Tanzimat devrinin ünlü sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa’nın Paris’te katıldığı bir toplantıda: “Yüzyıllardan beri biz içeriden, siz dışarıdan yıkmaya çalıştığımız halde hala yerinde duruyor.” dediği Osmanlı Devleti I. Cihan Harbi’nin sonunda yıkılmıştır.

Devlet-i Aliye-i Osmaniye’yi yıkanlar, geçmiş değerlerimize ait ne varsa hepsini yerle yeksan etmiş, kendilerince, onuncu yıl marşında söyledikleri gibi, “on yılda her yaştan on beş milyon genç (haşa) yaratmışlardır.”

Yarattıklarını iddia ettikleri yeni neslin hangi potada eritilerek yok edileceğini önceden belirlemişler ve sonunda kafalarındaki kalıba uygun bir sistem inşa etmişlerdir.

Bu yüzden “Tanzimat hareketi, bir türlü manası kavranamayan Batı dünyasına karşı bizim kaybolmuş veya kaybettirilmiş mânâlarımızın nereye gittiğini gizlemeğe memur o cereyanın ismidir ki, cellâdımızın evine ve merhametine sığınıp ve kendi öz elimizle onun baltasını bileyip, nefsimize hayat hakkı arayışımızı, böylece en feci iflâsımızı ihtar ve ilân eder. Hiçbir mütefekkir ve büyük sanatkâra malik olmayan bu devir, basit ve sığ ve sadece ahmakvârî hayran politika adamlarının elinde, kuru bir bayrak muhafaza edip garba ruh sancağımızı teslim edişimizi çerçeveler. Bu devrin Mahmud-u Adli, Abdülmecit, Abdülaziz gibi sultanları birer zarif ve safdil kukla; Reşit Paşa, Ali Paşa, Mithat Paşa, Şinasi, Namık Kemâl gibi siyasî edebî şahsiyetleri de, adamına göre bir enayi veya hain oyuncaktır. Ayrıca hiçbir müspet zekâ ve eser sahibi olmayan bu şahsiyetlerin hemen hepsi “mason”dur ve Kapitalizm-Emperyalizm şebekesinin memuriyetlerini bilen veya bilmeyen “piyon”larıdır”. (1)
***
Son zamanlarda, “Celladımızın evine ve merhametine sığınıp ve kendi öz elimizle onun baltasını” bileyenler sınıfına dâhil olan isimleri şimdi gözlerinizin önüne getirin!

İstanbul seçimleri üzerine oynanan oyunlar ayyuka çıkmış, hırsızlık, Yüksek Seçim Kurulu kararıyla tescillenmiş! Batı ve hempaları bu karar üzerine her yerde “asarız keseriz” sopası sallıyor, bizim içimizden bazıları nedense kuyruğuna basılmış tazı misali veryansın etmeye başlıyorlar!

Bunlardan en meşhuru Abdullah Gül: “Anayasa Mahkemesi’nin 2007 yılındaki haksız ‘367 Kararı’ karşısında ne hissettiysem, başka bir yüksek mahkeme olan Yüksek Seçim Kurulu’nun dün aldığı kararı duyunca aynı duyguları yaşadım. Yazık, bir arpa boyu yol alamamışız.” (2) diyor.

Ahmet Davutoğlu; “Siyasî geleneğimizin en temel değeri de, son sözün sandıkta tecelli eden millet iradesine ait olmasıdır. Mazereti ve gerekçesi ne olursa olsun 31 Mart seçimleri sonrasında yaşananlar ve YSK’nın iptal kararı bu temel değerlerimizin zedelenmesine yol açmıştır.” (3)

Ali Babacan; “Dünya’nın hiç bir yerinde ülkenin Cumhurbaşkanı, bir Belediye Başkan Adayı için miting düzenlemez. Ülkemiz ekonomik anlamda zor günler geçirirken, insanlar mutsuz iken İstanbul’da 39 ilçede miting yapmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nı komik duruma düşürür.”

Haşim Kılıç; “YSK İstanbul seçimini iptal etmekle Anayasa’nın 79. Maddesinin kendisine verdiği ‘hakemlik’ görevini yerine getirmemiştir. Verdiği kararın gerekçesi kamu vicdanını sükûnete kavuşturmamıştır.”

Temel Karamollaoğlu ve avanelerinin, Yeni Asya grubu ve güya Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerine bağlılık iddiasındaki kimi şaklabanların tutumu da malum!

