesinin altına geçmiş ve esatiri bir hınç ve üslubile gizli plânda kendisini hâkim ve bütün insanlığı mahkûm kılmanın muazzam plânı içinde hareket etmiştir. Vasıtası para ve ruhun karanlık kutbu nefstir. Dine, millet ve milliyet mefhumuna, saf iman ve itikada, tek kelimeyle ruha ve ulvî insana düşmandır. Her yerde ve her pâyidar kıymeti yıkıcı, çözücü ve çürütücüdür. Gâyesi de, kendi kanlı imparatorluğunu beşerî sefalet, tereddi ve ihtikarın gerisinde kurmaktır. Bize gelince, Tanzimattan beri her davranışımızda o vardır.”