Cellatlarımızın baltasını bileyenler böyle yaparak kime ve neye hizmet ediyor, niçin böyle yapıyorlar? Daha düne kadar “Stratejik Derinlik” konularında eser ve söz sahibi olarak gördüğümüz Davutoğlu’na ne oldu?

Profesörümüz ve diğerleri niçin ısrarla baltayı taşa vuruyor?

“Gerekçesi ne olursa olsun haksız” dediği YSK kararı, onu niye rahatsız ediyor? Abdullah Gül, ‘367 Sabih Kanadoğlu’ kararıyla bu durumu hangi vicdan muhasebesine göre kıyaslayıp aynı görüyor?
Birçok soru art arda sıralanabilir!

Ana muhalefet partisinin bu güne kadar yapmış olduğu siyasî çıkışların merkezinde yatan acı gerçek şudur: Onlarda, “Tayyip Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” mantığı hâkim. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı istemiyorlar!

“Muhalefettir ne yapsalar yeridir” der geçeriz. Ama, sağ gösterip sol vuranlara ne oluyor?

Sayın Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibilerinin Türkiye’nin selameti açısından hükümetin yanlışları üzerine “yol gösterici” iyi niyetli uyarılarına şahit olan var mı?
Yok!

S-400 konusunda bunların Amerika’ya ve Batı toplumlarına söyleyecek bir sözleri yok mu? Birisi Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık, bir diğeri aynı güzergâhlardan geçti ve Cumhurbaşkanlığı yaptı. Bunlar hükümetin uygulamadaki yanlışlarını bir bir ifşa edip doğru yolu göstereceklerine, diğerleri ile birlikte Cumhurbaşkanına çelme takmanın peşindeler! Ve hep birlikte cellatlarımızın baltasını bileme ameliyesine soyundular?

Niçin?

Cevabı çok basit: Çünkü onları bağlayan bir fikrî dokuları, bir diyalektikleri yok!
***
Üstad Necip Fazıl’ı sever görünürsün ama, onun İdeolocya Örgüsü’nü görmezden gelirsin!

Onun sevdiklerini sevmezsin! Kendinde olmayan fikrin cakasını satar, “kurtarıcı” rolünde “gazel” okursun!

Okuduğun gazeller, kurulduğu günden bu güne “engizisyon” niyetine işletilen HUK’a payanda olur! Böylece: “..Güyâ fikircisi, uyduruk ulema ve parti güdücüleri, bunların peşine takılanlar ve seyirciler, hepsi, bu başıboşluğa bayılırlar: Çünkü burası, rastgeleciliğin ve ahmaklığın zeminidir. Birinin “neye göre, nasıl, niçin?” tasası ve inzibatı; Öbürünün “kurtuluş yolunda mıyım” kaygısı; sonuncunun ise, esasen İslâm’a saygısı yoktur. Evet burası, hakikat kaygısıyla çırpınmanın değil, oyununu hakikate teslim edemeyen köpekçe hasedin; hakikat sevgisine dayanmayan sahte dostlukların; “o da iyi bu da iyi; oh oh! O da çalışıyor, bu da çalışıyor, şu da!” cinsinden zift vicdanı yellemeye mahsus Şeytanî tesellilerin zeminidir. Yobaz da, sapık da, nemelâzımcı da, işte bu iklimi sever… Büyük veli ne güzel söylemiş:

-“Allah herkese tesellisini başka türlü verir!”

Kâfir de kendi tesellisi içinde… Demek ki iş tesellide, hele kabak çekirdeği keyfiyetiyle doyan tesellide hiç değil. Nerede olduğu şu ölçüde:

-“Ölmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz!”

Fikir pazarında “mevcut olmayan cevherini” satanı ve alanı, piyangodan bilet alır gibi rastgele şuna veya buna bağlananı ve her türlü vasıf dışı başıboş olanı bir yana, her şeyden önce “Mutlak Fikrin Gerekliliği” hakikatine çatan “ben doğru olduğumu nereden bileyim” idrakinin muhasebe ve murakabe çilesi adresinden pay almak lâzım!...” (4)

Bu adres yürüyen Büyük Doğu: İBDA’dır.
Ancak ondan pay alanlar yanlış yapmazlar!
 
(1)Salih Mirzabeyoğlu İbda Diyalektiği Sh.43-44
(2)Abdullah Gül, 18:10 - 7 May 2019
(3)Ahmet Davutoğlu 9:03 PM - May 7, 2019
(4)Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, Sh. 119


Baran Dergisi 644. Sayı